Kardeş Sesler 2014. Анонимный автор

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kardeş Sesler 2014 - Анонимный автор страница 10

Жанр:
Серия:
Издательство:
Kardeş Sesler 2014 - Анонимный автор

Скачать книгу

belki de en gerekli unsuru. Ama tuvalinin önündeki ressam, enstrümanının başındaki müzisyen veya yazıyla baş başa kalmış bir yazar, korkusundan tamamen sıyrılamasa da, ilerlemek istediği yolda yürümeyi bilmeli öyle değil mi? Teraziye konulduğunda kendini gerçekleştirme arzusu, yazma korkusundan daha ağır gelmeli bence.

      Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi geliyor aklıma. Piramitte yer alan ihtiyaçları bir bir düşünüyorum. Kendi hayatımda geçtiğim evrelere bakıp, şimdi piramidin son katında yer aldığımı hissediyorum. Artık kendini gerçekleştirme sırası diyorum kendi kendime. Yazabilme cevheri bana verildiyse, edebiyat ormanında gizlenmiş kelimelerin peşine düşmeden varlığıma nasıl bir anlam kazandırabilirim?

      Emekleyen bir bebek adım atmaya, bir mucit yeni bir keşif yapmaya, bir lider yanlış kararlar almaya korkabilir belki. Adını tarihe yazdıran isimlerden hangisi tamamen korkusuz olduğunu söyleyebilir? Ama dünyanın seyrini değiştirenlerin bir adım atarak bunu başardıklarını görüyor gibiyim. Goethe’nin dediği gibi: “Yapabildiğiniz ya da düşünebildiğiniz her neyse başlayın. Cesaretin dehası, kudreti ve büyüsü vardır.” Gerçekten de başladıktan sonra adım adım uzaklaşıyor sanki korku. Engellere bakmadıkça yavaş yavaş yıkılıyor. Ben de kendime ‘biraz cesaret’ diyorum her başlangıçta. Zihnimde oluşan hayali duvarları üfleyip uçuruma yaklaşıyorum. Bir bakmışım, dipsiz yarların kenarlarında koşuyor, önüme çıkan bütün dağ çileklerini bir bir toplayıp tadına bakıyorum.

      (Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Deneme Atölyesi, 06.02.2013)

      PARALEL YAŞAMLARIM

      “Paralel evrenler teorisi”ni ne kadar duydunuz, bilmem. Hani şu iki tercih arasından seçmediğinizin, bir başka evrende gerçekleşme durumu. Daha derin ve bilimsel açıklamalarına girmeksizin, kendi paralel yaşamımla ilgili hayallerime götürmek istiyorum sizi. Bir başka deyişle, kişiliğine ve yaşam tarzına bürünmek istediğim yahut bürünsem nasıl olurdu diye düşündüğüm çoktan seçmeli bir evrenin kapılarına…

      İlkokul yıllığıma “Gelecekte polis olmak istiyor” diye yazıldığını hatırlıyorum. Amerikan filmlerinin benim yaşamıma ilk tesir ettiği dönemlerin getirisiydi sanırım bu düşünce. Heyecan dolu, hareketli, havalı bir dünyayı sunuyorlardı, üstelik kahramanlar da asla ölmüyordu. Yıllar sonra evimizi soyup kaçan hırsızı, tekrar gelirse diye elimdeki su tabancasıyla kapı arkalarında beklemem de bundandı herhalde. Sahte bir kurgu olmasına rağmen hayalini kurduğum heyecan, korkuya dönüşmüştü. Vazgeçme fikrinin aklıma ilk düşüşü o korkuyla beraber gelmişti sanırım. Yine de bir kaçamak yapıp gerçeklerden uzaklaştığımda “Acaba nasıl olurdu?” sorusu bir tebessüm yayıyor dudaklarıma.

      Paralel yaşamlarımın birkaçında meslek hayatıma hobilerimi yerleştiriyorum. “Hobi mesleğe dönüştüğünde, keyif olmaktan çıkar” laflarına tıkıyorum kulaklarımı. Bir yaşamda müziğe adıyorum mesela kendimi. Ortaokul yıllarının kapısında, “Normal okulu mu, konservatuarı mı seçeceksin?” sorusuna bu defa konservatuarı diyerek melodilerle çevrelenmiş bir yaşama adım atıyorum ve hayatımı başka bir kanaldan seyre dalıyorum. Yayın akışında, çok sesli koroları, senfonileri, müziğe eşlik eden sahne sanatçılarını, notalarla süslü gösterileri izliyorum. Belki de elimdeki kumandanın her an kanalı değiştirebileceğini bilmek, bu keyfi ikiye, üçe katlıyor ama onu dışarıdan seyretmek bana hep cazip geliyor.

      Enstrümanlardan dökülen notaların ardından başka bir yaşamda doğanın seslerini dinleyen bir gezgin oluyorum. Evliya Çelebi’nin yolunda, bir doğuyu bir batıyı, bir kuzeyi bir güneyi arşınlıyorum. Dünyanın dört yanına, sihirli bir değnek değmişçesine saçılmış bütün güzellikleri keşfetmek için yaşadığımı hissediyorum. Kâh Everest’in zirvelerinde yeryüzünü seyir halinde buluyorum kendimi, kâh Kuzey Buz Denizi’nin ortasında kutup ayılarını izlerken… Gün geliyor Papua adasında yerlilerin ritüellerine, gün geliyor modern dünyanın üzerinde yükselen gökdelenlerin tepesinde leziz bir akşam yemeğine konuk oluyorum. Seyyah olduğum yaşam, hep diğerlerinin bir adım önüne geçiyor.

      Kimi zaman da bir başka memlekette, bir başka çevrede yetişmiş olsam neler değişirdi diye düşünüyorum. Kadınların söz hakkının olmadığı, düşünmelerine imkân tanınmayan, yaşamlarının değeri olmayan bir dünyada “Kadın ve erkek eşit haklara sahiptir” diyebilir miydim? Cehaleti kaderden sıyırıp kitaplarla doğru yolu bulabilir miydim? O zaman da kelimelere böylesine tutkun olabilir miydim? Cevaplar bir bir ‘Hayır’ biçiminde geliyor kulağıma. Böyle zamanlarda, paralel bir yaşamda ellerim bağlı, ayaklarım prangalı, ağzım bantlı, gözlerim ferini yitirmiş bir halde düşüyor aynama. Bazen de aksine, bir sarayda doğmuş olsaydım diye düşünüyorum. Ya o zaman duyarlılığımı, hoşgörümü, fedakârlıklarımı taşıyabilir miydim? Yoksa her şeye sahip olmak; tatminsizliği, tatminsizlik mutsuzluğu mu getirirdi? İçinde bulunduğum çevre, doğuştan sahip olduğum özellikleri bir hortum misali yutar, beni paralelden çok uzak bir evrene mi taşırdı?

      Hayal gücü, istekler, merak birçok olası yaşam yaratıyor dünyamda. Bunun gerçekliğini sorgulamıyorum, yalnızca bir yetişkin oyununa çeviriyorum kendimce. Ve çocuklar nasıl oyunla öğrenirse, ben de sonunda hayatıma “keşke” dediklerimden küçük parçalar katmaya uğraşıyorum. O vakit hayalimdeki paralel yaşamlar, içinde yaşadığım şu anki dünyama renk katıyor.

      Zenginleşiyorum.

      (Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Deneme Atölyesi, 25.02.2014)

      Büşra KONAKTAŞ

      Büşra Konaktaş 6 Ocak 1991 de Ankara’da doğdu. İlkokula İbni Sina İlköğretim Okulunda başlayıp 19 Mayıs İlköğretim Okulunda devam etti. Liseyi Etlik Lisesi’nde okudu. Öğrenimine 2010 yılında Anadolu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü kazanarak devam etti. Yazmaya olan ilgisi lise yıllarında şairlerin ve yazarların yaşam öyküsünü araştırmasıyla başladı. Necip Fazıl Kısakürek’in “Kaldırımlar” Orhan Veli Kanık’ın “Anlatamıyorum” Sezai Karakoç’un “Mona Roza” Yahya Kemal Beyatlı’nın “Sessiz Gemi” şiirlerini okumaktan ziyade bu şiirleri onlara yazdıran neydi sorusunu aramaya yöneldi. Edebiyata olan ilgisi sayesinde 2012 yılından beri Avrasya Yazarlar Birliği Hikâye Atölyesi çalışmalarına katılmaktadır.

      HİKÂYE:

      Dost Yüzlü Aynalar

      Ömrüm Sana Emanet

      Oğul

      Mektup

      Mahcup Şair

      Aciziz

      DOST YÜZLÜ AYNALAR

      Düşünüyorum Abbas…

      Güzel, çirkin, uzun, kısa, zengin, fakir kelimeleri üzerine kurulmuş bir hayattı benimkisi… Hepsini tek kelimeyle özetlersem hiç! Ne tuhaf değil mi? Eğer bunlar olmasaydı yüzde yüz mesut olma şansım olurdu. Bazen talihime haykırmak istiyorum, fakat çoğu geceler bu çirkinliğimden, kısalığımdan adeta şeytani bir zevk duyuyorum ve aynanın karşısına geçerek ne kadar küçük, maskara olduğumu görüp gülmekten katılıyorum.

Скачать книгу