Soğuk Rüya. Avşar İmdat

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Soğuk Rüya - Avşar İmdat страница 8

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Soğuk Rüya - Avşar İmdat

Скачать книгу

Gözlerin ne renkti senin? Ya ellerin, ellerin? O küçücük ayaklarınla mı kaçtın kurşunların, bombaların önünden? O küçük adımlarınla mı aştın dağları? Üşümedin mi Pünhane? Üşümedin mi? Yüzün niye çocuk yüzü değil, niçin bu kadar yanmış? Bombaların, kurşunların sesini duydu mu kulakların? Ya gözlerin, gözlerin ne renkti Pünhane? Akan kanı gördü mü o gözlerin? Kanlar sıçradı mı evinizin duvarlarına? Kanlar? Duvarların dibinde ağlayıp kaldın mı hiç? Bir ceylan gibi korkulu gözlerle kan içen sırtlanlara baktın mı? O zaman kaç yaşındaydın Pünhane? Okula gidiyor muydun? Ya kalemin, defterin, boyaların? Çizgi oynarken mi, tek ayağının üstünde sekerken mi düştü bombalar? Arkadaşların, arkadaşların öldü mü hiç Pünhane? Kana battı mı oyuncakların?”

      Hiçbir gece, hiçbir soruyu cevaplamadı o kız, hiç bakmadı yüzüme, hiç görmedim gözlerini…

      Gece, sulu sepken bir kar yağıyordu. Pencereden dışarı baktım. Gök gürledi, şimşekler çaktı ardı ardına. Belki şimşek değildi, uzak şehirlere, köylere bombalar yağıyordu. Ortalık önce aydınlandı ve tekrar zifiri bir karanlığa gömüldü. O bir anlık aydınlıkta, ışıklarla birlikte bir kız gelip karşımda durdu. Uzun bir beliği vardı, beliğinin ucunda da bir kurdele. Cama yaklaştıkça kayboldu yüzü. O uzak şehirlerden kaçmıştı belli. Islanmıştı, perişan, yorgun, korkulu, ürkek. Uzansam kızın ellerini tutacaktım. Ellerimi uzattım ama ellerim boşlukta asılı kaldı. Elimi tutmadı, elleri yoktu kızın. Kaşları, gözleri, ağzı, burnu, yanakları yok. Bir belik ve bir kurdeleden ibaretti bu kız. Kurdelesi kana batmıştı, kıpkırmızıydı. Yüzünde bir ışık parladı, beyaz bir ışık. Ve o belik de, o kurdele de eridi, kayboldu bu ışığın içinde. Kızın ardından, esmer, zayıf, bir el uzandı cama. O el, uzadı, uzadı, camı delip gözlerimin önüne kadar geldi. O kadının eliydi. O esmer, zayıf elden kan akmaya başladı. Sonra bu elin arkasında bir kadın silüeti belirdi. Karanlığın içinde koyu bir gölge gibi duran kadının da yüzü yoktu ama sesini duydum. Sesi çığlıktı:

      “Oğul!” dedi. “Oğul, Garabağ gaçgınıyık, bir kömek eyle!”

***

      Uyuyamadım, erkenden kalktım. İşe giderken apartmanın aksakalı Kelbayı kesti yolumu.

      “Hoca!” dedi. “Apartmanın gapıcısı çekip gedip, daha gelmir, ca-van bir uşak tapmışam, indice bura gelecek. Sen danış onunla, apartmanın idarecisi sensen de hoca. Heberin yokdu? Dünen men yandırmışam gazanı.”

      “Tamam, gelsin Kelbayı.” dedim. “Gelsin bakalım!”

      Apartmanı, güya Kelbayı ile birlikte yönetiyorduk. Ben hesap işlerine bakardım, o da odun, kömür, temizlik, tamirat. Her ay bir bağırtı çökerdi bizim apartmana. Asansör bozulur, sular kesilir, elektrik tesisatı yanar, yakıt donar, kanalizasyon tıkanır, kapıcı parası ödenmez.

      “Temeli bozuk bu binanın?” dedi, Kelbayı, “Bu sakalımdan utanıram, yoksa bunların hamını vereceksen gılıcın gabağına.”

      “Az kaldı, bu kışı da atlatsaydık.” Dedim. “ İlk işim, başka bir yere taşınmak olacak.”

      Biz Kelbayı ile konuşurken, ince, kara kuru bir genç yaklaştı.

      “Gününüz heyr!” dedi.

      “Uşak geldi hocam, bu uşak…” dedi Kelbayı.

      Gelen, on beş on altı yaşlarında bir delikanlıydı. Sabahın seherinde gelip dikilmişti kapıya. Gözlerinden uyku akıyordu. İkide bir esneyip gözümün içine bakıyordu. Ben şaşkın süzüyordum çocuğun gözlerini. Birden kömür torbaları bindi sırtıma. Koca kovalarla, kazan dairesinden kül çıkarırken dizlerimin dermanı kesildi. Yığıldım kaldım bodrumun karanlık basamaklarında. Kazanı yakarken boğuldum isten, dumandan, azarladılar beni, kızdılar, sövdüler.

      Dünyanın her hâlini görmüş koca Salman Dayı, dayanamamıştı bu apartmanın kahrına. Şerul’a gitmiş olmalıydı. Hep Şerul’dan bahsederdi. Üstelik her iş gelirdi Salman Dayı’nın elinden. Elektriği, suyu, kazanı kendisi tamir ederdi. Bu çocuk, daha yeni yetme bir delikanlı. Nasıl yapacaktı? Daha ana kuzusu bu çocuk! Soğuk sabahlarda nasıl uyanacak erkenden, nasıl yakacak kazanı, o ağır kovaları nasıl kaldıracak? Nasıl?

      Umutsuzca sordum:

      “Sen… Sen, yapabilir misin? Zordur.”

      Çocuktan önce Kelbayı cevap verdi.

      “Beli, cavan uşakdı de hoca, nece yapamaz? Men bu uşak kimin cavan olsam, taşı sıkıp un eyliyerdim ahı.”

      “Daha çok genç Kelbayı, daha çocuk…”

      Sözümü tamamlayamadan atıldı çocuk:

      “Men bacararam abi!” dedi. “Ahı, bundan gabak başka binalarda da işlemişem.”

      Olmaz deyip geri döndüremedim çocuğu. Bodruma indik. Her taraf is pis, kömür kokusu, nem kokusu… Köşede kapıcıların kaldığı derme çatma bir kulübe… Çürümüş, su sızdıran borular, birbirine eklenmiş, nerden gelip nereye gittiği belli olmayan elektrik kabloları, bir köşeye yığılmış büyük kömür torbaları, iri odun kütükleri…

      Kelbayı’nın “taşı sıksa un eder, cavan uşak.” dediği çocuğa sordum.

      “Adın ne delikanlı?”

      “Seyfettin.”

      “Seyfettin, sabah saat altıda kazanı yakacaksın! Odun, kömür burada.”

      “Beli.”

      “Saat yedide sıcak suyu vereceksin, su vanaları işte orada.”

      “Beli!”

      “Aman, dikkat et, yapamayacağın bir iş olursa elini sürme sen!”

      Yapacaklarını anlattım, yüzlerce emir sıraladım Seyfettin’e:

      “Yapacaksın, edeceksin, gideceksin, geleceksin, tutacaksın, atacaksın, yatacaksın, kalkacaksın! Tamam mı?”

      “Beli, beli!”

      Seyfettin kalacağı kulübeye baktı. Salman Dayı’dan kalma eski bir yorgan, tahta bir sedir, bir küçük tüp, iki bardak, isli bir tencere… Bir köşede el feneri, tornavida, yanmış elektrik sigortaları, pense, çekiç…

      Seyfettin kalacağı yeri düzenlemeye koyuldu. Ben, insanı boğan, ezen, acı acı kokan bodrum katından yukarı çıktım, derin bir nefes aldım, Kelbayı’ya “Allahaısmarladık, çocuğa yardımcı ol!” deyip işyerine doğru yürüdüm.

***

      Akşama doğru, evden aradılar.

      “Çok soğuk, kaloriferler yanmıyor, elektrikler de kesik, nerdesin?”

      Hava kararıyordu, kaloriferler çoktan yanmış olmalıydı. Acaba Seyfettin, daha ilk günden çekip gitmiş miydi? Acaba Seyfettin? İçime bir tedirginlik çöktü. Hemen arabaya binip eve geldim. Apartmanın girişinde Hacı Sevim Nene karşıladı beni, şikâyetlerini sıraladı:

      “Ay

Скачать книгу