Adı Konamayan Katil. Akil Abbas

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Adı Konamayan Katil - Akil Abbas страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Adı Konamayan Katil - Akil Abbas

Скачать книгу

bayramlarda sofra daha zengin, yemekler daha lezzetli olurdu.

      Birisi şaka ile:

      –Sen hapse düştüğünde birlik bayram yapıyor. Heyet gelmişti ve senin bakanlığa yazdığın mektubu araştırıyorlardı. Komutanı müthiş sıkıştırmışlardı. O da hıncını bizden alıyor. İki gündür gece saat üçte alarm verdiriyor.

      Diğer masada ustalar oturmuştu, onu seslediler:

      –Akademik, gel bizim masaya, sohbet ediyoruz. Çocuklar bir yer açın.

      Akademik tabağını alarak onların masasına geçti.

      Ustaların Ağası:

      –Hoş geldin Akademik. Galiba tatilde iyi bakmamışlar sana, rengin biraz solgun gibi. Borşu fırlat öteye, evden yemek yollamışlar. Çocuklar, Akademik’e yemek getirin.

      –Hepinize selam, teşekkür ediyorum. İnşaatta neler oluyor, tuvalet yarım kalmıştı.

      Ağa:

      –Akademik, seni ne kadar sevdiğimizi biliyorsun. Senden usta olsak da, sen hem bilgi, hem de yaş olarak bizden büyüksün; ama öyle şeyler var ki, onu sana anlatamıyoruz.

      –Dediyiniz o şeyler ne, Ağa?

      –Sen yavaş yavaş yemeğini ye.

      Akademik, karşısındaki lahana sarmasından birini alıp ağzına koyar koymaz sanki ağzında eridi, tadı bir anda bütün vücuduna yayıldı:

      –Kim pişirmişse eline sağlık, çok güzel yapmış. Askerden sonra sizleri köyüme davet edeceğim, o zaman annemin yemeklerinin lezzetini tadarsınız. Size harika bir bozbaş pişirsin de, görün! Affedersiniz, bir şey diyordunuz.

      –Şunu demek istiyorum. Seni anlıyoruz, haklısın; ama hiçbir şeyi değiştiremezsin. Bu, dünyanın her tarafında böyledir. Dünyanın her yerinde tıfıl da, çaylak da, usta da vardır! Bu, Amerika’da da böyledir. Hiç sinemada seyretmedin mi? Ben de, burada oturanların hepsi de acemi olmuşuz. Tuvalet de temizlemişiz, patates de soymuşuz, bahçe de süpürmüşüz.

      –Ağa, her şeyi anlıyorum. Bana gösterdiğiniz saygı ve sevgi, cezamı en fazla hapse çevirdi, bunun bilincindeyim. Sizler olmasaydınız komutanın çakalları beni parça parça ederdi. Şu andaki durumumu sizlere borçluyum; ama ne yapabilirim, karakterim bu, böyle terbiye almışım. Ben ne acemi olmak istiyorum ne de usta! Vallahi, billahi yalnızca asker olmak istiyorum!

      –Seni çok iyi anlıyoruz, her şeyin farkındayız. Kendin dedin, bizden çekindiklerinden dolayı it-çakal sürüsü üzerine üşüşemiyor. Bizler yirmi, bilemedin yirmi beş gün sonra tezkere alıp gideceğiz, diyelim en fazla bir ay sürdü. Biz gittikten sonra günler senin için çok zor geçecek. Derenin sahipsiz olduğunu anlayan çakallar beylik sürmeğe kalkacaklar. Seni cezalandıracaklar, aşağılayıp gururunu incitecekler. Kalan ustalara seni koruyup gözetmeleri için tembih etmişiz; ancak onlar bizim yerimizi tutamazlar, onların da içinde çakallar var. Kendini koru, yalnız dolaşma. Bunları sana laf olsun diye anlatmıyoruz. Şimdi ölümün kol gezdiği yerde sana nöbet tutturuyorlar. Oraya nöbete giden kaç tane askerin sağ-salim geri dönemediğini kendin de biliyorsun.

      –Ben bu tür şeylerden korkacak biri değilim, Ağa. Düşman kurşunu ile ölmek alçalmaktan daha şereflidir.

      Usta askerlerin ağası ondan yaşça küçük olsa da, öylesine bir içtenlikle konuşuyordu ki, gören de, baba oğluna öğüt veriyor zannederdi.

      –Akademik, ilerisini-gerisini biraz iyi düşün, aklını kullan, senin gibi bir yiğidin ne düşmanın serseri kurşunu ile hayatını kaybetmesin, ne de gecenin birinde tuvalette kendini asarak canına kastetmesini istiyoruz.

      Akademik güldü:

      –Kardeşlerim, Şopenhauer, “İnsan yaşamaktan, bütün arzuları gerçekleşip dünyadan doyduğu için intihar ediyor” diyor, ben ise henüz arzularıma doyamamışım.

      –Şopenhauer kimdir tanımıyorum, ne demiş onu da bilmiyorum. Ben sana davranışlarını değiştir diyorum. Ya kendini değiştir, ya da baba-annene haber yolla, yapabilirlerse senin birliğini değiştirsinler.

      Başka bir usta:

      –Akademik, söylediklerimize gücenme, üniversiteyi bitirsen de, asistan olsan da kafanı kitap-defterden kaldırıp hayatın gidişatına bakamamışsın, bu dünyayı iyi tanıyamamışsın, kısacası ondan bile haberin yok. Dört-beş aydır buradasın, iki sefer komisyon getirttin, ne değişti, on defa getirtsen ne değişecek?

      –Neden, değişmez olur mu, borşun içinde et var ya!?

      –Bu on gün sürer, peki sonra?

      –Benim için endişe ediyorsunuz, biliyorum, sizlere tekrar tekrar teşekkür ediyorum; ama ben intihar edecek kadar zayıf biri değilim. Eğer asarsam, komutanı asarım!-dedi ve güldü.

      Komşu masadan birisi:

      –Kancık geliyor.

      Gelen Tabur Komutanı idi. Ustaların masasına yaklaştı ve selam vererek:

      –Akademik, bu masada oturman için vakit erken değil mi?

      Ağa, Akademik’in konuşmasına fırsat vermeden gözünün birini kısıp Tabur Komutanı’nı aşağıdan yukarı doğru süzerek:

      –Komutan, var git kendi işinle meşgul ol, önümüzdekini zehir-zıkkıma döndürme, yoksa tabağı kaldırır kafana geçiririm.

      Tabur Komutanı:

      –Usta niye sinirleniyorsun, ben Akademik’le konuşuyorum?

      –Sana söyledim bir kere! Bunu da iyi anla, biz gideceğiz, gittikten sonra Akademik’in incittiğini duyarsak, nerede elimize geçersen orada yakalayıp horoz gibi öttüreceğiz, anladın mı?!

      Tabur Komutanı çekine çekine:

      –Anladım!

* * *

      Kriminolog odaya girdiğinde Savcı telefonda birisiyle konuşuyordu ve asabı son derece bozuktu:

      –Sana söyledim ya, elimizden geleni yapıyoruz, konunun üzerindeyiz ve durmadan çalışıyoruz. Yahu koskoca Amerika’da elli yıldır Kennedy’nin katilini bulamıyorlar, şimdi sen iki ayağımı bir pabuca sokup üç günde böylesi bir cinayeti aydınlatmamı mı istiyorsun? Şerlok Holms bile cinayeti üç-beş güne aydınlatamamış. Sonra benimle böyle bir tonda konuşmayın lütfen, ne sizin emrinizdeyim, ne de çocuğunuzum, tam otuz yıldır savcılık görevini yürütüyorum. Savcı olduğum zaman sen tıfıl bir askerdin ve tuvalet temizliyordun. Şimdi general olmuşsun, gel de tepemize çık bari! Eğer o birlikte meydana gelen olayları aydınlatmama izin verseydiniz durum bu kerteye varmazdı. Peki, askerler öldüğü zaman niçin böyle yırtınmıyordunuz? Onlar insan değil miydi? Ağızlarından henüz süt kokusu gelen tertemiz yavrulardı. Onların bedduası Albay’ı çarptı. Endişelenmeyin, o yavruların kanı bir gün bizi de boğacak. Bize zarar vermese de çocuklarımızın karşısına çıkacak!-telefonu kapadı, aynı asabi tonla

Скачать книгу