Kadife Yapraklar. Mehmet Özer Kazancı

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kadife Yapraklar - Mehmet Özer Kazancı страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kadife Yapraklar - Mehmet Özer Kazancı

Скачать книгу

zannettiği ümitler, yeniden canlanmaya başlayarak katî bir kanaatle hasta olmadığına hükmetmiş ve yine “Belki Gelir”! diye intizara koyulmuştu!..57

      GELMEZ VE GELMEYECEK

Yazan: R. A Necme Gazetesi 1920-2-13 Tarihli Sayı Belki Gelir Hikâyesinin Yazarı  M. Refik’e İthaf Edilmiştir58

      Her günkü miattan tam bir saat kadar vakit geçtiği halde, henüz vürud etmemesi, kendisinde pek büyük meraklar uyandırarak dehşetli bir hummanın zehirli nöbetlerinde çırpınan hastalar gibi artık ne ateşli dakikalar geçiriyordu.

      Sahnede nazarına çarpan bütün temaşagerân onu bir saniye bile meşgul edememekten, bâ-husus her halde gelmek ihtimaliyle mutmain olan kalbini bir az daha mütehammil etmek ümidini idame etmeye yardım edecek azıcık gafleti istihsal için oradaki her çeşit tarz telebbüslerle mütelevvin tavır ve hareketlere bakmak suretiyle kendi kendini aldatmaya muvaffak olamamaktan mütevellit bir yeis ile azim endişelerin tahti tazyikında bükülmüş, aciz ve melül düşünüyordu.

      Şimdi her anı, bir leyl-i visalin aks-i zuhurâtı kadar acı, her dakikası bir matem gecesi kadar karanlık ve uzun geçen delikanlı, Hüsn u füsunun menazır-ı meşairanesiyle her tarafından aşk u garam taşan sahnenin bütün mahmuriyet velveledarına bigâne, kıskanç hülyaların muhavvif tesiratıyla mağmum, yalnız ve yalnız onu intizar ediyordu.

      ESKİ YAVUKLU

Yazan: Tevfik Celal Orhan İleri Gazetesi: 4 Mayıs 1935 Tarihli Sayı 59

      Turgut yirmi, yirmi beş yaşlarında yakışıklı, dinç bir delikanlıydı. Annesinden, babasından pek erken ayrıldığı için çiçesi Aydın hanımın evinde bulunuyordu. Bunun bin beş yüz kadar lirası bulunduğunu da eklersek, evlenmek çağına yaklaşan genç kız, anneleri için kaçırılmayacak bir fırsat gibi sayılır.

      Hâlbuki Turgut, kendisine uygun bir karıyı daha seçememişti. Bir akşam çiçesi ile karşı karşıya çay masası üstünde dereden tepeden derme sözlerle, ellerindeki bardakları üflerken, aralarında kısa bir muhavere geçmişti:

      – Turgut oğlum, ne zaman evleneceksin?

      – Kendime uygun bir kadını bulduğum zaman

      – Komşumuz Nazife hanımın biricik kızı Suzan nasıl? Serveti de var, güzelliği de.

      – Hakkınız var çiçe, hem varlı hem de güzel. Biraz kaba.

      – Ya Şehla hanımın Süheyla’sı?

      – Çok güzel

      – O halde onu.

      – Hayır.

      – Neden

      – Validesi hasta ve sinirli de ondan. Madem sen benim saadetimi görmek istiyorsunuz, her nesneden önce şuna onay vermelisiniz ki, benim için seçeceğiniz kız iyi yürekli bir babadan düşmüş, güzel gözlü, güzel özlü, güzel yüzlü olsun. İşte bu kadar

      – Pekiyi başkasını ararım.

      – Öyle ya, fakat acele etmeyiniz. Rica ederim. Daha vaktimiz çok.

      İki ay sonra Turgut çiçesinden şu yazıyı alır: “Oğlum, akşam bir az daha erken eve dönünüz. Her nesne istediğinize göre… Çiçen Aydın”

      Doğruydu. Bu yüce yaradılışlı kadının övdüçlediği (?)60 nesne doğruydu. Onun seçtiği kız Toroslular ailesinden ki, pek yüreklikleriyle tanınmışlardı. Hele kızları Nuran Hanım, o kadar şuh ve şakrak, ince ruhlu idi ki, bakışlarından bir türlü doyulmazdı. Mıknatıslı ela gözleri, kara dalgalı saçları, yumuşak ılık teni, tatlı sözleriyle o, sanki başka bir istekle yaratılmış özenişle. İşte Turgut’un düşüncelerinde yaşayan bir kadın…

      Akşam eve geldi. Çiçesi tarafından Toroslular’a takdim edildi. Buluştular, oturdular. Turgut dilinin olanca gücünü harcayarak Nuran hanımın gönlünde açık bir iz, temiz bir sevgi izi bırakabilmişti. O, bir genç kıza kendini sevdirmek, onun sevgisi uğrunda bütün kurumlarını (?) birdenbire anlamak ve örgüde (?) düzgülerini düzmek yolunu bilirdi. Hatta bir yıl evvel komşularına gelen bir dansözün kızı ile nasıl eğlendiğini ve onu nasıl oyaladığını daha unutmamıştı. Turgut bu husus için pek ehliyetliydi.

      Nuran’ın babasına gelince, bu da pek alicenab idi. Bir kaç seneden beri Hayvanat Koruma birliğinde aza idi. Başlıca istediği biricik kızı ağırlayacak bir adama vermekti. Onun için kızına dilekçi çıkan Turgut’un huylarını günlerce, haftalarca araştırıp anladıktan sonra kendilerine pek uygun olduğunu takdir etmiş ve evlenmede hiç bir engel görmemişti. Nişanlandılar. Fakat bu iki güzel yavuklunun az bir zaman için ayrılmaları gerekti. Çünkü bahar gelmiş her taraf yeşillenmiş, bu yüzden Toroslular, o çevrelerdeki köşklerine, Turgut da İstanbul’un gürültüsüz bir köşesinde oturan büyükannesini öğdüçlemek (?) için gideceklerdi. Yüreklerinin duygularını daha bütünüyle birbirine anlatmadan bu iki nişanlı için ayrılmak ne kadar açıydı, Allah’ım. Artık ayrılıyorlar. Nuran, Turgut’un elini sıkıyor:

      – Her gün için bir yazınızı isterim. Diyordu.

      Bunlar yalnız mektuplaşmak ile kalmadılar. Aralarında ilk önce ufak armağanlar gelip gitmeye başladı, sonra armağanlar büyüdü sıkılaştı derken bir armağan yarışıdır koptu. Acaba hangisi daha iyisini seçecek. Nitekim biri işlemeli bir terlik gönerirken, ötekisi değerli bir broş gönderiyor. Hatta bir gün Turgut ormanda avlanırken (?) ve vurduğu bir kaç kekliği taahhütlü olarak Toroslular’ın adresine postalar ve cevabını beklemeye koyulur. Turgut’un beklediği cevap pek ağır geldi. Topu topuna beş kelime: “Efendi! Bağımız çözüldü… Nuran Toros”

      Turgut, beyninden vurulmuş gibi döndü: “Ne! Bağlarımız çözüldü! Bu ne demek? Sebep ne? Ben bunlara ne yaptım? Yoksa Nuran için daha zengin birisini mi buldular? Yok, yok, buna ihtimal yok. Ben Nuran’ı bilirim. Mutlaka başka bir sebep var, fakat ne?”

      Turgut gizli kalan sebepleri anlayabilmek için Toroslulr’a bir yazı yazdı. Cevap yerine o güne dek gönderdiği armağanları geri aldı. Broş, yüzük, keklikler…

      Heyhat, bu gözlerinin önündeki nesneler yıkılan ümidinin enkazı idi. Nuran’ın eli bunlara sürünmüştü. Turgut bunlarda bir koku, Nuran’ın kokusunu arıyordu. Eyvah, Turgut, bütün bu uğursuzlukları son armağanı olan kekliklerden biliyordu. Onun için ayaklarından yakalayarak pencereden dışarı fırlatmak istiyordu. Bu maksatla kalktı, ilk yakaladığı kekliği çekti. Fırlatmak için kollarını salladı. Kekliğin kanadı arasından bir kâğıt parçası düştü. Kâğıdı alıp okudu. Kâğıtta şöyle yazılmıştı: “Gözüm babam beni size mektup yazmaktan menetti. Bununla sizi, olup bitenden haberdar edebilmek için annemin müsadesiyle şu mektubu yazmaya mecbur kaldım. Sizi alicenab ve pek mürüvvetli bir genç sanıyordum. Ne kadar aldandığımı en son armağanınız olan kekliklerin soğuk lâşeleri anlattılar. Meğer siz canavar yaradılışlı, melek görünüşlü imişsiniz. Siz, bu biçarelere kıyarken

Скачать книгу


<p>57</p>

Ata Terzibaşı, Necme gazetesi, Kardeşlik, sayı 189, yıl 27 (1987). Bu öyküyle bu öyküye Karşılık olarak yazılan “Gelmez ve Gelmeyecek” öyküsü için Üstat Terzibaşı’nın yaptığı değerlendirme, ikinci öykünün dipnotunda verilmiştir.

<p>58</p>

Üstat Ata Terzibaşı "Belki Gelir" hikâyesiyle bu hikâyenin değerlendirmesini şu şekilde yapmaktadır: “Bu hikâyelerin ana unsurlarını hastalık geçiren sevgili teşkil etmektedir. M. Refik hikâyesinin sonunda, söz konusu hastalığın geçici olduğunu, hatta sevgilinin hasta bile olmadığını ve yine gelip, intizarda olan aşığını sevindireceğini edebi bir dille anlatırken, R. A kendisine verdiği cevapta hastanın ölümle pençeleşmekte olduğunu ve bir daha gelmeyeceğini söylüyor… Görüldüğü gibi bu hikâyelerde söz konusu edilen “Hasta” ile Osmanlı İmparatorluğu sembolize edilmiştir ki, bu devlete batılılar “Hasta Adam” diyorlardı. İşte M. Refik işgalci İngilizlere karşı hasta adamdan ümit bekliyordu. Bkz: Kardeşlik dergisi: sayı 187 yıl 27 (1987). R.K. rumuzunun Reşik Akif’e ait olduğu sanılmaktadır.

<p>59</p>

Bu hikâye Mevlüt Taha Kayacı tarafından Arapçaya çevrilmiştir. Bkz, Kardeşlik, sayı 196, yıl 29 (1989)

<p>60</p>

Yazılarında sade ve yalın bir dil kullanmaya gayret eden yazarın bu ve metinde soru işaretiyle gösterilen kimi sözcüklerin anlamlarını, sözlüklerde bulunmadığı için, çıkarmak mümkün olmadı. Dolayısıyla yazıldığı gibi buraya aktarıldı.