Kartal Pençesinde Bir Güzel. Hüseyin Yıldırım

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kartal Pençesinde Bir Güzel - Hüseyin Yıldırım страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kartal Pençesinde Bir Güzel - Hüseyin Yıldırım

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      İnsanlar yoruldu, atlar bitkin düştü. Güneş de bunca vakittir yukarıdan savaşı izlemekten yorulmuş gibi, ağır gövdesini yavaşça aşağı bırakmaya başladı. Fakat sabahın erken saatlerinde başlayan Dandanakan Muharebesi henüz duracak gibi değildi.

      Yorgunluktan, susuzluktan, aldıkları yaralardan dolayı atların alt çenesi sallanmış, ağızları köpürmüş; insanların dilleri ağzında şişmeye başlamıştı.

      Bu durum Selçukluların direncini kırsa da, Sultan Mesut’un çoktan beri savaşmak için talim almamış olan askerlerine daha da ağır gelmişti. Onlarda artık ilk baştaki arzu, gayret, hiddet, tertip nizam kalmamıştı. Yüzlerinde “Aman, artık ne olacaksa olsun!” der gibi umursamazlığın, boş vermişliğin ifadesi belirmeye başladı. Bunu ilk önce Sultan Mesut fark etmeliydi; ama hayır, fark edemiyor, göremiyordu. O bekliyordu, “Padişah-ı âlem, biz yendik!” haberinin gelmesini bekliyordu. Ama bu haber ise bir türlü gelmiyordu. Sultan, sakilerin doldurduğu şaraptan ara sıra bir yudum alıp yanındaki vezirlere peş peşe “Hey, ne oluyor!” diye sorup duruyordu. Onlar ise cevap vermek yerine sadece başlarını aşağı eğiyorlardı. Mesut’un sürekli kımıldayarak oturmasından mıdır yoksa konulduğu yer ince kumlu olduğundan mıdır nedendir, kısacası, altındaki taht da olduğu yerde sabit duramayıp kâh o tarafa kâh bu tarafa eğilip bükülerek iki de bir düzeltmek zorunda kalan muhafızlara iş çıkartıyordu.

      Tuğrul Bey ile Çağrı Alp’in ise tahtı düzeltme kaygıları yoktu. Onların tahtı, atın eyeriydi. Seyisin uzattığı kan gibi sıcak sudan ara sıra bir yudum alan Çağrı Alp tekrar kalabalığın üzerine atını sürüp gidiyordu. Tuğrul Bey ise, âdeta üzerinden bulunduğu dağın bir parçasından yontularak yapılmış heykel gibi olduğu yerde kımıldamadan duruyor.

      En sonunda Çağrı Alp öteden gelirken içinde bulundukları hakikati söyledi:

      “Bey kardeşim, artık yardım için gönderecek tek bir adamımız bile kalmadı.”

      Tuğrul Bey sakin duruşunu bozmadan Çağrı Alp’in yüzüne bakıp gülümsedi:

      “Ey, ağabeyim, ikimiz neyiz, adam değil miyiz?”

      Çağrı Alp önce biraz şaşırıp duraksadı ve sonra birden kardeşinin gülüşü gibi babasından sıcak bir söz işitmiş mert bir delikanlı edasıyla tatlı tatlı gülümsedi:

      “Gerçekten mi?”

      “İkimizin daima her şeyi gerçektir!”

      Tuğrul Bey’in çenesi tam bir şey demek için kımıldadı, sonra birdenbire kilitlenmiş gibi donup kaldı; dişleri iyice sıkıldı, kaşları çatıldı. Dünyayı yönetmesi için verilen kuvvetli kollar eğri kılıcın kınını açtı; gök gürültüsü gibi, kaplanın kükremesi gibi korkunç bir ses yankılandı:

      “Çağrı Beyim, bey abim! Sürelim Sultan’ın üzerine! Geri dönen namert olsun!”

      …“Tuğrul Bey kendisi de bizzat savaşa girdi!” haberi Sultan Mesut’a yıldırım hızıyla gelip ulaştı. Aniden tahtından kalktı ve etrafındakilere değil de âdeta Tuğrul Bey’e söylüyormuş gibi:

      “Hey, Selçuk Bey, hey çapulcu!” diye bağırdı. “Dayanamadın mı? Güçlü değilsin! Artık kendinden başka savaşacak adamın kalmamıştır! Ben biliyordum böyle olacağını…”

      Sultanın etrafındakilerin hepsi “Evet, evet!” diyerek nara attılar. Aralarından özellikle belirlenip seçilen birisi, güçlü ses tonuyla bağırarak:

      “Bizim Sultanımız yenilmezdir; o, yenilmez Sultan Mahmut Gazneli’nin oğludur!” diyerek çok içten haykırdı.

      Bu sözler, Sultan Mesut’a gençliğini, savaş talimleri aldığı zamanlarını, rüzgârlarla yarışıp, fırtına gibi eserek at üzerinde tüm hünerlerini sergileyen oğlunu “Aferin aferin!” diyerek alkışlayan hükümdar babasını hatırlattı.

      “Evet, bu tavır çapulcuların komutanının bana meydan okuma davetidir…” deyip Sultan Mesut tekrar o has kendine kinayeli kaba gülüşünü takındı ve “Sultan denince sadece yiyip içip, yüksek sesle bağırıp çağırarak dolaşan biri zannediyor olmalısın… Sultan’ın kim olduğunu bugün sana göstereceğim. Davetini kabul ediyorum, köpoğlu köpek! Senden korkan babasının dölü değildir! Gel beri!” dedi.

      Sultan “Atımı getirin, pusatlarımı getirin!” diyerek hiddetle haykırdı.

      Tuğrul Bey ile Sultan Mesut’un kılıçlarını kınından sıyırıp bizzat kendilerinin de çarpışmaya dâhil olması savaşın gidişatını birden değiştirdi.

      İki tarafın adamları da bu Hz. Ali’nin er meydanında artık “Ya istiklal, ya ölüm!”, “Ya sen ya da ben!” vaktinin gelmiş olduğunu anladılar.

      Genel savaşların bir kaidesi vardır; öncelikle üzerinize gelen komutanı haklamak gerekir! Ancak Doğu savaşlarının başka bir töresi daha vardır; rakip Sultan ya da Padişah ile başa baş savaşıp onu yaralayabilirsin veya esir alabilirsin buna hakkın vardır, fakat öldürmek yasaktır. Bu namertlik kabul edilir.

      …Sultan Mesut’un askerlerinin yüzü Tuğrul Bey’in geldiği tarafa çevrildi. Ölmüşçesine bitkin düşmüş ordunun aklında artık sadece tek bir düşünce vardı: “Bunların beyinden bir kurtulursak belki o vakit bu lanet olası savaş da son bulur. Dinleniriz… suya kanarız…”

      Fakat Tuğrul Bey’den kolay kolay kurtulmak mümkün mü? Hele bir varın yakınına! Başkası iki üç defa kılıç salladığında birisini alt edebilirken onun her darbesinde iki üç atlı yere yıkılıyordu. Tuğrul Bey’in arkasını ve her iki yanını kollamakta olan Çağrı Alp’in darbeleri ise onunkinden de beterdi; savurduğu darbelerle düşmanın atını bile deviriyordu.

      İki kardeşin at üstünde oturuşları da bambaşkaydı. Tuğrul Bey heykel gibi dimdik, dosdoğru oturmuş sadece iki eli ve iki ayağı hareket ediyordu; Çağrı Alp’in atının üzerinde ise insan değil de sanki fırtına oturuyor gibiydi, hareketlerini takip etmeye göz yetişemiyordu. Tuğrul Beyi’n rahatlığı, sakinliği düşmanın moralini altüst ederken; Çağrı Alp çevikliği ile rakibinin gözlerini yanıltıyordu.

      …O vakit “Ya Allah!” diyerek öne atılan Sultan Mesut’un etrafı fedailerle dolu iken Tuğrul Bey ile Çağrı Alp’in birbirlerinden ve de Allah’tan başka koruyanı yoktu. Her Türkmen tek başına! Ama hepsinin de bir gözünün ucu Tuğrul Bey tarafında. Her birinde de “Beyimiz kendisi halledip hakkından gelir!” şeklinde bir güven vardı. Askerlerinin kendilerine olan bu güvenini Tuğrul Bey de biliyordu, Çağrı Alp de. Bu sebeple de her Türkmen’in yaptığı gibi o ikisi de kendi başının çaresine kendisi bakıyordu. Ayrıca, ikisi de o an her bir Türkmen’in kendilerine baktığını, vurdukları darbelerin her birinin Türkmen’in eline, beline iki misli güç kuvvet verdiğini iyi biliyorlardı. Bu bilinç ise onların savurduğu her darbenin gücünü ikiye katlıyordu.

      …Nice yıldan beridir sarhoş olarak dünyayı tek başına yöneten Sultan Mesut’u bugün onun en yakın adamları bile tanıyamadı. Sanki ağzından ateş püskürten ejderha vardı meydanda! Bir elinde aman vermez kılıcı, diğer

Скачать книгу