Kartal Pençesinde Bir Güzel. Hüseyin Yıldırım

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kartal Pençesinde Bir Güzel - Hüseyin Yıldırım страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kartal Pençesinde Bir Güzel - Hüseyin Yıldırım

Скачать книгу

Çarpışma taktikleri mi ustaca yoksa bir yerlerden destek mi yetişti?

      Bir zamanlar Sultan Mahmut Gazneli’nin ordusunda Türkmenler çoktu. Sultan, onların en yeteneklilerinden birisini talim ustası tutmuş, oğlu Mesut’a Türkmen savaşının tüm taktik ve sırlarını öğretmeye çabalıyordu. Geninde Türkmen kanı olan bir yiğit için bunları öğrenmek çok zor bir iş mi! Şehzade Mesut da hemen öğrenmişti. Ancak ne kadar öğrenmiş olsa da Türkmenlerin bazı savaş taktikleri onun için henüz bir sırdı.

      Mesela, bir Türkmen karşıdan kılıcını parlatıp gelir; ne kalkanı vardır ne de mızrağı. Tam karşına geldiğinde de kılıcını tependen birden savurur, sen de o an korkup mecburen kılıcını ya da kalkanını önde tutarsın ancak Türkmen’in kılıcı tam o esnada senin açıkta kalan başka bir yerini bulur…

      Bu taktik ve kurnazlıklara Mesut çok iyi aşinaydı. Fakat sadece kendisinin bilmesi ne fayda, şu ilerleyen koskoca ordu askerinin hangi birine bunları öğretmeye gücü yetebilir ki.

      Ayrıca, bu usulleri sadece kendinin bilmesi yetmez, aynı zamanda altındaki atın da bilmeliydi. Yüz yüze, başa baş olduğunda Türkmen’in atı da taktiklerin tümünü bilir, her türlü kurnazlığı yapardı. Rakibe ne zaman saldırıp ne zaman geri çekileceğini; kılıçlar savrulmaya başlandığında mesafeyi ne vakit ne kadar koruması gerektiğini sahibinden iyi bilirdi. Fırsatını bulursa ağzını kocaman açıp rakibinin ya da atının uygun bir yerinden el kadar parçayı koparıp aldığını hiç fark edemezsin bile. Bu yüzden de aynı anda âdeta iki kişi ile savaşır gibi olursun.

      Yaşlı bir seyisin söylediği “Türkmen’in atı bizimki gibi emanet değildir; Türkmen yiğidi atı ile birlikte doğar, birlikte koşar, birlikte büyür. Bu yüzden de ikisi birbirinin tıpkı hık demiş burnundan düşmüş gibidir.” sözleri Mesut’un kulağına çalınmıştı.

      Sadece atın değil, atlı askerin de diğer atlı askerden farkı çoktur. Mesut’un atlılarının azıkları, suları hatta iğneden ipliğe kadar ne ararsan yanında her şeyi vardır. Ancak Türkmen’inki ise “Bir çakı, sadece bir çakıdır.” Koltuğunun altından bir tandır ekmeği çıksa, bu onun için beyliktir. “Geri kalanını yolda Allah verir!” derler. “Allah!” diyene Allah da Kerim’dir.

      Bunlara “Haydi, yemek için neyiniz var?” diye sorsan “Azığımız var…” deyip gülerler.

      Türkmen’in daima bedeninin hafif oluşu ve atının yorulmak bilmezliği de belki bu yüzdendir.

      Sultan Mesut’un sadece binbaşı ya da yüzbaşılarının değil, sıradan askerlerine kadar herkesin her ay düzenli aldıkları bir ücret vardı. Türkmen’in ise beş kuruş almadan savaştığını Sultan Mesut çok iyi biliyordu.

      Sultan Mesut’un ordusu eksiksiz talime, sıkı bir disiplin ve nizama alışmış ordudur. Bu sebeple komutanlarının dediği dedik, buyurduğu buyruktur.

      Türkmenlerin ise her biri kendisine sultandır. Her biri istediği yerden hücum edip istediği yerden çıkar. Ama dışarıdan bakıldığında bu durum başına buyrukluk, düzensizlik gibi görünse de onlar her an birbirlerinden haberdardır. Birinin sıkıştığı yerde diğeri Hızır gibi yetişir.

      Diğer bir sır ise onların eğri kılıcındadır. Ancak bu sır, eğri olmasında değil, sağlamlığındadır. Sultan Mesut, kendi askerlerinin kılıçlarını en mahir ustalara çelik suyunu verdirip yüksek kalitede biletse de, iki üç ağır savaştan sonra o kılıçlar iş görmez olup uçurumdan fırlatıp atılacak hâle geliyordu. Ama Türkmen’e bir kılıç bütün ömrü boyunca yetiyordu.

      “Bunun çeliğine ne katıyorsunuz?” diye bir Türkmen ustasına sorduklarında, doğru mu yalan mı bilinmez, “Hayvanın boğaz kanı!” diyerek gülermiş. Şakadır muhtemelen!

      “Türkmenler kılıcını kınında çok bekletmez. Kılıç kında durursa, hemen paslanır.” diyerek yine başka biri sohbete katılır. Söz sohbet çok da, ama…

      Mesut atının başını çekti:

      “Ne oluyor? Heyyy tutun onu!”

      Sultan’ın etrafındakiler aniden durup hükümdarın baktığı yöne gözlerini çevirdiler.

      Ta ötede, üzerindeki sahibini eyeri ile birlikte kaybedip içinde bulunduğu hengâmeden ve uğultudan dolayı kuduza dönen çıplak bir at askerlerin arasında oldukça paniklemiş, telaşlı telaşlı iki yana koşuşturuyordu. Koşuşturma bir yana, bu can alıp can verilen kanlı hengâme içinde sahipsiz kalan at az mıydı? Ama o atın hâli, sahibinin intikamını kimden alacağını bilemeden önüne çıkana saldırıyor gibiydi. Garip olanı ise, onun gittiği yerdeki atlılar da onu yakalamak ya da vurup kovalamak yerine, aksine bağrışarak kaçıyorlardı. Ardı adına attan düşenler de görünüyordu.

      Bu ne böyle, acaba yine Tuğrul Bey’in bir oyunu mu? Sultan Mesut’un fillerine özenip o da atın gövdesine kılıç, mızrak vs. bağlayarak savaş meydanına salıverdi mi yoksa?

      O esnada az evvelki çıplak zannedilen atın üzerinde birinin başı görünür gibi oldu. Evet, evet! At sahipsiz değildi. Üstünde tuhaf elbiseli biri vardı. İşte, kılıcını da savuruyordu.

      Tuğrul da değil. Çağrı mı acaba? Çağrı Alp’in at üstünde yaptığı oyunları Sultan işitmişti.

      Hangisi ise hangisi, ne fark eder! Böyle yaptığını yapmaya devam mı edecek?

      Sultan öfkeyle atının böğrünü tekmeledi. Bu ani tekmeden irkilen zavallı at, ağzındaki gemi ısırarak öne fırladığında az kalsın sahibini üzerinden düşürüyordu.

      Mesut kendini toparlayıp tekrar kılıç ve gürzünü hazır etti.

      Ancak bir süredir kılıç sallamayıp soğuduğundan mı nedense elleri oldukça ağırlaşmış gibiydi. Ziyanı yok, tekrar ısınır.

      Sultan Mesut’un öfkesi nedense özellikle bu çıplak atla kabarmıştı. Sadece ona odaklanmış gidiyordu. Kaplan gibi eğilip doğrularak Sultan’ın ordusunun kâh sağından kâh solundan kurt gibi saldıran o Türkmen’in ise şu an elindeki kılıcı ile altındaki atından başka hiçbir şeyi yoktu. Ama… bu ikisi kâfi değil miydi?

      …Agöyli ve atının ise şu an tam da çarpışmaya iyice ısındığı vakitti. Sağdan soldan atılan ve az çok isabet eden okların sızısını hissetmiyorlardı bile. Aynı zamanda, birbirlerine dinlenme fırsatı da yaratıyorlardı. Bunu nasıl yapıyorlar ki!

      Agöyli bazen atından sıçrayıp iniyor ve bir eliyle onun yelesine yapışmış koşarak giderken, diğer eliyle de yaya olarak savaşmaya koyuluyordu. Tehlikede kalıp savunmaya geçmesi gerektiğinde de atının altından sünüp diğer tarafa geçiyor… Çok yorulduğunda da atının üstüne kendini atıp boynuna sarılıyordu. At o anda kuş gibi uçup sahibini kargaşadan ve insanlardan uzak bir yere götürüyordu. Ölümcül bir yara almadıkça onları yorarak alt etmek mümkün değildi.

      “Hey, çıplak Selçuk! Hokkabaz Türkmen! Gel bakalım, sihirbazlık nasıl olurmuş sana bir göstereyim!” deyip Sultan Mesut da dişlerini gıcırdatarak bazen kılıcının ters tarafıyla atının sağrısına vurup öne atılıyordu.

Скачать книгу