Türk Kimliği. Ayvaz Gökdemir

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türk Kimliği - Ayvaz Gökdemir страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Türk Kimliği - Ayvaz Gökdemir

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      Elbette, merhametsiz, vicdansız, vahşi, sömürücü, sömürgeci, saldırgan, emperyalist ve kanlı Batı milliyetçiliği ve onun zıddı gibi görünen fakat gerçekte Panslavizmin kızıl maskelisi olan Sovyet emperyalizmi, âdil, insani ve ahlâkî bir çizgiye çekilerek ıslah edilmeli, bir daha da hortlatılmamalıdır. Fakat bunların bugün Asya’da, Afrika’da, kendi dışlarında bulunan dünyaya milliyetçilik karşıtı telkinlerde bulunmaları, sağladıkları dünya hâkimiyetini değişik metot ve politikalarla devam ettirmek ihtirasından kaynaklanmaktadır. Bir menfaat dengesi sağlamışlardır, onu bozdurmak istemiyorlar. Yani, kendisi dama çıkan, başkası çıkmasın diye merdiveni itiyor! Kültür onlarınki, medeniyet onlarınki! Güç onlarda, insanlığa her türlü standardı onlar veriyorlar, verecekler. Buna göre bir dünya düzeni kurmuşlar. Şimdi bu düzeni bozdurmak isterler mi? Başka kültür, başka medeniyet, başka insan standardı, başka ekonomi odağı, başka siyaset mihrakı olmamalıdır. Bir Japonya örneği onlar için yeteri kadar ürkütücü ve can sıkıcıdır…

      Kendi sistemlerinin azgınlık patlamaları olan iki dünya harbinin ve bu sistemin azman çocukları olan faşizmin, Nazizmin, komünizmin yarattığı ürküntü ve dehşeti anlamamak mümkün mü? Fakat anti-nasyonalist Batı tavrının gerisinde, işaret etmeğe çalıştığım tarzda bir başka gerçeğin yattığını da gözardı etmemek lâzımdır.

      Buna rağmen, bugün bütün Batı ve bütün dünya, Orta ve Doğu Avrupa’da Demirperde’yi parçalayan ve Sovyetler Birliği’ni büyük bir deprem hâlinde sallayan ve sarsan milliyetçi ve demokratik gelişmelere, ister istemez saygı duymakta ve şapka çıkarmaktadır. İkiyüzlü ve çifte standartlı davranmaları her zaman mümkündür, fakat bu gelişmeleri durduramayacaklardır.

      II

      TÜRK MİLLETİ VE TÜRKİYE

      Biz Kimleriz?

      Biz insanlık âleminin en şerefli topluluklarından biri olan Türk milletindeniz. Milletimiz, dünyanın büyük, orijinal ve köklü kültür meydana getirmiş ve bu sebeple insanlık târihinde büyük roller oynamış bir kaç büyük milletinden biridir. Hunlardan Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar yaklaşık 2500 yıldan beri Arz üzerinde devlet sâhibi olarak yaşarız. Yazının icadı ile başlayan insanlık târihinin üçte birinden fazla bir sürede kesintisiz devlet, yani istiklâl ve medeniyet sâhibi olarak varız.

      Türk siyâsî birliği Hunlarla kurulmuş ve Türk kültürünün mayası, M. Ö. 220 ila M. S. 216 arasındaki dört buçuk asırda oluşmuştur. Bu kültür ve devlet geleneği, sonraki asırlar içinde, değişerek, yenilenerek, unsurlar kaybedip unsurlar kazanarak fakat aslî karakterini ve özünü kaybetmeden bugüne ulaşmıştır.

      Bu târihî akış içinde, en köklü, şümullü ve köşeli değişme, milletimizin İslâm’la müşerref oluşudur. Göktürkler çağında başlayan İslâm’la temas, 924 senesinde Karahanlı hükümdarı Satuk Buğra Han (901 – 955)’ın milletini Müslüman olmaya dâvet eden kutlu fermanı ile noktalanmış; bu noktadan itibâren Türk milleti ve Türk kültürü, maddî ve manevî bakımdan yeni bir istikâmete tevcih edilmiş, yeni bir âleme açılmıştır. Neticeleri bakımından hem Türk târihinin, hem dünya târihinin dönüm noktalarından biri olan bu karardan, yani 1000 yıllık “Gök Tanrı” dîninin yerine Büyük Türk Hakanlığı’nın “tek ve resmî dîn”i, olarak İslâm’ın ikame edilmesinden sonra, Türklük, stratejik hedef olarak Yakın ve Orta Doğu’ya yönelirken, Türk kültürü de Kâşgar’da İslâm imânı etrafında yeni bir mayalanma dönemine, feyizli bir inkılâp sürecine girmiştir. Bir asır gibi kısa bir sürede bu süreç tamamlanır; Türk milleti gönüllü kitleler hâlinde, yaratılış ve hasletlerine çok uygun gelen bu yeni ve kutlu dîni benimser, Kâşgar’da çalınan maya ile İslâmî Türk Kültürü kararını bulup şekillenir. “Oğuz’un altın nesliAbdülkerîm Satuk Buğra Han’ın şahsında “i’lâ-yı kelimetu’llah” kutsal görevi ile Allah tarafından seçilmiş ve Hz. Peygamber tarafından üç asır önce müjdelenmiş millet olduğuna kemâl-i samimiyetle inanmakta ve bu yeni misyonun çok yüksek gerilimi ile genç bir küheylan gibi siyâsî, askerî, medenî şahlanışlara hazırlanmaktadır.

      Vatan ve Devlet

      Kâşgar’da mayalanıp kararını bulan “Müslüman Türk” kimliği ve İslâm îmânı ile pekişerek, İslâm’ın feyzi ile nurlanıp zenginleşerek nihâî gayesini bulmuş târihî “Türk Cihan Hâkimiyeti Ülküsü” ile geldiğimiz bugünkü Türkiye toprakları ise, büyük târihimizin en şerefli ve her bakımdan en büyük bölümü olan son bin yılında mübarek ve mukaddes vatanımız olmuştur. Türkiye Türk Târihi, Büyük Türk Târihi’nin her bakımdan zirvelerini teşkil ve temsil eder. 2500 yıllık kesintisiz Türk istiklâl geleneği de XX. asırda yalnız Türkiye Türk Devleti’nde yani Türkiye Cumhuriyeti’nde devam etmektedir. Kuzey Kıbrıs Türk Devleti’nin varlığını Türkiye Cumhuriyeti’nden ayrı mütâlâa etmeyerek böyle söylüyorum. (Türk Cumhuriyetleri, 1991’den, yani kitabın ilk basımından sonra istiklâl kazandılar.)

      Tabiatiyle, bir toprak parçası durup dururken vatan olmaz. Toprakları vatan yapan, kan, îman ve irfandır. Kan, iman ve irfan (kültür)la yoğrularaktır ki alelâde bir coğrafya parçası vatan olur. Bazı târihî hatırlatmalarla hâfızalarınızı tazeleyerek üzerinde yaşadığımız coğrafyanın nasıl “Türkiye” olduğunu, Türk Devleti’nin nasıl kurulup bugüne ulaştığını yeniden dikkatlerinize sunmak istiyorum:

      26 Ağustos 1071 Cuma günü, Van Gölü’nün 45 km. kuzeyindeki Malazgirt ovasında 50.000 kişilik Müslüman Türk ordusu saf tutup Cuma namazını edâ ettikten sonra, sultanı ve sıra neferi aynı safta, aynı iman ve aynı heyecanla gök gürler gibi tekbir ve tehliller getirerek hücuma geçti. Daha önce defaatle yokladıkları bir ülkeyi açmaya kat’î karar vermişlerdi. Hava kararırken 200.000 kişilik Bizans ordusu şimşek parıltılı Türk kılıcına râm olmuş ve Anadolu, Türkçe konuşarak ve “Allahü Ekber!” diyerek gelen gönlü tevhîd nuru ile aydınlık Müslüman Türk’e açılmıştı. Dört sene, sadece dört sene içinde Kutalmış oğlu Süleyman Şah’ın kumandası altında Türk atlıları Marmara kıyılarına ulaşmış, İznik alınarak burası ilk payitaht (başkent) olmak üzere ebedî Türkiye Devleti kurulmuştu.

      1075’te kurulan devlet, 22 sene sonra kendisini, birinci dalgası 200.000, ikinci dalgası 600.000 kişilik I. Haçlı Ordusu’na karşı müdâfaa mecbûriyetinde kaldı. Türk ordusu 150.000 atlıdan ibâretti. Sultan I. Kılıçarslan, Asya bozkırlarına geri dönmedi. Bu yeni ve sevgili vatanı, ne bahasına olursa olsun, müdâfaaya karar verdi. Kudüs’ü hedeflemiş olan Haçlı Ordusu, Antakya önlerine vardığı zaman sâdece 100.000 kişi kalmıştı! Anlaşıldı ki Türk’ün vatanım dediği toprak, düşmana ancak mezar oluyordu…

      Buna rağmen, birincisinden 15 sene sonra ikinci Haçlı Ordusu geldi. Selçuklu tahtında Kılıçarslan’ın oğlu I. Mes’ûd vardı. Haçlıların 75.000 kişilik birinci dalgasını Konya ovasında karşılayıp imha eden Sultan Mes’ud, bunların artıkları ile birleşerek gelen 150,000 kişilik ikinci dalgayı Yalvaç’ta vurmaya başladı, vura vura Toros geçitlerinden aşırdıktan sonra Ceyhan’da asıl öldürücü darbeyi indirdi. Geride kalanlar Antakya’ya sığındılarsa da bilâhare Şam civarında bir kere

Скачать книгу