Türk Kimliği. Ayvaz Gökdemir

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türk Kimliği - Ayvaz Gökdemir страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Türk Kimliği - Ayvaz Gökdemir

Скачать книгу

de hâsıl olmuştur. Meselâ, Büyük Alâeddin devrinde babası ile birlikte Türkiye’ye gelip Konya’ya yerleşen Mevlânâ’nın “Belhî” (Belhli) değil de “Rûmî” (Anadolulu) olarak şöhret kazanması da bir bakıma, bu uğursuz Moğol tazyikinin uğurlu ve feyizli yemişlerinden biri sayılabilir.

      Vuruşkan, zorba ve medeniyetçe geri göçebe istilâsının tipik örneği Moğol istilasıdır. Gerek kuzey, gerek güney kuşağında Türk ülkelerini istilâ eden Moğollar ki Cengiz Han’dan sonraki dört dalın üçüdür, 70–80 sene içinde Türkleştiler ve İslâmlaştılar. Türkler gibi Sünnî-Hanefî mezhebini benimsediler ve Moğolcayı tamamen unutup Türkçe konuşmaya başladılar. İslâm’dan, hattâ Mîlad’dan önceki dönemlerde de Moğollar, Türk kültürünün pek çok unsurlarını iktibas edip benimsemişler ve kan bakımından da kısmen bir Türk Moğol karışması olmuştu.

      Burası Türkiye

      İşte, çok sür’atli dokunuşlarla hatırlatmaya çalıştığımız o günlerden bugünlere kadar bu vatan üstünde, Türk’ün “kendi gök kubbesi”nde günde beş vakit ezanlar inler; göğün katları ve yerin katmanları, “Allah bir ve ekber, Muhammed hak peygamber” mesajı ile titrer… İşte o günlerden bugünlere kadar bu topraklara Türk’ün kanı sızar, alın teri ve gözyaşı damlar… İşte o 1071 Ağustos’unun cumasında 50.000 kişilik cemaat-ı kübrâ halinde kılınan ilk namazdan beri, yaklaşık 48.000 cuma namazında, 1800 küsur bayram namazında, yüz binlerce vakit namazında Türk alınlar bu topraklar üstünde secdeye varmıştır… Vatan semâları, dalga dalga tekbir ve tehlillerle arınmış, aydınlanmıştır.

      Gerek almak, gerekse korumak için 26 Ağustos 1071 ilâ 26 Ağustos 1922 arasında, bu topraklar uğruna sultan ve pâdişâhlardan, sadrazam, vezir ve paşalardan adsız neferlere kadar binlerce, yüzbinlerce şehit vermişizdir. Bu sıradan bir söz ve rast gele bir genelleme değildir; bildiğimiz isimleri sıralamaya kalksak satırlar ve dakikalar yetmez ve mutlaka hatâ yaparız, noksan bırakırız. Hepsinin ruhu şâd olsun, hepsine Allah rahmet etsin…

      Mehmetçik

      Süleymaniye’de Bayram Sabahı şiirinde milletimizi, “Ordu milletlerin en çok dövüşen en sarpı “ diye niteleyen Yahya Kemal Beyatlı, aynı şiirde “Mehmetçik”i şöyle anlatır:

      Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri

      Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbîr’i;

      Ne kadar sâf idi sîmâsı bu mü’min neferin;

      Kimdi? Bânîsi mi, mîmârı mı ulvî eserin?

      Tâ Malazgird ovasından yürüyen Türkoğlu

      Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,

      Yüzü dünyada yiğit yüzlerinin en güzeli,

      Çok büyük bir işi görmekle yorulmuş belli.

      Hem büyük yurdu kuran, hem koruyan kudretimiz.

      Her zaman varlığımız, hem kanımız, hem etimiz.

      Vatanın hem yaşayan vârisi, hem sâhibi o,

      Görünür halka bu günlerde teselli gibi o,

      Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde,

      Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde…

      Evet, Malazgirt’ten yürüyen “Türkoğlu” bu neferdi! İstanbul’u fetheden de, oraya ebedî Türklük mührü olarak Süleymaniye’yi diken de odur. 26 Ağustos 1071’de Malazgirt ovasında akan kanla 26 Ağustos 1922’de Afyon’dan İzmir’e doğru akan kan aynı kandı! Anadolu’nun doğusunda ve batısında dokuz asır ara ile bu neferin yüreğini kanatlandıran aynı îmandı! Benimsediği günden itibâren o bu îmandan hiç ayrılmadı. Bu îmana adanmış Allah askeri olarak yaşamaktan hiç geri durmadı, hiç bir zaman yılmadı! 9 Eylül 1922’de İzmir Kordonu’nda bir zafer marşı besteleyen nal sesleri, “Allah Allah!” haykırışları, Malazgirt, Eskişehir, Konya, Isparta, Ceyhan ovalarından, Kosova’dan, Niğbolu’dan Varna’dan, İstanbul’dan, Trabzon dağlarından, Çaldıran’dan, Kahire önlerinden, Belgrad’dan, Budin, Eğri, Uyvar’dan, Ege ve Akdeniz adalarından, Rusya steplerinden, Kafkas eteklerinden, Afrika ve Habeş çöllerinden, Körfez’den, Yemen’den… kulağımızda uğuldayan aynı sesler, aynı gülbanklerdi… Şâirin, bir bayram sabahında Süleymaniye cemaatinin arasında gördüğü, gözleri yaşlı, yiğitler güzeli mümin nefer, bugün de vatanın yaşayan vârisi ve sâhibi sıfatıyla, Habur suyunun kıyılarında, Cûdi dağının tepelerinde, hâlâ Türk kanına doymadım diyen topraklara kan veriyor, can veriyor!

      Bugün Türkiye’de, maalesef, vatanı kuran, kurtaran ve yaşatan kanı, imanı, irfanı inkâr edenler, yok saymak, yok hükmünde tutmak, mahkûm vaziyette bırakmak isteyenler var. “Türküm ve Müslüman’ım” demeyi suç-kabahat halinde görenler, gösterenler var. Fakat şükürler olsun ki, her devirde olduğu gibi, nefes aldığı sürece kanının, îmânının ve irfanının davacısı olacak milletin öz oğulları ve kızları da var…

      Toprağımızın Mânevî Sahipleri

      Türkiye’nin neresine baksanız, neresini kurcalarsanız, şehidler, gaziler, kahramanlar, âlimler, evliyalarla ilgili maddî ve manevî izler, hatıralar, eserler görürsünüz. Köylere kadar böyledir bu.

      En büyüğünden en küçüğüne kadar fetihlerimizde, gazalarımızda manevî işaretler, gerçek’ten daha mühim efsâneler, inanışlar vardır. İstanbul’u fethetmeden önce yaşayan evliyamız Akşemseddin, sûr dibinde şehid sahabî Ebâ Eyyüp Ensârî’nin mezarını keşfetti. İstanbul’un Eyüp semti onun ismini taşır, başka birçok semtleri başka evliya ve kahramanların isimlerini taşıdığı gibi.

      Konya’da Mevlânâ, Kırşehir’de Hacı Bektaş, Ahî Evran, Kayseri’de Seyyid Burhaneddin, Bilecik’te Edebalı, Bursa’da Emir Sultan, Akşehir’de Hoca Nasreddin, Göynük’te Akşemseddin, Ankara’da Hacı Bayram, İznik’te Eşrefoğlu, Tillo (Siirt)’da Erzurumlu İbrahim Hakkı, Kastamonu’da Şaban Veli, Eskişehir’de ve Türkiye’nin bilmem kaç yerinde Yunus Emre hazerâtı yatmaktadırlar. Bunlar hemen akla ve dile geliveren en şöhretliler. Bunların yanına katılacak binler var. Anadolu Erenleri de bir ordu idiler. Yaşarken vatanı kurdular, öldükten sonra da manevî feyizleriyle nesillerin ruhlarını yoğurmaya devam ettiler. Halen bu vatanın en sarp manevî siperleri onların mübarek mezarları, türbeleridir. Öyle olmasa küstah ve terbiyesiz Yunan palikaryaları Bursa ve İznik’te önce türbelere saldırırlar mıydı?

      Toprağın Dini ve Milliyeti

      Bu toprakları önce kanımız, sonra alın terimiz, göz nurumuz, gönül cevherimiz, gözyaşımızla nakış nakış işlemiş, her köşesini “taşı yenmiş nice bin işçi ve mîmâr”ın elinden çıkma maddî eserlerimiz ve mâneviyatımızla doldurmuşuzdur. Türkiye, Doğu Beyazıt’taki İshak Paşa Sarayı’ndan Edirne’deki Selimiye Camii’ne kadar kubbeler, künbedler, minareler, taşa geçmiş nakışlar, oya gibi işlenmiş mermerler, çiniler, ahşaplar, minyatürler, hüsnühatlarla Türk mührünü, Türk damgasını taşır…

      Asırlar süren gayretlerle bu coğrafyanın dağını, taşını, toprağını, ağacını, suyunu, kurdunu, kuşunu kanımız, irfanımız, imanımızla

Скачать книгу