Türk-Moğol Mitolojisi. Akedil Toyşanulı

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türk-Moğol Mitolojisi - Akedil Toyşanulı страница 12

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Türk-Moğol Mitolojisi - Akedil Toyşanulı

Скачать книгу

Moğollarda bulunmaktadır. Böylece bu konudaki Kazak mitinin epeyce derli toplu hâle gelerek olgunlaştığı ortaya çıkmaktadır. Moğollarda kurdun yemeği hakkında tek bir anlatı ile karşılaşılmaktadır. Varyant şu şekildedir: “Eskiden Tanrı insanlar ile hayvanlara yemek paylaştırırken kurdu unutmuş. Sonra, “Sana ayrılmış bir yemek yok, yüz koyundan birini alıp ye.” demiş. Kurt çıkıp giderken yanlış anlayıp “Yüzünü öldürüp birini bırak mı dedi?!” diyerek gözden kaybolmuş. Sonra o, koyunlara saldırdığında yemese de bütün sürüyü boğup yaralayıp bırakırmış (Tserensodnom, 1989: 95).

      Kurdun yanılması durumu Kazaklarda Moyıl je dedi me, moyın je dedi me? [Kuşkirazı mı ye dedi, boyun mu ye dedi?] ya da Jeti kün elden, bir kün jerden dedi me? [Yedi gün elden yedi gün yerden dedi mi?] şekillerinde bulunmaktadır.

      Kısacası bu metinlerde hayvan ile insanın beslenme tarzı ele alınmakta, toplayıcılık döneminin sona erip hayvancılık evresinin başladığı dönem aktarılmaktadır. Bununla birlikte insanın yine tabiattan ayrılıp sosyal hayatın bir parçasına dönüşmesi betimlenmektedir. “Ot-et”, “mal-adam”, “mal-kurt” kavramları karşı karşıya getirilip önceleri tabiatın kuytu köşelerinde kalmış malın, insan sahipliğine geçişi meşrulaştırılmaktadır.

      Uysal koyunun kutsal kabul edilişinin, “diline diken batmayan” hemen ikna olan devenin meraya girmeden tenha yerlerde otlamasının, bağırtkan keçinin saygı görmeyen bir hayvana dönüşümünün, ineğin insana yakınlığının, kurdun acımasız oluşunun sebebi bu hayvanların karakterine ve tabiatına uygun olarak açıklanmış; bunlar hakkında kavme bir istikamet tayin edilmiştir. Genel olarak Kazaklar keçinin başka dünyanın temsilcileriyle sıkı ilişkide olduğunu düşünmüş ve onu beğenmemişlerdir. Mesela albastı ile şeytan, keçi kılığında meleyerek gezmektedir ya da bu tür yaratıklar genellikle keçi ayaklıdırlar (Kaskabasov 1984: 105-106). Kazaklar, G.N. Potanin’e “Keçi şeytanın malıdır, koyun cennetten çıkmıştır. Keçi mezara çıkar.” demişler (Potanin, 1881: 96). Bir sonraki metin şu şekildedir: “Bütün koyunların babası Şopan Ata. O keçinin ise babası yokmuş. Bir gün koyun güden çobana sahibi ‘Eğer doğacak olan yavru, Şopan Ata’ya benzemez ise senin olur.’ demiş. Şopan Ata daima kuzuları doğururmuş. O zaman çoban onun karnına sopayı sokmuş. Şopan Ata hamile kalmış, kuyruk yağı olmayan ancak kuyruk sokumu olan keçi doğurmuş. Sahibi keçiyi kendi malı kabul etmeyip çobana vermiş.” (Potanin, 1881: 152-153; KF 1972: 56; HTKE 1979: 41).

      Bu metinde Şopan Ata yaratıcı, kahraman çoban ise trikster (aldatıcı) kahraman işlevini yerine getirmektedir. Elbette eski dünya görüşünde sopa, kozmos ağacının işlevini yerine getirdiği için dünyanın yaratılışı hakkındaki Türk-Moğol mitlerindeki aldatıcı kahraman şeytanın Tanrı ile iddialaşıp dünyayı yaratacağı sihirli bir araca dönüşecektir. Burada da çoban sihirli sopayı kullanmaktadır ve onun sonucunda koyuna benzemeyen, seke seke yürüyen, kuyruğu sivri keçi “yasaya aykırı” şekilde doğmuştur. Demek ki Kazakların algısında keçi birçok sebebe bağlı olarak değerli görülmemektedir. Bu algı Moğollarda bulunmamaktadır. Ancak Buryat baksısı davulunu keçi derisinden yapmaktadır (Pürev, 2002: 245). Moğol baksısı, kargış söylerken kara keçi kesip onun kan damlayan ciğer ve yüreğini kara ongunun önüne koyar (Pürev, 2002: 313).

      Kuşlar hakkındaki Kazak ve Moğol metinleri de genelde olduğu gibi ortak özellikler taşımaktadır. Mesela bazı kahramanlarda önemli özellikler bulunmaktadır. Kazaklardaki “Süleyman padişah ile baykuş” hakkında anlatılan efsanenin Moğollardaki varyantı şu şekildedir:

      “Geçmişte kuş padişahı Simurg’dur. Onun karısı Üki [Puhu kuşu] ‘Bütün kuşların toplanması gerekli.’ der. Buyruğu yerine getirip toplanan bütün kuşlar, gagaları delinmiş şekilde sıralandıktan sonra şımarık kadın, bütün kanatlıların yumuşak tüyleri üzerine oturur. Burada sadece baykuş toplantıya geç gelir. Han neden geciktiğini sorar: Baykuş;

      ‘Dünyayı gezip hızlı hızlı üç yıl uçtum, süzülerek yetmiş yıl uçtum. Orada üç büyük eğlence gördüm.’ der. Simurg ‘O nasıl bir eğlence?’ der. Baykuş ‘Gün az, gece çok denileni gördüm. Çünkü bulutlu günleri geceye ekledim. Kadın mı çok erkek mi çok bunu da bildim. Kadın çokmuş. Çünkü kadının sözünü dinleyenleri kadınların sırasına ekledim.’ der. Sözün manasını anlayan Simurg kuşları serbest bırakır ve şımarık puhu kuşuna ‘İkimiz gece buluşalım.’ der kandırarak. O günden beri puhu kuşu geceleri uğuldayıp çağırır, kocasını arar.” (Potanin, 1919: 52; 45: 133).

      Kazaklarda buradaki Simurg’un işini Süleyman padişah, baykuşun işlevini kukumav yerine getirmektedir (Dala Val. 1989: 116-117). Buryatlarda puhunun, kuş padişahının kızı olduğu bir örnek bulunmaktadır (Hangalov, 1960: 29).

      Bazı Kazak anlatmalarında kukumav, cadı padişahını söz ustalığıyla yenip tövbe ettirir (KHE 1988: 265-267). Süleyman suretinin Kazak anlatmalarına sağlam bir şekilde yerleşmesi, aşağı yukarı İslam kültürünün gelişinden sonradır. Zira bu kahramanın adı Moğollarda hiç geçmemektedir. Anlatı uluslararasıdır (AA 981 I), kuş kemiğinden saray yapmak konusu ile birçok halk arasında yayılmıştır (Sravnitel’nıy… 1979: 252).

      Moğolların bu konudaki bazı anlatmalarında kukumav kuşunun işlevini zaman zaman Jarkanat [yarasa] yerine getirmektedir (Tserensodnom, 1989: 116-117). Kazaklardaki bir anlatmada yarasa, Süleyman’a akıl veren bir bilgedir. Eskiden peygamber Tak Süleyman padişahken bir gün dertlenip havada uçup yoruldum diyerek dinlenmek ister. Bundan sonra güneş gelir o da istekte bulunur. Dünyayı çok gezip dinlenmek istiyorum, der. Bunun sonunda ırmak da böyle istekte bulunur.

      Süleyman, en yakın kişileri ile fikir alışverişinde bulunurken kukumav şöyle söyler: “Eğer rüzgârı durdurursanız hava bozulur dünyada hiçbir canlı mahluk yaşayamaz.” der. “Eğer suyu durdurursanız o akmayınca kokar, içilemez. Eğer güneşi durdurursanız insan hangi zamanda olduğunu bilemez. Sabah mı akşam mı bilemez, namaz vaktini de bilemezdi. Ay durdurulursa orucunu bilemez.” der. Süleyman bunları duyup hepsinin isteğini kabul eder. Sonra hepsi yarasaya sinirlenip rüzgâr “Onu yakalayıp öldüreyim.” demiş. Güneş “Bana görünürsen sıcaklığımla yakar öldürürüm.” demiş. Irmak “Su vermeyip kurutup öldürürüm.” demiş. Bundan sonra yarasa Süleyman padişaha varıp yardım istemiş. Süleyman dua etmiş, sonra yarasanın bir kanadında su, bir kanadında süt olmuş. Hem suya hem de yiyeceğe ihtiyacı kalmamış. Süleyman, onun yaşayacağı yerleri yar altına rüzgârın değmeyeceği yere yapmıştı; güneş ve ay da engel olmuyordu ve su da oraya ulaşamıyordu (Dala Val. 1989: 44-45).

      Kazaklar ve Moğollarda akıllı yarasa, kozmosun düzenlenmesine müdahil olan yaratıcı kahramanla uyumlu hareket eden aktif bir kuştur. Altaylıların bir anlatmasında ise Dyarganat adlı kişi, anlatmada Tanrı ile çekişip onu söz ustalığı ile yendiği için incinen Tanrı onu kuşa çevirir (Şatinova, 1979: 99). İkinci anlatmada o, Tanrı’nın çocuğunu tedavi etmek için aşağı dünyanın sahibi Erlik’e canını vermemesinden dolayı sürülen kam (baksı)’dır (Ergun, 1997: 716).

      Moğollarda kukumav kuşunun işlevini gören baykuş övülmektedir. Kazaklarda tam tersine akraba puhu ile kukumava ihanet eden bir hain, kukumavı Süleyman padişahın cellatına teslim eden biri olarak karşımıza çıkar (KHE 1988: 264-265).

      Kazak ve Moğollarda ortak olan bu anlatmalarda kukumav, yarasa, baykuş, puhu gibi akraba kuşların başkalarına

Скачать книгу