Türk-Moğol Mitolojisi. Akedil Toyşanulı

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türk-Moğol Mitolojisi - Akedil Toyşanulı страница 13

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Türk-Moğol Mitolojisi - Akedil Toyşanulı

Скачать книгу

uzaklaşıp hayvan masallarına dönüşmüş anlatmalar olarak bakmak da mümkündür. Fakat Kazaklarda karşılaşılan bir anlatmada bıldırcın, kuşların yoluna engel olan dağı delip onların serbestçe uçması için yol açmak suretiyle yaratıcı kahramana uygun bir işlev üstlenmektedir:

      “Geçmişte alt tarafta bir büyük dağ varmış. O dağdan öte yana hiçbir kuş uçamıyormuş. Pek çok avcı, hızlı kuşlar bunu gerçekleştirmek istemişse de güçleri yetmemiş. Kartalın cesareti geliyor ama geçmeyi başaramıyormuş. En sonunda “Şimdi kim kaldı?” denildiğinde bıldırcın dışında hepsi harap olmuştu. Bıldırcının meşhur olanını çağırılmış.

      Tevekkül deyip bıldırcın uçmaya başlamış. Yükselmiş ancak dağı o da aşamamış. Sonra öfkelenen bıldırcın fırlayıp dağa göğsü ile vurmuş. O zaman dağın diğer tarafına geçmiş. İşte o günden beri bıldırcın konarken ayakları üstüne değil göğsü üstüne konuyormuş. Kuyruğu ise neden kısa dersek biraz önce bahsedildiği üzere kuyruğu dağ arasında kopmuştu. … Yoksa eskiden bıldırcının kuyruğu sülünün kuyruğu gibi uzun olmalıymış. Böylece yüksek dağdan aşamayan kuşlar bıldırcının açtığı delikten geçerlermiş.” (KHE, 1988: 63).

      Bu anlatma Moğollarda yoktur. Kazaklar ve Moğollarda ortak bir şekilde bıldırcın, hilekâr tilkiyi kandırıp onun ağzından kurtulmuşsa da kuyruğunu tilkinin ısırmasından kurtulamamıştır. Bu nedenle de kısa kuyruklu kalan bıldırcın hayvan masalının kahramanıdır. Buradaki bıldırcın ise kuşlar için yol açıp dağı delen kısacası tabiatı düzenleyen yaratıcı kahramana benzemektedir.

      İki halkta da paralel olarak karşılaşılan “Aladoğan ile Delice doğan” hakkındaki bir anlatma da ilginçtir. Moğollardaki aladoğan hakkındaki anlatma şu şekildedir:

      “Eskiden özel bir güce sahip olarak yaratılmış aladoğan, insanın başına doğru hızla gelip ona vuruyormuş. Beynini alıp azık ediyor, yiyormuş. Bir gün Tanrı ile karşılaşmış ve Tanrı kendisine:

      –Sen neyle besleniyorsun? diye sormuş.

      –Ben insanın başını delip beyni ile besleniyorum, demiş aladoğan.

      Tanrı ‘Öyle ise sen yeteneğini bana göster bakalım.’ diyerek insanın kafatasını aladoğanın yanına bırakmış. Aladoğan göğe doğru uçup geri dönerken kafatasının yerine ak yuvarlak taşı koymuş. Gökyüzünden hızla gelip taşa vuran aladoğanın gagası un ufak olmuş, aklı başından gitmiş. Aladoğanın aklı başına geldikten sonra Tanrı ‘Şimdi senin insanın başını oyup beynini yiyeceğin zaman bitti. Kuru kafatasını almayıp canlı adamın başını oyayım diye ümitlenme.’ diyerek aladoğanın güç kuvvetini geri vermiş.” (Bennigsen, 1912: 22; 45: 128-129).

      Kazaklardaki “Delice doğan niçin çizgili olmuş?” sorusuna cevap veren varyant şu şekildedir: Bu varyanta göre “Eskiden delice doğanın göğe yükselip inişe geçerek yaptığı vuruş, demiri kıracak kadar güçlü olurmuş. Bir gün insana “Değirmen taşını kıracağım.” deyip söz vermiş. İnsan “Kıramazsın.” deyip inatlaşmış. Delice doğan uçup gelmiş, bir taşı kırmış fakat insan onun yerine sağlamını koymuş. İki defa böyle olmuş. Üçüncü defasında vurduğunda bu taşı da un ufak etmiş ancak bununla birlikte kemikleri de kırılmış. Yüreği, kimseyle dövüşemeyi kaldıramayacak hale gelmiş, eski gücünü de kaybetmiş. Onun ayağının şahin cinsinden farklı olması da bundan dolayıdır. Yaşadığı bu duruma pişman olan delice doğan ağlaya ağlaya, gözyaşıyla gözünün etrafında çizgiler bırakmış3.

      Moğol varyantında alacadoğan insanın doğrudan kendisine, Kazak varyantında delice doğan insanın yarattığı nesneye yani değirmen taşının karşısına koyulmaktadır. Neticede her iki varyantta da yırtıcı kuşun bilinçli insana yenilmesi karşımıza çıkmaktadır.

      Özetleyecek olursak Kazak ve Moğollardaki hayvanlar hakkındaki mitik anlatmalarda hayvanların ortaya çıkışı, onların bazı uzuvlarının özellikleri, hayatlarını sürdürme şekilleri temel olarak ortaya koyulmaktadır. Bu anlatmalar genelde “Neden böyle olmuş?” sorusuna cevap verip çok eski zamanlarda yaratılmış olan hayvanların ilk atalarının anlamını açıklamaktadır. Kısacası günümüzde hayat süren hayvanların eski dönem hayatı, o dönemin mitik gerçekliği düzeninde öne çıkarılmakta ve etiyolojik anlatma kutsal dönemde düzenlenen kozmosun ideal biçimini doğrulayacak şahide, araca dönüşmektedir. Bunların hepsi ilkel insanın bilincinde doğup tasvir edilen etik kozmosun görünümü hakkındaki sistemli açıklamalar dizisinin bir parçasıdır.

      Özetleyecek olursak, bu anlatmaların anlamı, onların dış kabuğu ne kadar sıradanmış gibi görünse de çocuğun yetişkin sorusuna verdiği bir cevap değildir; tam tersine insanın soyunu özel ilk ata, ilahlarla ilişkilendirip insanların manevî taleplerini belirli bir derecede yerine getirmektedir (Meletinskiy, 1976: 173).

      Bir iki gruba ayırdığımız mitlerde hayvanlar değişme sonucu ortaya çıkmaktadır. Çünkü mitolojik bilincin ikinci basamağında insan ile tabiatın arasındaki eşitlik kanununun bozulması sonucu insan, kendisini çevreleyen dünyadan farklı olduğunu sezmekte ve ona karşı koyması yoluyla etrafını tanımaktadır. Bu kavram temelinde yeni mitler doğmaktadır. Birinci grupta ele alınan konular insan ile tabiatın eşitliği, onda hayvanların yeni türlerinin ortaya çıkışının meşruluğu olarak görülmektedir. Hayvanların Tanrı, zaman zaman yaratıcı kahramanlar, seyrek de olsa aldatıcı kahramanlar (trikster) tarafından yaratılması karşımıza çıkmaktadır. Hayvanların bazı özel organlarını başkalarından isteyerek (aldatarak) aldıkları da anlatılmaktadır. Fakat bunun bütünü kanuni, böyle olması gerekmiş gibi anlaşılmaktadır. Çünkü dünyanın ilk yaratıldığı, henüz düzenin olmadığı dönemde (mitik devir) herkesin kendi payına düşeni çabucak alırken Tanrı’nın da buna karşı gelmeyip bu isteği makul gördüğü şeklinde bir düşünce de bu mitlerde ima edilmektedir. İnsan ile tabiatın birbirinde uzaklaşması bilinçte de önemli değişiklikler ortaya çıkarmış artık başka değerler yerleşmeye başlamıştır. Hayvanların ortaya çıkışı başka yönüyle açıklanmaktadır. Neticede biyolojik hayat sahipleri mitte “değişme içeriğinden” ortaya çıkmakta ve bunun temelinde de etik sebebin yattığı tasvir edilmektedir.

      Bu konuda S. Kaskabasov “Mit mutlak bir şekilde sebep-sonuç ilişkisine dayanır. Herhangi bir değişikliğin (örneğin kırlangıcın kuyruğunun değişimi) sebebi vardır. Mitlerdeki değişim üç türlü sebebe bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Birincisi insan çok yorulduğu için uyur kalır, bu arada taşa ya da hayvana dönüşür. Bu gibi mitler Afrika ve Avustralya’nın yerli kabilelerinin folklorunda sık görülmektedir. Kazaklar arasında da bunun gibi mitleri görmek mümkün. Yukarıda verilen Uyıktağan Batır [Uyuyan Bahadır] bu tür bir mite bir örnektir. İkinci sebep insanın suçlu oluşudur. Buradaki değişim ceza olarak kabul edilmektedir. Örneğin Sıntas [Günah], Kelinşektav [Gelindağı] adlı mitlerde kızlar, babasının karşısında suçlu oldukları için taşa dönüşmektedir. Daha sonraki devirlerde insanın suçluluğu günahkârlıkla yer değiştirmektedir. Örneğin dağ sıçanına dönüşen Karınbay [cimri] hakkındaki mitte insanın Tanrı karşısında günahlı olduğu için hayvana dönüştürüldüğü anlatılmaktadır. Değişimin üçüncü sebebi büyük bir tehlikeden kurtulma yoludur. İnsan büyük bir tehlikeyle karşılaşır. Bundan kurtulmak için taşa, yıldıza ya da başka

Скачать книгу


<p>3</p>

Kaynak kişi Almatı Oblastı, Enbekşi Kazak bölgesi, Sögeti köyü sakini 02.05.1957 doğumlu avcı M. İsabekov. Metin 14.03.2007 yılında A. Toyşanulı ve B. Kiynayat tarafından derlenmiştir.