Süzge Hanım Bozok Güzeli. Beysenova Şerbanu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Süzge Hanım Bozok Güzeli - Beysenova Şerbanu страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Süzge Hanım Bozok Güzeli - Beysenova Şerbanu

Скачать книгу

gürültü falan yokmuş. Gürültü çıkaran tek şey, göğsünden dışarı fırlayacakmış gibi çarpan kalp atışlarıymış. Korkan insan her şeyden ürker dedikleri bu olsa gerek. “Bismillah!” diyerek üç defa tekrarladı. Bildiği bütün duaları okudu. Huzuru kaçan gönlünü ancak o zaman güç bela sakinleştirdi.

      Vakitsiz kestirdiğine pişman oldu. Yerinden doğrulup düzgünce oturdu. Ortama derin bir sessizlik hâkimdi.

      Yavaşça kapı çalınır gibi oldu. Süzge yere odaklanan bakışlarını doğrulttu. Yaşlı aşçı hiç ses çıkarmadan içeri girdi. Akşam yemeğini getirmişti. Elindeki yemeği bırakıp hiç dokunulmadan soğumuş olan öğle yemeğini aldı. Eğilerek arkası kapıya dönük bir şekilde hızlıca geri adımlarla dışarı çıktı.

      Süzge deminki uyku mahmurluğundan hâlâ çıkamamıştı. “Bu acaba, bana verilen bir ceza mıdır? Ayrı şehirde, altın sarayda rüya gibi geçen kısacık zaman diliminde yaşadığı hanımlık devranının bedelini ödeme zamanı bu kadar çabuk mu gelmişti? Belki de, öyledir…”

      Böyle düşündüğü anda boncuk boncuk olup dökülen gözyaşları yüzünü yıkamaya başladı. Berrak damlalar tombul çenesine doğru bir birini aceleyle kovalayarak kayıyor, kayıyordu… O biraz hıçkırarak ağladıktan sonra rahatladığını hissetti. Gün boyunca göğsünü sıkan şey sanki döktüğü gözyaşlarıyla akıp gitmişti. Nefesi de açılmışa benziyordu.

      “Yeter, vakitsiz ağlayıp uğursuzluk çağırmayayım.” diyerek ağladığı için morali bozuldu. İpek cepkeninin iç cebinden ipek mendilini çıkarıp gözünü, gözyaşlarının ıslattığı yüzünü sildi.

      Yerinden yavaşça kalktı, hareketsizlikten uyuşan ayaklarını hareket ettirdi. Odanın başköşesindeki aynaya doğru yürüdü. Çoktan beri aynaya da bakmamıştı. Yüzü bembeyaz olmuştu, sanki kanı çekilmiş, rengi solmuştu. Masumca bakan büyük kara gözlerinin derinlerinde kaygı doluydu. Üzgündü, gözlerinin altı morarmıştı. Araları açık, kalem gibi kaşları geniş alnına ayrıca bir güzellik katıyordu. Kalkık burnu, kızarıp olgunlaşan kiraz gibi dolgun dudağı, yusyuvarlak sevimli çenesi, kuğu gibi zarif boynu bugün ona hiç mutluluk vermiyordu. “Bu, baht olarak verilen güzellik miydi yoksa bir talihsize verilen güzellik miydi?” Bunu düşününce boğazında yine hıçkırıklar düğümlenir gibi oldu. Ağlamaklı olan gönlünü sakinleştirmek için kendisini zorladı. Aynanın önünden hemen ayrılıp geniş odanın içinde gezmeye başladı. Dik durdu, başını kaldırdı, sanki bir köşeden öbür köşeye koşmayı hedefleyen biri gibi odayı adımlıyordu. İpek elbisesinin fırfırlı eteği yerde sürünüyor, sanki havada uçuşuyordu. İncecik belli, güzel vücutlu eşsiz görünüşlü bu genç kadın, engin İbir-Sibir ülkesinin hükümdarı Küçüm Han’ın küçük hanımı idi. Bu zaman, düşmanın saldırdığı, ülke sınırlarının tehlikede olduğu bir zamandı. Süzge’nin ağzının tadı kalmamıştı. Gündüz gülüşünden, gece uykusundan olduğu bir zamandı. “Sonu hayır olsun! Tek Han’ım sağ olsun!”

      Süzge ne kadar iyi şeyler düşüneyim diyorsa da geleceği karanlıktı. Yarın ne olacağını kestiremiyordu. Belki bu sebeple aklı geleceği değil, geçmiş günlerin gönlünde bıraktığı sıcak hatıralarını düşünmeye meyilliydi.

      “Bu sarayı Han hazretleri onun için yaptırmıştı. Tanrı, sarayının hayrını uzun süre görmeyi nasip etsin!” dileğinde bulundu.

      “Asi hayvanı dizginleyen kementtir; uzağı akraba edecek olan ise dünürlüktür.” denildiği gibi, eski bozkır geleneğine göre Küçüm Han Sarı Arka’nın meşhur asilzadesi, yedi göbekten beri idareyi elinde tutan sultanlardan biri Süyindik’in küçük kızı, Süzge Sultan ile nişanlanıp düğün yapmıştı. Elbette, han sülalesine kız vermek de onlardan kız almak da büyük onurdu. O zaman Süzge hem korkarak hem de endişelenerek hiçbir şeyin farkına varamamıştı. Bir kız için baba evinden itibarla uğurlanmak murat olsa da nereye, kime hanım gittiğini tam olarak anlayamamıştı. Han’ının yüzünü nikâhı kıyıldıktan sonra gördü. O zaman da uzun bir süre yüzüne bakmaya cesaret edememişti. Süzge’ye bir an merhametle bakan yalnızca o iki gözü gönlüne sıcaklık verdi, bu iki göz göreceği iyilikten ümidini kestirmiyordu.

      Esil boyundaki geniş bozkırda hür dolaşan, binlerce yılkı besleyen meşhur zengin açısından, başka insanlardan üstün olmak için İbir-Sibir yurdunun hanına dünür olmak ne kadar önemli bir mertebe ise uçsuz bucaksız ulu bozkıra sırtını dayamak için hana da bu akrabalık o kadar faydalı olmuşa benziyordu. Kızın hemen kocasının yurduna uğurlanması da bu sebeple hızlı oldu. Kıymetli çeyizini birkaç deveye yükleyip halkı Süzge Hanım’ı anlı şanlı bir şekilde uğurlamıştı. Bütün bunların altında yatan sırrı Süz-ge, han sarayına iyice alıştığında, idarenin tatlı, kumalığın acı tadını tattığında anlamıştı.

      Yazın yaylada, güzün kışlakta geniş sahrada rüzgârla yarışıp küheylan üstünde özgür büyüyen genç kız için han sarayı bıktıracak kadar boğucu görünmüştü. Konup göçmeden yaz kış dam evde oturuyorlardı. Sarayda Han’ın diğer eşleriyle sırdaş olamayacağını ilk başta sezmişti. Han sarayında bunun bilmediği kırk katlı entrika vardı. Bu entrikaları idrak edip, ayrıntılarını anlayana kadar belki bütün bir ömür gerekirdi. Kusur arayan gözler de çoktu. Her adımı takip ediliyor, her bir sözü dinleniyordu. Küçücük bir abes davranışını abartarak kocaman bir dedikoduya dönüştürüyorlardı. Gençliğin saflığıyla dönüp birine güler yüzle bakacak olsa hemen birileri görüyordu. Mutlaka biri karşısına çıkıyordu. Adım atsa fettan gözler bunun yanlışını yakalayıp yüzüne vurmaya hazırdı. Saraydakilerin bu niyetini sezdiğinde “Yüce Tanrım, beni itibarsızlıktan, yüzümü kızartacak herhangi bir yanlıştan, her zaman, Han’ımın adını lekeleyecek kötülükten sen koru!” deyip koruyucu Rabbine yalvarıyordu. Halen de yalvarmaya devam ediyordu.

      Bazen, çok eşten biri olmak ne kadar kötü bir şey diye düşünür. Öyle diyeyim derse, yurdundaki sultanların da dört eşten az alanları var mı? Fakat han sarayında Müslümanlığa çok önem veriliyormuş.

      Han, Süzge’yi nikâhlı altı hanımının üstüne almıştı. Hanımlarının hepsi güzel Kazak, Nogay, Kalmak, Özbek, Hantı, Başkurt kızlarındandı. Bu kadınlar Han’ı birbirlerinden çok kıskandıkları için onların her zaman araları açıktı. Birbirlerine küslerdi. Süzge’nin yurdunda ninelerinin söylediği gibi “Köyün köpeklerinin arası ne kadar açık olursa olsun onlar kurt geldiğinde birlik olur.” diye bir atasözü vardı. Sarayda da öyle olmuşa benziyordu. Süzge geldikten sonra onlar hepsi birlik olup barıştılar. Hepsi birden Han’ı küçük hanımdan kıskanır oldular. Bu ülkede kadınların yüzü açık gezmesi çok büyük bir edepsizlikmiş. Kendi yurdunda böyle bir âdete alışkın olmayan Süzge bu konuda hep hata yapmıştı. İlk sıkıntısı bu oldu.

      Küçüm Han dindar, takva sahibi biriydi. Han sarayının bulunduğu İsker şehrine Semerkant ve Buhara’dan ustalar getirtip cami yaptırdı, müftü çağırdı. Camide beş vakit namaz kılınıyor, vaaz veriliyordu. Han, Cuma günleri bütün eşleriyle Allah’ın evine ziyarette bulunuyor, uzun bir süre dua ediyordu. Diğer günlerde Süzge’ye evden dışarı adım atmak yasaktı. Ata binip gezmek şöyle dursun, yabancı kişilerle konuşmayacaksın… Konuşmak şöyle dursun kimseyi görmüyorsun bile. Dışarı çıktıklarında hanımlar yüzlerini peçeyle, evde ise

Скачать книгу