Süzge Hanım Bozok Güzeli. Beysenova Şerbanu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Süzge Hanım Bozok Güzeli - Beysenova Şerbanu страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Süzge Hanım Bozok Güzeli - Beysenova Şerbanu

Скачать книгу

Süzge Tura, Yavlı Tura… Ama esas olan bir şey vardı ki o da küçük hanıma olan saygı ve sevgiydi. Bu şehrin halkı, işte, nicedir gece gündüz demeden bu şehri düşmandan korumak için mücadele etmekteydi. Onlar, hanımın başına gelen bu felaketi onunla birlikte göğüsleyip birlikte dertleniyorlardı.

      Bunu düşündüğünde demin sakinleşen gönlü yine huzursuzlandı. Yine içine bir şüphe ve kuşku düştü. Büyük saraydan ayrı oturmak istemesi kibirlilik mi olmuştu acaba? Allah’ın verdiğine kanaat etmeyip asilik mi etmişti? “Estağfurullah, estağfurullah, estağfurullah! Kibirlilik ettiysem günahkâr kulunu sen affet Tanrı’m! Senin yüceliğine sığınıyorum.”

      Süzge tüm dikkatini topladı, düşüncelerini iyice süzgeçten geçirdi, demin aklına gelen düşünceyi reddedebileceği bir dayanak aradı. Sonunda bulmuş gibiydi. İpin ucunu kaçırmayayım der gibi yavaş yavaş meseleyi çözmeye başladı.

      İlk başta, herkesten farklı olarak ihtişamımı arttırayım, büyük hanımlarla yarışayım dememişti ya. O, hanım olarak geldiği ilk günden beri gençliğini, hanın ona gönlünün düşmesini, güzelliğini kıskananların, attığı her adımı gözleyerek çıkardıkları dedikodulardan uzakta olayım diye böyle bir şeye karar vermişti. Yalnızca büyük hanımların gazabından çekindiği için yalnız kalmayı istemişti. Kendi idaresi altındaki avuç içi kadar kaleye yabancı gözler ilişmez, kötü sözler burada yayılmaz demişti. Ama aslında gönlünün derinlerindeki en değerli dileği, Han Hazretleriyle seyrek de olsa baş başa kaldığı anları meraklı gözlerden uzak tutmaktı.

      Gençlik kendi dediğini yaptırmadan bırakır mı hiç? Süzge, sarayına göçtükten sonra orayı güzelleştirme işine büyük bir istekle girişti. Han’ın kendisine hizmet etmesi için seçtiği baş serdar aracılığıyla ülkelerden nice samur, sansar, tilki gibi hayvanların kıymetli kürklerini, Buhara’dan gelen kervandan değerli kumaş, pahalı eşyaları özenle seçip aldırttı. Kendi güzelliği şöyle dursun, yardımcıları ve hizmetçilerine kadar son derece şık giydirdi. Sarayındaki herkesin saraya layık izzete, edebe, kibarlığa sahip olarak kusursuz hizmet sunmalarına özen gösterdi. Büyük hanım, Süzge’nin eski yardımsever hizmetçisinin onunla birlikte gitmesine izin vermeyerek genç bir hizmetçi göndermişti. O, Süzge’nin otağının kapısında beklemeyi bu hizmetçiye emretmişe benziyordu. Süzge bu yeni hizmetçinin büyük sarayın “buradaki gözü, kulağı” olduğunu keskin zekâsıyla hemen anlamıştı. “Kendisi bilir, kapımda bekçilik yapacaksa yapsın!” Hatta Süzge eskisinden de çok gülüp oynamaya başlamıştı.

      Küçük hanımın sarayı kısa zamanda güzelleşti. İçine girince insanın çıkası gelmiyordu. Her eşya kendine uygun yeri bulmuş, her şey birbiriyle uyum içinde yerleşmişti. Büyük saraydaki zenginlik ile saltanatın ağırlığından oluşan mağrur gösteriş yoktu burada. Aksine gençlik rüzgârı esermiş gibi bir hafiflik vardı bu sarayda. Süzge kendisi de huzur bulmuş ağırbaşlı bir hanım olmuştu. Sarayının idaresi kendi elindeydi.

      Sarayın her yerindeki küçük havuzlardaki fıskiyeler havaya su saçıyordu. Bu su damlaları dans etmeye başladığında, gökyüzünden gümüş paralar yağıyormuş gibi yakut damlalar gün ışığı altında âdeta oyun oynuyordu. Her bir damlacık çeşitli renklerde göz kamaştırıyor, sonra topluca yere dökülüyordu. Şırıl şırıl hızla akan dere de insanın gönlüne dokunuyor, sesiyle hoş bir hava veriyordu. İnsan onun sesini dinlemekten hiç bıkmazdı.

      Süzge etrafına gencecik delikanlılar ile genç dansçı kızları topladı. Saraya gençliğe özgü görünüşü ve güzelliği katan da bunlardı. Han, uçsuz bucaksız ülkedeki, bu da yetmezmiş gibi saraydaki bitmek tükenmek bilmeyen çekişmeden yorulup buraya geldiğinde huri kızları gibi güzel dansçılar etrafında fır fır dönüyor, bir müddet onun gönlünü hoş ediyordu. Genç bedenlerin güzelliği ve hoş davranışların cazibesine kapılan Han’a onlar büyük bir zevk yaşatıyorlardı.

      Süzge, Han’ın gireceği otağına kimseyi yaklaştırmıyordu. İnsanoğlu şöyle dursun, orada tek bir sinek bile uçurmuyordu. Otağını daima meraklı gözlerden gizli tutuyordu. Onun yaratılış özelliği olsa gerek, o, otağına bir kuş yuvası gibi sıcaklık verebilmişti.

      Süzge, Han’ı onun sarayında kısa kalsa bile kartal gibi güçlenip, kanatlanıp, dinlenmiş at gibi dinç döneceğini kadın sezgisiyle önceden tahmin etmişe benziyordu. Han’ına yaptığı özel muamele ve hürmet onların aralarını eskisinden daha da yakınlaştırmıştı. Süzge konusunda yanılmadığını Han da anlamıştı. Han, Süzge’nin sarayına sadece kocalık vazifesini yerine getirmek için gelmiyordu. Aksine bu dünyadaki eşsiz gün ışığım buradaymış meğer der gibi, büyük bir istekle can yoldaşı, gönül dayanağı, bir teselli arayarak geliyor gibiydi. Han’ın gelişleri sıklaşmıştı. Süzge’nin de gün geçtikçe yüzüne renk gelmiş, güzelleşmişti. O, tam bir hanıma özgü görünüşe bürünmeye başlamıştı.

      Süzge’nin değişmesiyle sarayı da güzelleşip gelişmeye başladı. Sarayı kaleye, kalesi şehre dönüştü. Küçük şehir kendince bir hayat sürüyor, güzel günler geçirip gidiyordu. Büyük saraydaki dedikodular Süzge’nin sarayına hiç gelmiyordu. Gelse bile belki de yedi kulaç duvardan geçemiyor, uçsuz bucaksız bozkırda kaybolup gidiyordu. Ara sıra duvarı aşıp içeri giren dedikodular olsa da Süzge onları hiç umursamıyordu bile. Eski çekingenliğini bırakmıştı, rahatça, gönlüne göre özgürce yaşayıp gidiyordu. Canı isterse şehir dışına çıkıp yaren kızlarıyla Ertis boyunda gemiyle geziyordu. Ormanda, vadide atla dolaşıyordu. Tabiatı seyrediyordu. Çam ağacından çam ağacına zıplayan kıvrık kuyruklu, kızıl kulaklı küçücük gri sincabın hareketlerini seyretmeyi seviyordu. Sincapla yarışarak palamut topluyordu. Süzge’nin kimselere benzemeyen kendine has eğlenceleri vardı.

      Şimdiyse gönlünde kuşku vardı. Bu zamana kadar doğru bildikleri yanlış mıydı acaba? Tekrar tekrar “Büyük saraydan ayrılmam kibirlilik mi oldu?” diye düşündü.

      Hemen kendini toparladı. Yine gönlünü rahatlatacak, ona sabır verecek bir delil arar gibiydi. Fakat düşünceleri rahat vermiyordu. Sonunda bulmuştu. Neden aklına gelmemişti? Bu dünyadaki tek dayanağı Han’ı vardı ya işte! Uzakta olsa da gönlünün çaresi oydu. Han’ı onu burada unutacak değildi ya! Ancak, halkın başına gelen felaketten fırsat bulamıyordur…

      Süzge yerinden hızla kalkıp seccadesini serdi. Kıbleye dönerek diz çöktü. Bugün kaçıncı defa olduğunu bilmiyordu, Yaradan’a yalvarmaya başladı. Yurdun sahibi, koruyucusu, Han’ının sağlığını dileyerek dua etti. Büyük sarayın yıkılmamasını diledi. Büyük hanımların kendisine yaptığı eziyetler sanki döktüğü gözyaşlarıyla akıp gitmiş gibiydi. Süzge’nin içinde şimdi en ufak bir kin ve nefret yoktu. Yaradan’dan onları affetmesini diledi. Kendi içindeki rekabet ateşini söndürdü, ilk defa Han’ın bütün hanımlarının, çocuklarının iyiliğini diledi. Yaradan kimin ak kimin kara olduğunu kendisi bilirdi. Tanrı’nın herkes için verdiği bir hüküm vardır herhalde. Kimse bundan kurtulamaz. Süzge, kendi yaptığı yanlışları, kibirliliği için ve kimi zaman gönlüne kötülük girdiği anlar olmuşsa bütün bunlar için Hak Taala’dan kendisini affetmesini dileyip uzun uzun dua etti.

      Bundan sonra rahatladığını hissetti, oturduğu yerden kalkıp yatağına yattı.

      Tan atmadan evvel bir düş gördü. Daha önce gezmeye çıktığında birdenbire gözünün

Скачать книгу