Süzge Hanım Bozok Güzeli. Beysenova Şerbanu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Süzge Hanım Bozok Güzeli - Beysenova Şerbanu страница 8

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Süzge Hanım Bozok Güzeli - Beysenova Şerbanu

Скачать книгу

kara kurdun boğazına saplandı. Boğazından yaralanan kara kurt sarsılıp yavaşça sendeleyerek yere yığıldı. Kanı su gibi akan ak kurt köpeği de aksayarak gözden kayboldu. “Eh, iyi köpek ölüsünü göstermez.” derlerdi. Bu kurt köpeği de öyle yaptı diye düşündü Süzge. Az evvel gökyüzündeki ay tıpkı sarı bakır bir tabak gibi eriyip daha sonra kor gibi kızararak kayboluyordu. O sırada Süzge sanki kendi üzerine soğuk bir nesne düşmüş gibi hissetti. Canavarın soğuk bedeni üzerindeymiş gibi hissederek korkuyla çığlık atıp uyandı. Düş mü gerçek mi olduğunu anlayamadı. Kalbi güm güm atıyordu, bir süre kendisine gelemedi. Soğuk bir şey hâlâ bedeninin üzerinde yatıyor gibiydi. Eliyle göğsünü yokladı. Başucunda duvarda asılı duran Han’ının kınındaki altın saplı elmas kaması göğsünün üzerindeydi. Süzge nefes nefeseydi ve ter içinde kalmıştı. Galiba gördüğü düşün içindeymişçesine bu hâle gelmişti. O sırada duvarda asılı duran kamaya eli çarpmış olmalıydı.

      Demin yaşadıklarının düş olduğunu bilmesine rağmen uzun bir süre etkisinden kurtulamadı. Ertesi gün yaşlı kadınlardan birine anlatıp yorumlatmaya cesaret edemedi. Olumsuz bir şeyler duymaktan korktu. “Köpek, yedi hazineden biridir.” derlerdi ya. Büyük savaşın ak kurt köpeğinin galibiyetiyle sonuçlanmasını iyiye yordu. “Evet, Yüce Yaradan’ım, gördüğüm düş şerre işaretse ondan da senin yüceliğine sığınıyorum.”

      Yavaşça kapı tıkırdar gibi oldu. Kapıda bekçilik yapan kadın baş serdarın saraya geldiğini haber verdi. İyi bir haber duyacakmışçasına kalbi hızlıca çarpmaya başladı. Sevinerek yerinden hızlıca kalktı.

      “Misafir odasında beklesin.” deyip kılık kıyafetini kontrol etti, başörtüsünü düzeltti. Kendisine bir çekidüzen verip çevik adımlarla odasından çıktı. Misafir odasının kapısından içeri girdi, ipek perde arkasındaki yumuşak minderine oturdu. İnce perdeden serdarın yüzü net görünüyordu. Serdarın yüzü kapkara olmuştu, kaşları çatıktı. Eskisine nazaran epeyce yaşlanmış gibiydi, hatta boyu da küçülmüşe benziyordu. Hanım, serdarın yüz ifadesinden onun ne diyeceğini tahmin edemedi. Fakat olumsuz bir haber getirdiği anlaşılıyordu. Daha fazla sabredemeyerek hafif bir öksürükle kendisinin serdarı dinlemeye hazır olduğunu işaret etti.

      Baş serdar yerinden kalkıp perdeye yaklaştı, diz çöküp oturdu. Başını eğerek hanıma selam verdi.

      “Allah size yâr olsun hanım!”

      “İyi günler bey!

      “Hanım uygunsuz zamanda huzurunuzu kaçırdığım için özür dilerim. Han sarayından kötü haber aldık.” deyip biraz durakladı. Süzge’nin içi burkuldu. Han’ım sağ olsa bari diye düşündü hemen.

      “İsker’i hanlık askerleri günlerdir gecelerdir korusalar da ellerinde tutmayı başaramamışlar. Han büyük sarayını alıp iç bölgelere doğru göçmeye mecbur kalmış. Düşmandan korunma amacıyla sarayını yabancıların ayak basmadıkları bölgelere götürüp yeniden kurmayı planlıyor. Orada yeniden kuvvetlenip ordusuyla tekrar geleceğe benziyor.”

      Bunu duyan Süzge “Ya biz? Biz ne olacağız?” diye düşünse de dili bağlanmış gibi hiç konuşmadı. Hiçbir şey belli etmeden serdarın konuşmasını bitirmesini bekledi. Fakat o, ben diyeceklerimi dedim der gibi başını öne eğerek sessizce oturdu. Eyvah! Han’ı Süzge hakkında hiçbir şey dememiş miydi? Serdar bir şey söylemediğine göre öyleydi herhalde…

      Sessizlik biraz sürdü. Süzge kendi kendine düşüncelere dalmıştı. “Bu nasıl olur?” Birden ne diyeceğini de ne düşüneceğini de bilemedi. Hatta bir şey düşünecek durumda bile değildi.

      Süzge’nin ne yapacağını şaşırmış, çaresiz halini anlamışa benzeyen baş serdarın sesi cesur ve kendinden emin çıktı.

      “Endişelenmeyin hanım. Han’ımızın iç bölgelerden kuvvet toplayıp geri geleceği kesin. Sarayının yerini kâfirlerin elinde bırakıp onları orada rahat gezdirmez. Ne yapıp edip İsker’e geri gelecek. Siz fazla üzülmeyiniz. Bize, güvenliği arttırıp biraz dayanın demiş. Zalim düşmana lazım olan han sarayıymış galiba. Şimdi onu alıp sevinerek kutlama yapıyorlarmış herhalde. Bizim küçük kalemize gelmezler. Gelse bile, Tanrı yardımcımız olsun karşı dururuz. O zamana kadar Han’dan da yardıma ordu gelir. Ümidimizi kesmeyelim.”

      “İnşallah dediğiniz gibi olur bey! Han’ım bizim gibi korumasız insanı yâd elinde bırakmaz. Sonuçta kendisinin sağ olduğu doğru ya…”

      “Elbette hanım, elbette.” Serdar bunu söyledikten sonra hızlıca kalkıp geri geri adımlayarak çıkıp gitti.

      Süzge Hanım öylece kalakaldı. Üzerine sanki dağlar devrilmişti. Han’ının bu işini neye yoracağını da ne düşüneceğini de bilememişti. Bütün çareleri tükenmişti. Han’ın ona bir haberci göndermeden büyük sarayı alıp göçmesine inanmak istemiyordu. İnanmayayım dese nasıl inanmayacaktı, işte kendi kulaklarıyla duymuştu. Nasıl inanmayacaktı? Bu beklenmedik habere çok üzüldü, kederlendi, ağladı…

      İçindeki sönmeye başlayan rekabet ateşi tekrar alevlendi, içini yakıp kavururcasına canını acıtmaya başladı. Han’ı, kendisine göndermeyen büyük hanımların işi mi acaba diye tahminde bulundu. Onlar Süzge’ye “Haydi zavallı! Yâd elinde kal öylece!” diyerek gidiyorlarmış gibi geldi. Yüreği sızladı, vücudunu bir halsizlik sarmaya başladı. Üç defa çabalayarak yerinden doğruldu. Âdeta sürünerek otağına zor gitti. Gelir gelmez kendini yatağına attı, kıpırdamadan uzun süre yattı. Darmadağın olmuştu. Bir taraftan iyi şeyler düşünüp gönlünü rahatlatmak istese de diğer taraftan düşünceleri buna izin vermiyordu. Bin bir türlü düşünce kafasını karıştırıyordu. Kendisinin yalnızlığını iyice anlamıştı.

      Nice çocuğu bağrına basıp büyüten büyük hanımların yanında bu dermansızmış meğer. Azıcık gücü olsaymış keşke? Han’ından iyi kötü bir çocuğu olsaydı Han Süzge için olmasa bile kendi kanından olan neslini ejderhanın ağzına bırakmamak için gelirdi…

      Süzge’nin aklına neler gelmiyordu ki… Çocuğunun olmaması bugün canını acıtmış gibiydi. Meğer Han’ın her sene çocuk doğuran hanımları ne kadar şanslıymış. Süzge bugün bunu anlamıştı. Onların kıymetli oluşları doğaldı. Onlar arasında başkalarına nazaran, Süzge ile iyi geçinmek isteyenler de vardı. Büyük hanım bakışlarını başka yana döndürür döndürmez onlar Süzge’ye gelir, Süzge’nin tarafında olurlardı. Bunlardan birinin Altınay adlı kızını Süzge Hanım çok severdi. Süzge Altınay’ı evlat edinmek düşüncesiyle onu ne kadar çok istese de anası büyük hanımdan çekinmişti. Büyük hanım olumsuz tavrından vazgeçmemişti. Çocuğu vermek şöyle dursun, Süzge’nin yanına yaklaştırmamaya çalışırdı. Evlatlık vermeye vermiyordu da hiç olmazsa bazen alıp oynamasına izin verseydi bari… Ona da izin vermiyordu. İnsanın kendi çocuğu olmayınca başkasından çocuk istemek boşunaymış…

      Süzge iyice çökmüştü. Güzelliği, gençliği, Han’ına olan saf duyguları zor anında hiçbir değeri olmayan, boş bir yalan ve geçici heves gibi görünüyordu şimdi ona. Han’ın nezdinde hiçbir değeri yok muydu? O, Han için bir çocuğun severek oynadığı, oynayıp oynayıp sıkılınca bir kenara attığı güzel bir oyuncakmış meğer. Arada sırada gelip eğlendiği

Скачать книгу