Kalemin İzindekiler. Muhittin Gümüş

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kalemin İzindekiler - Muhittin Gümüş страница 11

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kalemin İzindekiler - Muhittin Gümüş

Скачать книгу

Dışarda nezih yerler var. Sigarasız, içkisiz, oyunsuz yerler. Sadece okumaya, yemek yemeye, çay içmeye ve sohbet etmeye uygun mekânlar var.

      – Gerçek bir kıraathane desene! Sahiden Ankara’da öyle yerler var mı?

      – Kıraathane demeyelim ama nezih ortamlar çok az da olsa var…

      – İşte geldik kütüphane önüne… Burası koskoca fakültenin küçücük de olsa oturma alanı. Birkaç bank dışında oturulacak yer yok. Kantin desen tilki ini gibi, duman altı yerler.

      – Evet, sohbet edelim dedin Semra. Özel bir konu mu yoksa?

      – Özel bir konu da değil, özel bir mesele de değil,. Birkaç sorum olacak sana. Sadece seni daha doğru anlamak için. Ne bileyim işte… Neden böyle düşündün dersen onu da ben bilmiyorum. Birdenbire içimden öyle geldi.

      – Söze böyle başlaman hoşuma gitti. Rahatladım. Birden senden korktum biliyor musun? Yoksa Semra’ya karşı bir yanlışım mı oldu diye işkillenmiştim.

      – Sınavlarda o kadar başarılısın, derslerde hiç aktif değilsin. Neden?

      – İlginç. Böyle bir soruyu kimse sormadı bana. Onun için de çok ilginç geldi bu soru bana.

      – Cevap vermek yerine yorum yapıyorsun Beyefendi.

      – Aslında sorduğun soru, cevabı kendinden menkul soru değil mi?

      – Hayır, çok merak ediyorum. Sınıf ortamından çekindiğin için mi, özgüven eksikliği mi, yoksa -tabirimi mazur gör lütfen- ezberci, inek öğrencilerden misin?

      – Senin kanaatin nedir?

      – Aman Allahım! Ben soruyorum, ama yine cevaplar benden isteniyor! Lütfen ciddi olur musun?

      – O nasıl söz? Senin kadar ciddiyim. Daha fazla kızdırmak istemem seni. Biraz uzun anlatırsam sıkılmazsın değil mi?

      – Zevkle dinlerim seni.

      – Bazen susmak daha iyi cevaptır. Sorulmadan cevap vermeye alışamadık biz. Terbiyemizden, görgümüzden, ananelerimizden kaynaklanan sebeplerle susmanın da tesirli bir cevap olduğunu biliyoruz. Muhatabını çıldırtmak için bile kullanılabilecek bir araçtır sükût etmek. ‘Söz gümüşse, sükût altındır.’ demiş atalarımız. Kime ait olduğunu bilmediğim ancak beğendiğim bir sözde de ‘Konuşmak ihtiyaç ise susmak sanattır.’ Susma hakkımı değil, susma sanatını icra etmek daha mühim değil mi?

      – Hep susan, konuşmayan, sus pus oturup öyle etrafı sadece dikizleyip bazen tebessümle, bazen istihza dolu bakışlarla, bazen de renksiz ve ruhsuz bir tavırla tartışmaları izlemek çok mu hoş yani?

      – Amacımız muhatabımızı avlamak ise onun zaaflarını tespit edip, çelişkilerini önüne koyarsınız, tenakuz durumunda olduğunu kanıtlarsınız ve hedefinize ulaşırsınız. Mücadelede sizin silahınız ya da gücünüzün yerine muarızlarınızın zaaflarıyla galibiyet elde etmek bana pek etik görünmüyor.

      – Üniversitelerdeki sınıflarda tartışmalar bilgiye, bilime ve kanıta bağlı değil maalesef… İdeolojik önyargılarla süslenmiş laflar argüman olarak kullanılıyor. Üstelik hâlâ olağanüstü hâl yasalarıyla yönetildiğimiz bir dönemde neleri tartışabiliriz ki? Sınıfımızda postallı veya sivil güvenlik elemanları var. Fikir hürriyetinin olmadığı durumlarda hakikat yerine laf ebeliği yapmak zorunda kalınması bana ters geliyor. Fikir hürriyetinden önce irade hürriyeti olmalı ki fikirler asıl o zaman hür olur.

      – O zaman bilimsel temellere dayalı konuş! Dayanakların da pozitif bilimler olsun. Bilgilerini kullanarak güzel hitabetinle etkili olursun bence. Sendeki cevherin kaç kişi farkındadır bilemem. Ben öyle düşünüyorum ki, medenî cesaret eksikliği ve alışkanlık hâline getirilmiş suskunluğa sığınıyor ve kaçıyorsun.

      – Üniversite nedir? Üniversal anlayışa sahip fikri hür insanların bilim ürettiği kurumlardır. Sorgulayan, yorumlayan ve analitik düşünce yapısına sahip genç dimağlar yetiştirmek yerine yalnızca yönlendirilmiş malumatları sözde bilim diye ezberleyerek muhataplarına yaralayıcı bir üslupla kabul ettirme yarışına giren aynı türde bir kişilik kazandıran sistem içinde neyi tartışalım, nasıl konuşalım? Münazara kavramı anlamını yitirdi ve yerini kavgaya bıraktı. Sana göre benim mutlaka konuşmam, tartışmam lâzım ve kazananın da yine ben olmam şart mı?

      – Kesinlikle şart! Hep böyle kalamazsın. İçindeki cevheri gün ışığına çıkarmakla görevliyim. Sendeki istidadın farkına varmak da bana düştü Orhan!

      – Hay Allah, senin ne kadar çok görevin varmış? Doğrusunu söylemem gerekirse psikolojik danışma ve rehberlik uzmanı gibisin. Bana katkın ve faydan olacağını düşünüyorum ama pek kolay olmayacak galiba. Bu hususta başarıya ulaşmak daha çok sana bağlı, bana değil.

      – Tek düşüncem, müthiş yetenek sahibi müzisyenin şaheserinin notalarına dokunduğunda duyduğu ahengi hissetmek istiyorum. Seninle oturup konuştuğumuz andan beri yorgunluğumu, derdimi, tasamı unuttum bugün. Hep Billûr Annemle konuştuğumda iç huzuru bulurdum. Artık sen varsın.

      – Aslında seninle pek de baş başa oturmadık. Sınıfta bazen aynı sıraya oturduğumuzu hatırlıyorum. Derdin, tasan, kaygın nedir sahi? Ben de onu merak ettim Semra. Ailenle berabersin zannediyorum. Dersten çıkıp eve gittiğinde yemeğin hazırdır, ders çalışmak için güzel bir odan da vardır. Bizim gibi kendin pişir kendin ye durumunu her gün yaşamıyorsun.

      – Orhan! Babamın tayini çıktı. On beş gün içinde gidecekler Erzurum’a. Hiç ailemden ayrı yaşamadım, yalnız kalmadım. Buna alışmam gerekiyor ama kolay olmayacak. Sen yatılı okuldan başlayarak son beş altı yılda alışmış olmalısın ailenden ayrı yaşamaya. Aslında ben yalnızlıktan değil, paylaşamamaktan sıkılırım. Sevincimi, heyecanımı, beğendiklerimi, nefret ettiklerimi paylaşmaya alışmışım. Rahmetli nineme biz Billûr Anne demeye alıştık. Öldükten sonra da Billûr Anne diyoruz. Yüksek Kız Öğretmen Okulu mezunuydu. Bilge kadındı… O yaşasaydı birlikte kalırdım onunla… Şimdi arada bir resmine bakarak, kimi zaman fısıldayarak, kimi zaman da tatlı bir sohbetteymişiz gibi konuşuyorum.

      – Hiç de öyle görünmüyorsun Semra. Sır küpü gibisin bence. Seni ilk tanıdığım günden itibaren lüzumsuz bir laf ettiğini duymadım. İltifat etmek için söylemiyorum ama bunu başkaları da söylemiş olmalı. Ailenin tesiri de vardır belki, babanın disiplini, annenin uyarıları vs. diyordum ama Billûr Anne muhteşem bir kadın olmalı. Eskiden Dârulmuallimât denen okula şimdi Kız Öğretmen Okulu, Dârulmuallimîn’e ise Erkek Öğretmen Okulu deniyor. Çok şanslısın…

      – Bizimkiler gittiğinde yalnız kalmaya uyum sağlamak kolay olmayacak. Kapıdan çıkarken “Pencere mi açık kaldı? Ocağı yanar hâlde mi unuttum acaba? Sular kesikti, ben yokken sular gelirse fena olur, açık musluk kalmış mıdır?” gibi sorularla yeniden dönüp dönüp evi kontrol etmek var işin içinde. Annem varken bunları düşünecek hâlim yok tabii.

      – Sen şimdiden başlamışsın yalnız yaşamaya. Hayırlısı olsun artık. Ne diyeyim ki? Bazı insanların kaderi göçmen kuşlara benzer. Dünya kuruldu kurulalı böyledir bu. Vakti

Скачать книгу