Kalemin İzindekiler. Muhittin Gümüş

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kalemin İzindekiler - Muhittin Gümüş страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kalemin İzindekiler - Muhittin Gümüş

Скачать книгу

bir durum olmasa gerek. Süleyman kardeşim, Uluköy’ü biliyorum ben. Birkaç kez gittiğim kasabanızda liseden arkadaşım Salih ve Hasan vardı. Onları ziyaret etmiştim. Okuyan insanları çok diye anlatırlar. Hatta çocukluğumda hayal meyal hatırladığım köyümüzde öğretmenlik yaparken evimizde iki yıl kalan Nihat Özbilgin öğretmen de sizin Uluköy’dendi.

      – Maşallah Orhan. Sen bizim Uluköy’ü benim kadar biliyorsun galiba…

      – Galiba deme… Ellâm desene!

      – Sen dilci olacaksın. İleride “ellâm” sözünün nerden çıktığını, nasıl oluştuğunu da öğrenirsin ve bize de anlatırsın değil mi?

      – Lisedeki edebiyat hocam da bu fakülteden mezun olmuş. Muammer Turhan Hocamız bu sözün Allahualem (Allah bilir) kalıp sözünün galatı meşhur hâlidir demişti.

      – Çok ilginç kardeşim… Sen fakülteye hazır gelmişsin.

      – Senin tecrübenden faydalanarak daha iyi olmaya gayret edeceğim inşallah…

      İlk ders çarşamba günü saat 9.30’da 105 numaralı amfide yapılacaktır. Ramazan Kaplan hocanın dersine herkes gelmiş. Çok kalabalık. Yeni kayıt olan 157 öğrenci, çok kalabalık. O yetmezmiş gibi üst sınıftayken başarısızlık nedeniyle tekrara kalan öğrencilerle amfi dopdoluydu. Herkes yanında oturanla tanışıyor. İlk ders heyecanıyla kalbi pır pır eden gençlerle doluydu Dil-Tarihin 105 numaralı en büyük dersliği. Ders saati geldi çattı. Hızlı adımlarla açık renk takım elbiseyle sınıfa gelen hoca hışımla:

      – Susun bakalım! Biz eşekbaşı mıyız? Oturun yerlerinize!

      Herkes öğrenciliğinin ilk dakikasında fena bir muameleye maruz kalmıştı. Hakikaten fena bir durumdu. Kızgın Hoca, bakımlı ve briyantinli saçlarıyla dikkat çekiyor, çok havalı biri olduğunu hissettiriyordu. Sözlerine yüksek sesle şöyle devam etti:

      – Benim derslerimde ciddiyet isterim! Bir sorunuz varsa hemen sorun, yoksa derhal derse başlayacağım!

      O kadar hışımla gelip bağırıp çağıran adama kimse soru sorar mı? diye düşünürken, sonradan adının Suat olduğunu öğrenilen öğrenci:

      – Hocam, Yeni Türk Edebiyatına Giriş dersinde hangi ders kitaplarını kullanacağız? Hangi konuları işleyeceğiz?

      – Yeni Türk Edebiyatı da nerden çıktı? Bizim dersimiz Farsça değil mi arkadaşlar?

      Sınıfın tamamı birden:

      – Hayır Hocam! Burası Türk Dili ve Edebiyatı bölümünün birinci sınıfı!” dediklerinde Farsça hocasının sınıftan çıkışına değil, âdeta kısa metre koşucusu gibi hızla gidişine şahit olmuşlardı bütün öğrenciler. Çok kısa süre sonra sınıfa giren Ramazan Bey, işinin ehli, nur yüzlü, ciddi ve edebiyatı sevdiren biri olduğunu hissettirmişti.

      İlk dersten sonra Orhan, danışmanı Kayahan hocayı nihayet bulmuştu. Bir gün önce odasında gördüğü hoca farklıydı. Kayahan Hoca ince yapılı, şen şakrak bir insandı. Orhan’ı TÖMER’e göndermeye çalışan hoca ince bıyıklı, alnı geniş, çenesi dar, beyaz tenli birisiydi. İşlemlerini yaptırdıktan sonra Öğrenci İşleri Müdürlüğüne gitti. Ders alma kartını verdiği memur, kayıt esnasında karşılaştığı Mehmet Bey:

      – Orhancığım! Sen bu bölümü Türkiye birincisi olarak kazandığını biliyor musun?

      – Hayır, nerden bileyim ki ağabey?

      – ÖSYM’den gelen listeye göre en yüksek puan senin. Tebrik ederim, inşallah bölümü de başarıyla bitirirsin. Bu puanla başka fakülteleri de kazanabilirdin.

      – Sağ ol Mehmet ağabey. Bu bölüm istediğim bölümdü. Çalışmaya ve başarılı olmaya gayret ederim.

***

      Fakültede derslerin yoğunluğu, ortama alışma, arkadaş çevresi oluşturma, ödevler vs. derken günlerin nasıl geçtiğini anlamak imkânsızdı. Orhan, üç arkadaşıyla kiralık bir evde yaşıyor, onların her biri farklı üç karakter olup farklı dünyaların yakın dostlarıydı. Orhan, derslere devama önem verse de onun evde de ödev yaptığını, ders çalıştığını gören de olmuyordu. Kitap okumak, gazete, dergi okumak onun vaz geçemeyeceği alışkanlıklar arasındaydı. Biraz sanat müziğine ilgisi olsa da güzel olan her müziği dinlerdi. Arkadaşları dönemin taverna ve arabesk şarkıcılarını şevkle dinlerken Orhan, klâsik Türk müziğinden hoşlanıyor, en büyük arzusu da para biriktirip klâsik Türk müziği aletlerinden birini, özellikle ut veya tambur almaktı. Bekâr evinde intizama, temizliğe azami dikkat ettiğini, bu hususta otoritesini ilk günden hissettirmişti. Kaldıkları daire, mahallenin en eski apartmanın bahçe katındaydı. Yaklaşık iki dönüm kadar da bahçesi bulunan eski Ankara apartmanlarının güzel bir örneğiydi. Ev sahibi Vural Bey, Sanayi Bakanlığında üst düzey bürokrattı; bazen kiranın yarısını iade ederek “Sizin ihtiyacınız daha çok bu paraya.” diyen gözü gönlü tok hayırsever bir kişiydi. Bazı komşular bekârların orada kalmasından rahatsız olsa da onları tanıyanlar kimseyi rahatsız edecek tavırları olmadığını görünce de selamlaşıp hâl hatır sorarlar; hatta onlara zaman zaman pişirdikleri yemeklerden ikram ederlerdi. Özellikle ramazan ayında oruç tuttuklarını anlayan bazı komşular iftara davet edip sahur için de yemek göndermeye başlamışlardı. Orta hâlli geleneksel aile yapısını koruyan, genellikle muhafazakâr ve milliyetçi görüşe mensup ailelerin yaşadığı Keçiören semtinin o yıllardaki genel karakterini yansıtan mahallede çokça şeyler yaşadılar. Bir gün apartman yöneticisi Yozgatlı Ramiz -kızlarını kıskandığından olsa gerek- gençleri toplayıp “Bir an önce burayı terk edin!” demek için hazırlanırken ne olduysa birdenbire iftar yemeğine davet etti. Orhan bu durumu fark edip sordu:

      – Ramiz amca! Davet ederken tavrınız bambaşkaydı. Bizimle akşam bahçede görüşeceğinizi söylerken tavrınız sertti; korkuttunuz bizi. Şimdi ise birden kendimizi sizin iftar sofranızda bulduk. Hayırdır inşallah!

      – Bak evladım. Ben uzun yıllar yokluklar içinde yaşayıp çalıştım çabaladım ve orta hâlli bir işçi oldum, bugünlere geldim. İlkokuldan sonra okuyamadım, okula gidenleri gördükçe imrenirdim. Giyimlerine, tavırlarına, konuşmalarına ve neşe içinde güle oynaya gezmelerine özenirdim. Sizinle bir bağ kurmak istedim ama onu beceremedim. Nasıl ve ne şekilde davranacağımı bilemedim. Sevgimi de nefretimi de anlatmakta sıkıntım oluyor. Kızlarımı sizden kıskandım, ama yengeniz Naciye, “Meral kızımın ödevlerine yardım ettiler, ders çalıştırdılar ve yavrumun derslerindeki başarısı arttı. Teşekkürnâme aldı kızımız bu çocuklar sayesinde.” dedi. Büyük kızımız Nuran ise okumak istedi ama okuyamadı, sizlerle yaşıt sayılır. Ona da münasip bir iş bulabilsek belki bahtı açılır. Biz cahil adamız. Duygularımızı anında anlatırsak ne âlâ, yoksa hep sert konuşup kalp kırarız. Mübarek ramazan ayının hürmetine davetimize geldiniz; sağ olun. Bundan sonra size kimse yan bakamaz burada.

      – Ramiz amca… Davetiniz için biz teşekkür ederiz. Bizim kimseye zararımız olmaz, aksine faydamız olur. Bizim de ailemiz sizden farklı değil. Aynı toprağın insanıyız. Bizden yanlış bir hareket göremezsiniz. Bakın, bizim üstümüzde oturan Fevzi amcanın ikiz kızları var, selamlaşırız onlarla. Onlar da Üniversite öğrencisi.

Скачать книгу