Kalemin İzindekiler. Muhittin Gümüş

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kalemin İzindekiler - Muhittin Gümüş страница 8

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kalemin İzindekiler - Muhittin Gümüş

Скачать книгу

Hoş geldin. Öğretim yılımız hayırlı olsun.

      – Sağ ol Orhan. Derslerin programı hakkında bilgin var mı?

      – Öğretim yılının ilk günlerinde genellikle eski öğrenciler gelmezmiş. Coğrafya Bölümü ikinci sınıfta öğrenci olan hemşerim Süleyman Elmacı, “Öncelikle öğrenci işlerine gidip üç adet ders alma kartını doldurup danışmana verin.” dedi. O ders alma kartına da pelür deniyormuş. Ben de ilk kez duydum. Bunun Türkçesi yok mu acaba? İstersen birlikte alalım. Süleyman bize yardım edecek.

      – Tamam, hemen gidelim.

      Öğrenci İşleri Müdürlüğünden üç farklı renkte aldıkları kartlara alınması zorunlu olan derslerin kodlarını, adlarını ve kredi /saatlerini yazmak gerektiğini örnek bir formdan görerek doldular. Dersleri görünce Semra’nın şaşkınlığı arttı.

      – Ooo, ne kadar çok ders varmış! Baksana Orhan! Osmanlıca, Edebî Bilgiler, Türkiye Türkçesi, Yeni Türk Edebiyatına Giriş, Eski Türk Edebiyatına Giriş, Metin Şerhi, Metin Tahlili, Batı Edebiyatında Akımlar, Türk Halk Edebiyatına Giriş, Dilbilime Giriş, Türk Halk Bilimi, Türk Dili Tarihi, Türk Dili Bibliyografyası ve Üniversitelerde okutulan ortak zorunlu dersler; İngilizce, Beden Eğitimi, Türk Dili, İnkılap Tarihi de cabası. Haftada 32 saat ders. Üniversitede bu derslerin sayısı az sayılmaz. Hepsi tamam da şu Osmanlıca dersini merak ettim doğrusu. Osmanlı Türkçesi demek daha doğru olmaz mıydı? Dersler başlayınca hocalara ilk sorum bu olacak.

      – Bu bölümde başarılı olmanın temel şartlarından biri olsa gerek. Bin yıllık geçmişe ait eserlerin okunması, anlaşılması için Osmanlı Türkçesini öğrenmek gerekiyor.

      – Tamam, anladım da ders saati olarak çok fazla değil mi? Bu programa göre bizim hiç dinlenmeye, araştırma yapmaya, hatta ödev yapmaya bile zamanımız olmayacak gibi görünüyor. Kültür ve sanat etkinliklerine, sinema, tiyatro veya ders dışında bizim kütüphaneye bile zamanımız kalmaz bunca dersten sonra.

      – Haklısın Semra. 12 Eylül rejimi Üniversitelerde kimsenin bir dakikasını bile boş bırakmak istememiş. Varsa yoksa derse gir çık diyorlar bize. Oysa spor yapmaya, dinlenmeye, sosyal ve kültürel etkinliklere katılmaya da zaman ayırmamız lâzım, ama nerde?

      – Programa göre Yeni Türk Edebiyatına Giriş dersimiz olacak ama ondan önce danışmanımız kimmiş, onu öğrenelim. İkinci kattaki bölümümüzün ilan tahtasında yazıyordu. Haydi gidip bakalım.

      Ağır adımlarla Orhan, Celal ve Süleyman olduğu hâlde ikinci kata çıktıklarında öğrenci listesinin beş gruba ayrıldığı, Osmanlıca derslerini de beş ayrı grup hâlinde alacaklarını anladılar. Orhan’ın akademik danışmanı Yard. Doç. Dr. Kayahan Erimer, Semra’nınki ise Doç. Dr. Cem Dilçin olarak yazıyordu listede. Osmanlıca dersinde Orhan, Prof. Dr. Hasibe Mazıoğlu’nun, Semra ise Doç. Dr. Mustafa Canpolat’ın grubunda görünüyordu. Kapılara bakarak Kayahan Beyin ve Cem Beyin odasını bulmaya koyuldular. Dediklerine göre, Cem Bey, sert tavırlı birisi olsa da içinde bir naiflik olan, herkesle diyalog kurmayan ama sevdiklerine tavrı müşfik, bunun yanı sıra intizamsız, dikkatsiz ve özensiz tiplere ise gıcık olduğunu, gayri ciddi karakterlerden hazzetmediğini muhatabına derhal yansıtan bir akademisyen olarak tanınıyormuş.

      Bu ön bilgilere sahip olarak endişe içinde yöneldi ve koridorun sağdan üçüncü sırasındaki odada Cem Bey’in adını görünce hemen kapıyı çalıp içeri girdi Semra. Sert tavırlı, çatık kaşlı bir hocayla karşılaştı. Selam verdikten sonra:

      – Affedersiniz Hocam. Ders alma işlemlerini yaptırıyorum da bir eksiğimiz var mı acaba? Kontrol eder misiniz? Danışmanımız olarak imzanızı atar mısınız?

      – Aferin kızım! Hiçbir eksiğin yok. Bugün hatasız olarak ders alma formu dolduran ilk öğrenci olduğunu söylemek istiyorum. Başarılar dilerim.

      – Teşekkür ederim Hocam. Bizim hangi derslerimize gireceksiniz acaba?

      – Edebî Bilgiler ve Metin Şerhi derslerinde beraberiz.

      – Çok teşekkür ederim Hocam. Müsaadenizle ben çıkayım. Hoşça kalın.

      – Güle güle Semra.

      Semra’yı dışarda bekleyen Orhan, Celal ve Süleyman merakla:

      – Nasıl oldu? Neler konuştunuz? Bu adam pek sert karakterli diye konuşur arkadaşlarımız. Kızmaya bir bahane bulmadı mı?

      – Gayet nazik karşıladı ama görünüşü çok ciddi. Orhan ve Celal, siz kendi danışmanınızı bulamadınız değil mi?

      – Bu katta öyle bir isim yok. Acaba başka bir yerde mi odası? Kime soralım Süleyman?

      – Arar buluruz. Merak etmeyin. Bugün nasıl olsa ders yok. İlk derse kadar işlemler tamamlanır. Siz de işinizi halletseniz iyi olur. Kafan rahatlar Orhan. Ben bugünün işini yarını bırakmam kardeş.

      – Peki, hemen soralım şu kat görevlisine.

      Kat görevlisi, Kayahan Beyin odasının giriş katın altındaki TÖMER ve Antropoloji Müzesinin olduğu yerde olduğunu söyledi. Gittikleri yerde çekik gözlü, zenci, Arap, Avrupalı değişik ırklardan insanlar vardı. Anlaşılan orada Türkçe öğreniyorlardı. Kayahan Bey’in odasını buldular ama odadaki diyalog çok ilginçti. Orhan’la Celal elindeki pelürlerle içeri girdiğinde Semra’yla Süleyman dışarıda bekliyorlardı. Orhan’ın tereddütlü girişi kafasını karıştırdı o an. “Bu adam doçente benzemiyor ama neyse soralım hadi!” dedi:

      – Şey… Kayhan, Kayıhan, Kayahan Beyle görüşecektik. Hocanın adını karıştırdım galiba. Siz misiniz?

      – Hayır! Kayahan Bey şu anda yok. Siz yabancı mısınız?

      Celal ve Orhan birbirine bakıp biraz duraksadıktan sonra hemen Celal:

      – Şey… Evet… Tabii yabancıyız.

      – Şu yan tarafta TÖMER var, oraya gidip kaydınızı yaptırın. Şefika Hanım yardımcı olur.

      Orhan hiç cevap vermeden şaşkın biçimde çıktı. Semra ile Süleyman’ın meraklı bakışları arasında ne diyeceğini bilemedi.

      – “Şu yan taraftaki TÖMER’e gidin, kayıt yaptırın!” dedi adam.

      – Aman, sizi yabancı uyruklu mu sandı yoksa?

      – “Yabancı mısınız?” diye sordu. Celal de “Evet!” dedi ve çıktık.

      Süleyman kahkahayla karşıladı bu durumu.

      – Yahu kardeşim siz yabancı mısınız ki? Ne işiniz var TÖMER’de?

      Celal de bu komik duruma:

      – E ne yapalım? Ankaralı değiliz anlamında, buraların yabancısıyız düşüncesiyle evet dedim. Ayrıca hiç doçente de benzemiyor adam. Aman boş verin! Bugün tekrar gitmeyelim o kapıya!

      Celal, Orhan ve Süleyman,

Скачать книгу