Safiye Sultan. M. Turhan Tan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Safiye Sultan - M. Turhan Tan страница 12

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Safiye Sultan - M. Turhan Tan

Скачать книгу

Yunus Bey’in kadırgaları üzerine yürüyen Kont Grade Niko’yu zindana attı, Korfo sularında bir Türk gemisi zapt eden filo kumandanı Proveditör Kontarini’yi de muhakeme altına aldı, İstanbul’a etraflı tarziyeler verdi, rüşvetler sundu. Fakat Türk korsanları, silahsız elçilere bile hücum etmeyi kabul eden Venedik ahlaksızlığını affetmedi, öç alma siyasetini kuvvetlendirdi.

      İşte Bafa’yı taşıyan gemideki asilzadeleri ve kaptanından dümen neferine kadar bütün o cesur denizcilerini renkten renge sokan, telaş içinde bırakan sebep buydu. Görünen geminin korsanlara ait olması ihtimaliydi. Eğer o ihtimal doğru çıkarsa harp muhakkaktı. Yani Türklerin Venedik gemisine saldırmaları yüzde yüz beklenebilirdi ve bu, felaket kelimesiyle de ifade olunamayacak kadar büyük bir talihsizlik olacaktı. Çünkü iki kere ikinin dört etmesi nasıl tabii ise tek bir Türk gemisinin yine tek bir Venedik gemisini haklaması da o ayarda tabiiydi. Hatta manevi veya maddi bir sebeple, göze görünmeyen ve akla sığmayan bir amilin zoruyla iki kere iki bazen beş yahut üç olabilir. Fakat bir Türk’ün bir yahut iki yahut üç Venedikliyi bir çırpıda mağlup etmesi, tepelemesi, daima doğru çıkan ve çıkacak olan bir hakikatti.

      Korfo’ya doğru süzülen galeryadaki asilzadeler, askerler, tayfalar, kürekçiler de işin böyle olacağını bildiklerinden sararıp soluyorlardı. Bayılıp ayılıyorlardı. Herkes sersemlediği için gemi de başıboş kalmıştı. Gelişigüzel deniz üzerinde yuvarlanıp gidiyordu. Hâlbuki enginde görünen Türk gemisi, nereye doğru süzüleceğini tespit etmişe benziyordu. Gittikçe büyüyen bir deniz ejderi hâlinde Venedik teknesinin üzerine doğru koşa koşa geliyordu.

      Erkeklerin telaşına, manasız kekelemelerine karşı gözünü ve kulağını kapamış görünen Bafa, deniz üstünde belirişi bir tehlike işareti olarak kabul olunan geminin gerçekten Türklere ait olduğuna kanaat getirdikten sonra yüzünü kaptan Loredano’ya çevirdi.

      “Bu geliş…” dedi. “Avcı gelişine benziyor. Harp edecek misiniz?”

      Daha bir iki saat önce, tarihî hatıralardan gurur hissesi almak isteyen ve Türklere -tek bir Türk’ün bulunmadığı yerlerde- meydan okuyan Loredano’nun ilkin dudakları, sonra çenesi titredi, dişleri arasından şu miskin birkaç kelime döküldü:

      “Kuvvetler arasındaki nispeti bilmiyorum, şerefimizi tehlikeye düşürmekten korkuyorum.”

      Bafa’nın gözleri Kapitano’nun yüzüne dikilince o, asilzade hemşehrisinden daha akıllı davrandı, korkaklığın ağırlığını güzel kızın varlığına yükledi:

      “Harp etmek kolay. Fakat sizi muhataraya düşürmek meselesi var.”

      Suranço da bu ara mırıldandı, Kapitano’nun yumurtladığı cevhere cila verdi:

      “Biz ölmeye hazırız. Sizin yaşayacağınıza emin olmak şartıyla!..”

      Bafa, İtalyan kamusunda bulunan en ağır kelimeleri bir araya getirerek ve onları tükürükten bir zarfa koyarak sırayla şu üç asilzadenin yüzüne fırlatmak için hafızasını yoruyordu. Yüreği bulana bulana tahkir cümleleri hazırlamaya savaşıyordu. Fakat top menziline girmiş olan Türk gemisinden uçup gelen ilk gülleyle galeryadaki Venedik bayrağı uçup gidince ihtiyarsız titredi, hakaret etmek istediği gençleri o suretle küçültmekten vazgeçti; cesaretlendirmeye yeltendi:

      “Haydi!” dedi. “Ne duruyorsunuz? Vazife başına geçsenize! Yoksa teslim mi olmak istiyorsunuz?”

      İkinci, üçüncü ve dördüncü gülleler yelkenleri, direklerden bir kısmını tarumar ederken Loredano, Bafa’nın önünde diz çöktü, yalvardı:

      “Emri siz verin, topçulara siz kumanda edin. Ben size baka baka, harp işareti veremeyeceğim.”

      Güzel kız, gözlerini göğe kaldırarak ilahtan bir şeyler niyaz etmek isterken gemi mürettebatının grandi direğine beyaz bayrak çektiklerini gördü, iliğine kadar titreyerek o işareti Loredano’ya gösterdi:

      “Askeriniz sizi iyi tanımış! İşte bu tanımanın vesikası da çirkin çirkin sallanıyor!”

      Ve yüzüne enikonu renk gelen, yüreğine neşe dolan Loredano’nun yakasını tutarak olanca kuvvetiyle sarstı:

      “Şimdi, şimdi…” dedi. “Yolumuzu kaybediyoruz, başka bir yola düşüyoruz. Bu yeni yolun adını olsun söyleyecek kadar cesaretin var mı?”

      Zillet yolu, esaret yolu, hakaret yolu, felaket yolu gibi bir cevap alacağını umuyordu. Fakat Loredano, küstah küstah sırıttı, şu sözleri söyledi:

      “Baht yolu sinyorita, baht yolu! Biz fâniler hep bahtımızın esiri değil miyiz? Burnumuzun dibinde sandığımız Korfo’ya giderken Türklerin taarruzuna uğrayıp yolumuzu şaşırmamız da baht işidir. Gam yemeyin, tahammül gösterin!”

      O sırada Türk gemisi de pek mahirane manevralar yaparak, muhtelif genişlikte daireler çizerek galeryaya yanaşmak üzereydi. Bafa, mukadderata boyun eğmişti ancak kendisinin gençliğine, güzelliğine, zekâsına ve bütün benliğine tasarruf edecek şahıs veya şahısları görmek ihtiyacını duyarak nemli gözlerini, mağlup ve namert galeryaya rampa etmek üzere bulunan Türk teknesine çevirmişti. Birden o nemli gözler büyüdü, solgun dudaklar titredi ve güzel Bafa -sevince de hayrete de delalet eder bir sesle- bağırdı:

      “Deli Cafer Reis, Deli Cafer Reis!”

      Doğru görüyor ve doğru söylüyordu. Dört gülleyle koca bir galeryayı teslime mecbur eden Türk gemisinin güvertesinde Deli Cafer’in heybetli endamı yükseliyordu. Üç gün önce Venedik’te arşın arşın kumaş satan, duçeler sarayında harp hikâyeleri, düğün masalları anlatan iri boy Türk, bu korsan gemisi güvertesinde -o kırmızı cepkeniyle, kırmızı fesiyle ve kuşağıyla- kızıl kana boyanmış bir harp ilahı gibi muhteşem görünüyordu.

      Bafa, bu müşahedede hakikati de görmüş oluyordu. Çünkü Deli Cafer’le karşılaşmak, Adriyatik Denizi’nin ağzında tekevvün eden şu vakıanın sırrını okumak demekti. Evet, Loredanolar, Kapitanolar, Surançolar ve bu harp gemisi, tesadüfün zoruyla değil duçeler sarayında üç Türk’ün baş başa vererek yaptıkları anlaşma üzerine işte “baht yoluna” düşüyorlardı. Daha doğrusu Türkler, kendini yakalamak için Venedik Cumhuriyeti’nin bir gemisini ve bir sürü Venedikliyi esir ediyorlardı.

      Bu vaziyette ne yapmak lazımdı? Bafa, baygınlık verecek kadar artmış bir heyecan içinde o suale cevap bulamıyordu. Esirdi ve esirlerin mutlak bir itaatten, mutlak bir inkıyattan başka hakları olamadığını biliyordu. Lakin kendini esir eden kuvvetin daha dün yine kendi güzelliği önünde ne samimi hayranlıklar gösterdiğini düşününce sade ve miskin bir esirden bambaşka bir şey olduğunu anlıyordu. Başını dik tutmak istiyordu. Bununla beraber Türklerle yan yana gelince ağlamak mı somurtmak mı yoksa gülümsemek mi şence görünmek mi lazım geleceğini kestiremiyordu.

      Böyle sık dokuyup ince elemeye vakit de müsait değildi. Korsan gemisi kancaları atarak galeryayı kendine bağlamıştı. Manga manga askerlerini mağlupların yanına göndermek üzere bulunuyordu. Bundan ötürü Bafa, hadiselerin inkişafını beklemeye ve göreceği muameleye göre hareket etmeye karar verdi.

      Deniz harplerinde, hele o devirde, kara harpleriyle kıyas kabul etmeyecek derecede hızlı davranılırdı. Çünkü deniz,

Скачать книгу