Safahat. Mehmet Akif Ersoy

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Safahat - Mehmet Akif Ersoy страница 14

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Safahat - Mehmet Akif Ersoy

Скачать книгу

o lem'a ki yâdımdadır… Zevâli adîm,

      Durup mezârının üstünde ağladıkça sehâb;

      Gelip başında enîn eyledikçe rûh-i nesîm;

      İnip melâik-i rahmet cihân-ı bâlâdan,

      Harîm-i kabrine ettikçe her zaman ta'zîm;

      Bahâr vakti çiçeklerde yâd-ı enfâsın

      Meşâm-ı câna duyurdukça bin lâtîf şemîm;

      Döner hayâlimin en muhterem harîminde

      Senin o tayf-ı lâtifin ey âşinâ-yı kadîm!

      Musâb olan yalnız âilen midir? Heyhât,

      Bıraktın arkada binlerce hânümânı yetîm!

      Olurdu dest-i tesellî-medâr-ı lûtfunla

      Sirişk içinde yüzen çehreler bir anda besîm;

      Ederdi cûd-i merâhim-nümûd-i feyyâzın

      Hazâin olsa bütün ehl-i fâkaya taksîm.

      O bir cihân-ı fezâildi, mahvolup gitti…

      Nedir? Niçindir İlâhî bu inkılâb-ı azîm?

      Ey yâd-ı güzîn-i ihtirâmı,

      Rûhumda hayâtının devâmı;

      Ey lem'a-i feyzinin tamâmı,

      Subh-i ezelînin ihtişâmı;

      Âmâline dar gelince nâsût,

      İkbâline sîne açtı lâhût.

      Bakmaz da bu dâr-ı iptilâya,

      Rûhun can atardı i'tilâya;

      En sonra o nûr-i arş-pâye

      Yükseldi civâr-ı Kibriyâ'ya…

      Dem şimdi dem-i saâdetindir:

      Ervâh, nedîm-i hazretindir.

      Tevfîk olarak yolunda hem-râh,

      Aştın şu fezâ-yı târı nâgâh;

      Tâ fecr-i bekâda oldun âgâh…

      Hâlâ gidiyorsun, Allah Allah!

      Pervâzına yok mudur tenâhî?

      Ey tâir-i gülşen-i İlâhî!

      Her gül dibi medfen-i hayâlin,

      Her gonce kitâbe-i kemâlin;

      Her yerde nihân olan cemâlin,

      Her yerde iyân olan meâlin;

      Bir yerde görünmüyorsun ammâ:

      Her yerde bedâyi’in hüveydâ!

      Ey sen ki harîm-i Hakk'a mahrem

      Oldun da yabancın oldu âlem;

      Yâd eyleyecek misin ki bilmem?

      Dünya denilen bu sicn-i mâtem

      Hâlâ bana dâr-i imtihandır…

      Kurtulmadım işte an bu andır!

      Ey yâr-i azîz-i gam-küsârım,

      Mahvoldu, Hudâ bilir, karârım,

      Sarsıldı olanca ıstıbârım;

      Bî-zâr peyinde rûh-i zârım!

      Gittin, beni kimsesiz bıraktın,

      Yaktın beni hasretinle, yaktın!

      Azim

      Sa'dî, o bizim Şark'ımızın rûh-i kemâli,

      Bir ders-i hakîkat veriyor, işte meâli:154

      «Vaktiyle beş on kâfile sahrâya düzüldük;

      Gündüz yürüdük hep, gece bir menzile geldik.155

      Çok geçmedi, baktım, bir adam hâsir ü hâib

      Koşmakta… Meğer eylemiş evlâdını gâib.156

      Bîçâre gidip haymelerin hepsine sormuş;

      Bir taş bile görmüşse, hemen oğluna yormuş.157

      Âvâre peder, nerde bulursun! derken…

      Gördüm ki ciğer-pâresinin tutmuş elinden,158

      Lebrîz-i meserret geliyor bizlere doğru,

      Taşmış da gözünden akıyor şimdi sürûru!159

      Yaklaştı şütürbâna nihâyet, dedi yekten:

      «Evlâdımı buldum… Nasıl amma? Onu bilsen…160

      Karşımda ne görsem, «O!» dedim geçmedim asla.161

      Aldatsa da tahminimi binlerce heyûla,

      Azmimde fütûr eylemedim, ye'si bıraktım…

      Mâdem ki dünyâdadır elbet bulacaktım…162

      Kumlarda yüzüp, zulmetin a'mâkına daldım;

      Hep rûh kesildim… Ne boğuldum, ne bunaldım.

      Tevfîk-i İlâhî edip en sonra inâyet,

      Gördüm gözümün nûrunu karşımda nihayet.»163

      İm'ân ile baksak oluyor işte nümâyan.

      Sa’dî bize göstermede bir meslek-i irfan:164

      Bir gâye-i maksûda şitâb eyleyen âdem,

      Tutmuşsa bidâyette eğer azmini muhkem,

      Er geç bulacak sa'y ile dil-hâhını elbet.

      Zira bu şu’un-zâr-ı tecellîde, hakîkat,

      Tevfîk, taharrîye; taharrî ona âşık;

      Azmin de emel lâzımıdır, gayr-ı müfârık.

      Olsun da emel azm ü taharrîye mukârin;

      Tevfîk zuhûr eylemesin sonra… Ne mümkin!165

      Ba'zen iki üç haybet olur rehzen-i ümmîd…

      İnsan o zaman etmelidir azmini teşdîd…

      Ye'sin sonu yoktur, ona bir kerre düşersen

      Hüsrâna düşersin, çıkamazsın ebediyyen!

      Mahkûm olarak ye'se şu bîçâre peder de,

      Evlâdını şâyed o karanlık gecelerde,

      Vaz geçmiş olaydı aramaktan, ne bulurdu?

      Elbet biri candan, biri cânandan olurdu!166

      Seyfi Baba

      Geçen akşam eve geldim. Dediler:

                                                                                                                         – Seyfi Baba

      Hastalanmış,

Скачать книгу


<p>154</p>

Şarkımızın kemal ruhu olan Şeyh Sadi, bize şöyle bir hakîkat dersi veriyor.

<p>155</p>

Vaktiyle beş on kervan halkı çölde yola koyulmuştuk. Gündüz yürümüş, geceleyin bir menzile gelmiştik.

<p>156</p>

Bir de baktım ki bir adam hüsrân ve haybet içinde koşup gidiyor. Meğerse o dehşetli çölde evlâdını kaybetmiş.

<p>157</p>

Zavallı adam, çadırların hepsine birer birer uğramış ve evlâdını sormuş. Bir taş bile görse belki oğludur diye gidip bakmış.

<p>158</p>

Biçare baba, onu nerede bulacaksın? Derken, ciğer-pâresinin elinden tutmuş olduğunu gördüm.

<p>159</p>

Sevinç içinde ve sürûru gözlerinden yaş şeklinde akarak bize doğru geliyordu.

<p>160</p>

Geldi ve deveciye: «Evlâdımı buldum, fakat nasıl buldum bilir misin?

<p>161</p>

Karşımda her ne gördümse geçmedim. «Odur!» diyerek yanına gittim.

<p>162</p>

Binlerce heyûla tahminimi aldatsa da azmimde fütura düşmedim, bulmak ümidini terk etmedim. Dedim: Mâdem ki dünyadadır, elbet bulacağım.

<p>163</p>

Âdeta kumlarda yüzdüm, karanlıkların derinliklerine daldım. Ebedî bir ruh kesilip ne boğuldum, ne bunaldım. Nihâyet Allah’ın tevfikı inayet etti de gözümün nuru evlâdımı karşımda gördüm.

<p>164</p>

Sadi bize bir irfân mesleği gösteriyor. Dikkatle bakacak olursak bize de görünüyor ki:

<p>165</p>

Bir maksat uğrunda koşan kimse, iptida azim ve teşebbüsünü sağlam tutmuşsa elbette gönlünün istediğini ergeç bulacaktır. Zira Hakkın şüûnatına tecelli-gâh olan bu âlemde tevfik-i ilâhî taharriye, taharri de o tevfike âşıktır. Azmin de emel, ayrılmaz bir karinidir. Emel, azim ve taharri ile birlikte olsun da tevfik zuhur eylemesin, bunun imkânı var mıdır?

<p>166</p>

Bazen iki üç muvaffakiyetsizlik, ümit yolunu kapatır, insan o vakit azim ve teşebbüsünü şiddetlendirmelidir. Ümitsizliğin sonu yoktur. Ona bir kere düşecek olursan bir daha altından kalkamayacağın büyük bir zarara düşersin. Şu biçare baba da ümitsizliğe düşüp o karanlık gecede evlâdını aramaktan vazgeçmiş olaydı, evlâdı candan, babası da canandan olurdu.