Acayib-i Âlem. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Acayib-i Âlem - Ахмет Мидхат страница 8

Жанр:
Серия:
Издательство:
Acayib-i Âlem - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

bakışların derhâl onun üzerine dikilir. Ya dünyanın başka tarafları senin yaratılış ve araştırma güdünü neden gıcıklamıyor? İstanbul’u gördün ise gördün! Anladın ise anladın! Bu dünyaya bir daha gelecek değilsin ki âlemin diğer taraflarını o ikinci gelişte seyredesin! Seyahat vasıtaları henüz düzenli olmayan yerlere gidemezsen de düzenli olan yerlere pekâlâ gidebilirsin. Bugün İstanbul’dan Amerika’ya kadar gitmek azmi de gitmekten başka türlü değildir. Yalnız vapurların ve trenlerin katedecekleri mesafenin uzunluğundan ibaret bir fark vardır.”

      Biz Hicabi’nin kendi kendisine söylediği söze şurada son veriyor isek de Hicabi’nin kendi kendine olan hitabı bundan ibaret değildi. Hicabi bu konuşmayı uzattıkça uzattı. Âdeta sabah açılmaya başladığı hâlde biçare adamcağız hâlâ sigaraların birisini yakıp diğerini söndürmekte, hâlâ bu seyahat meselesini düşünmekte idi.

      Zihninin karar kıldığı nokta, imkânın son derecesine kadar insan için seyahatin gerekliliğinden ibaret olup doğduğu yerden ölünceye kadar ayrılmayan bir adam için hemen hemen dünyaya hiç de gelmemiş hükmünün verilmesi gerektiği hükmüne kadar vardı.

      Bu hükümde Hicabi’nin isabetini ve isabetsizliğini bilemeyiz. Biz burada bir muhakemenin hakemi veyahut mümeyyizi15 olmayıp bir vakanın anlatıcısı olduğumuzdan yalnız vakaları anlatmakla yetiniyoruz. Vakaların şimdi şu ana mahsus olan şekli ise Hicabi Bey’in zihninde şu düşüncenin belirmesinden ve kendi kendisine şöyle bir söz söylemesinden ibaretti:

      “Cenabıhakk’ın insana iki göz vermesinden maksadı eğer ‘görmek’ ise insanın seyahat etmesi şarttır. Görmek hikmeti bize, etrafımıza bakmak lüzumunu hissettiriyorsa etrafımıza birkaç adım atmak lüzumunu da mutlaka hissettirmelidir. Gözlerini yalnız bir noktaya dikerek o noktadan ayırmayan insana eğer ‘deli’ diyebilmek mümkün ise seyahat etmeyen insana da bu sıfatı vermek mümkündür. Çünkü insanın içinde doğdu(ğu) şehir bütün dünyaya nispetle bir nokta olup insan elbette o noktadan gözlerini ayırarak biraz da diğer noktaları görmelidir.”

      Hicabi Efendi şu sözde karar kıldığı esnada idi ki yatağı içinde kımıldanan Suphi Bey de şöyle bir sözle sayıkladı:

      “Allah bile Kur’an-ı Kerim’inde seyahati tavsiye buyurmuş!”

      Bu söz Hicabi’yi özel kararı üzerinde bütün bütün takviye etti ve destekledi. Derhâl “Onlara de ki: Yeryüzünde yolculuk etsinler! Öncekilerin akıbetinin ne olduğunu görsünler!” mealinde olan ayet-i kerime hatırına gelip tefsirde, hadiste, kelamda olan büyük bilgisi, kendisini ve ayet-i celilenin hikmetlerini göz önüne almak vadisine dahi sevk edince artık Hicabi seyahat şevkiyle Suphi’den fazla çıldırmaya başladı.

      Suphi’nin uykuya varması dört saati geçmiş olduğundan ve Hicabi artık zihnî isteklerine kendi kendisine tahammül ve mukavemet etmeyi imkânsız gördüğünden arkadaşını ayağından çekip kımıldatarak dedi ki:

      “Hey! Baba Suphi! Suphi Bey! Amma uyudun ha! Baksana artık sabah oldu. Ortalık açıldı. Aç sen de gözlerini bakalım.”

      “Uf kardeş sus Allah’ı seversen!”

      “O ne be? Öte tarafa döndü. Yine horlamaya başladı. Hey Suphi Bey! Aç gözlerini diyorum. Uyuya uyuya şiştin be!”

      “Ey ne istersin sanki?”

      “Evinde rahat oturan insanın uykusunu kaçır da sonra kendin horul horul uyu! Bu da insaf mı ya! Kalk Allah’ı seversen, sabah kahvelerini içerek iki satır söz edelim!”

      Suphi esneyerek, gerinerek, gözlerini ovuşturarak, ağzını şapırdatarak kalktı. Henüz uykusunu layıkıyla alamadığı için biraz mırıldandı, söylendi ise de gerçekten artık gündüz olmuş bulunduğu için yatağı içinde oturdu.

      Aralarındaki münasebetin artması üzerine Hicabi Bey, Suphi Bey için kendi evinde özel olarak bir nargile bulundurmakta olduğundan kalktı, derhâl nargileyi hazırlayıp marpucu dostunun sakalına dayadı. Haremde herkes zaten uykudan uyanmış olduğu için kahveyi de onlara sipariş etti.

      Suphi Bey esnemeye biraz ara verdikten ve kahveyi de içtikten sonra Hicabi dedi ki:

      “Senin seyahat meselesi bu gece benim uykumu kaçırırsa ne dersin?”

      “Neden uykunu kaçırsın? ‘Borç benim kasavet senin.’ dedikleri gibi seyahat benim olduğu hâlde kasaveti sana mı kaldı?”

      “Öylesi değil! Senin her deliliğin bir hikmetten uzak olmadığı gibi bir şeyi tercihin elbette ve elbette bir hikmetten uzak değildir. Seyahat için ‘kuzeye kuzeye’ diyordun. Seyahatin lüzumunu zihnime tasdik ettirdim. Senin bu konudaki cüret ve azmini takdir ettirdim. Hatta bir imkânı olsa ben de sana refakat cüretini göstermekten bile uzak değilim. Fakat şu kuzey yönünü tercihe sebebin ne olduğunu anlayamadım.”

      “Bana refakat için cüret mi dedin? Amma yaptın ha! Hiç İstanbul’a âşık olan sizin gibi İstanbullular bana refakat edebilirler mi? Ben neyim? Bir deli! Öyle değil mi?”

      “Estağfurullah! Fakat sen şimdi benim refakat edebilip edemeyeceğimi düşünme! Bununla söz israf etme! Henüz senin bile seyahatin kesinlikle kararlaştırılmış değildir. Daha kütüphane ve numunehane satılarak para eline girmedi ki!”

      “Neden girmesin? Girmiş demektir.”

      “İyi ya işte! Benim de kararım verilmiş demek olabilir. Şu kuzey yönünü tercihin ne hikmetten dolayıdır? Onu soruyorum.”

      “Bir vakit Afrika seyahatnamelerini okurken gerek Afrika’nın gerek Amerika’nın vahşileri içinde bulunmak hevesine düşerdim. Çünkü oralarda türümüzden öyle bir sınıf halk vardır ki henüz medeniyetten hiçbir nasipleri yoktur. Medeniyet her şeyden önce insanların topluluk hâlinde, yardımlaşma ve yayılma kaidesiyle yaşamalarını gerektirirken bunlarda topluluk bile yoktur. Hatta evladı ana babaya bağlayan münasebet dahi onlarda diğer hayvanlarda görülen derecelerde bulunur. Yani bir tavuk kendi piliçlerine yeri eşeleyerek taneyi, kökü veyahut böceği meydana çıkarıp yemeyi ve kendisini yiyecek olan daha kuvvetli bir hayvandan kaçmayı öğrettikten sonra artık tavuk başka ve piliç başka ve ikisi de ayrı ayrı olarak yaşamak için ayrıldıkları gibi o vahşilerde dahi bir kadın kendi yavrusunu büyüttükten sonra ayrıldıklarını seyahat kitaplarında okudum ve bunların evliliklerinin de diğer dört ayaklı hayvanların çiftleşmelerinden farklı bir şey olmadığını, şu ilkel hâli görerek onun üzerine insanların gelişmek isteyen yaratılışı icabınca ilave edilmiş bulunan şeyleri muvazene etmek isterdim. Hâlbuki biz henüz beşerî medeniyetin bugün ulaşmış bulunduğu ilerlemeyi dahi görmemişizdir. Beşerî ilerlemelerin bizim memleketimizde görüldüğü dereceden ibaret olmadığını anlayabilmek güç bir şey midir? Bunca yeni icadın hangi taraftan geldiğini düşündüğümüz gibi bizim medeni memleketler ile medeni olmayanlar arasında bir ara kesit teşkil etmekte bulunduğumuz kendi kendisine meydana çıkar.”

      “Ona şüphe yok. Buraları bence zaten su götürmezdir.”

      “Bu yüzden sonraları vahşi memleketleri seyahat arzusu değişti. Kendi kendime dedim ki: ‘İlk önce medeni memleketleri görmeli ve medeni ilerlemelerin ulaşmış bulunduğu mertebeyi hakkıyla anlamalı da ondan sonra vahşi memleketleri seyahat etmeli.’

Скачать книгу


<p>15</p>

Mümeyyiz: İyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı ayıracak durumda olan. (e.n.)