Acayib-i Âlem. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Acayib-i Âlem - Ахмет Мидхат страница 9

Жанр:
Серия:
Издательство:
Acayib-i Âlem - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

düşündüm. Bu hâlde tabiatın ekvatordan çok kutuplarda bulunduğunu nazarıdikkate aldığım gibi kutuplardan bize en yakın olan Kuzey Kutbu’nun, Avrupa’nın medeni ve ilerlemiş memleketlerine dahi komşu olduğunu düşünerek hem medeni ilerlemeleri hem tabiat harikalarını görmek için kuzey yönünü tercih ettim.”

      Hicabi Efendi başını önüne eğerek elinde bükmekte olduğu sigarayı dudaklarında yapıştırdıktan sonra dedi ki:

      “Acayib-i âlem ekvatordan çok kutuplarda neden bulunsun?”

      “Bahsimizi bir kozmografya dersine mi dönüştürmek istiyorsun?”

      “Yok!”

      “Öyle ise sana yalnız şu kadarcık söyleyeyim: Bizim buralarda en uzun gece ve gün on beş saat olduğu hâlde diyelim ki yazın gündüzler ve kışın dahi geceler on altı on yedi saat kadar uzasalar veyahut on üç veya on iki saatten ziyade uzasalar şu fark bize fazla bir değişiklik şeklinde görülmezdi. Lakin gündüz denilen şey yirmi üç buçuk saat uzayıp da gece yarım saat kalır ve bu hâlde güneş şimdi battığı hâlde biraz sonra yine doğarsa ve bu hâl aksi olarak gece yirmi üç buçuk ve gündüz yarım sat uzayıp güneş şimdi doğmuş ise biraz sonra yine battığı hâlde bu değişim bizim gözümüzde pek mühim bir değişim olur. Öyle değil mi?”

      “Anladım efendim!”

      “Ya bir gece aylarca müddet devam eder ve bir gün keza aylarca müddet uzayıp gider de güneş ya hiç doğmaz veyahut hiç batmaz ise?”

      “Öyle ya! Öyle ya!”

      “Hâlbuki kuzey taraflarının olağanüstülüğü yalnız bundan da ibaret değildir. Tabiatın yıkıcı gücü oralarda insanların yaşamasına ihtimal vermek istemediği ve taşları ve ağaçları bile çatır çatır mahvedecek sanıldığı hâlde oralarda bu yıkıcı güce Cenabıhakk’ın verdiği akıl kuvvetiyle mukavemet ederek yaşayan birçok halk dahi görürüz. Sıcak memleketlerde ne elbiseye ne ev ve meskene ihtiyacı olmadığı gibi doğal mahsullerle karnını dahi doyurabilecek olan insanların yaşayışının ne kadar sade olabileceğini bir kere düşünmeli de buzul memleketlerde her şeye muhtaç olan insanların yaşayışının ne kadar dikkate değer olacağını hesaba katmalı.”

      “Ve işte bu hesaptan sonra vatanımızın cennet gibi güzel olduğuna hükmetmeli. Öyle değil mi efendim?”

      “Ona ne şüphe! Şimdiki hâlde İstanbul’dan dışarıya çıkmamış olan bir adam İstanbul’un güzelliğine hayran görünür ise o adama hayret edebiliriz. Çünkü her şey zıddıyla kendisini belli edebildiği hâlde güzel olmayan veyahut daha ziyade güzel olan yerleri görmeksizin kendi doğum yerinin güzelliğine hayran olmak âdeta bir taklitçilik demektir. Herkes güzel dediği için o da herkesi taklit ederek güzelliğine inanmış sayılır.”

      Biraz sessizlikten sonra Hicabi Bey dedi ki:

      “Zannıma kalırsa kuzey taraflarını seyahat etmek seyir ve hareketçe de güney taraflarından daha kolaydır.”

      “Hiç şüphe etmemeli!”

      “Çünkü birçok yere trenler ve gemiler ile gidilir. Hâlbuki güney tarafları buna benzemez.”

      “Pek doğrudur. Bugün bir mevsimine düşürülür ise hemen on beş gün kadar bir müddet içinde kuzey tarafına en fazla sokulabilmek mümkün olur. Fakat biz henüz daha seyahatin bu taraflarını seninle konuşmadık. Tren ile seyahat etmek seyahatten mi sayılır?”

      “Vay! Seyahatten sayılmaz mı?”

      “Sayılmaz ya? Bir vagon içinde oturmak seyahatten sayılacak ise kendini bir sandığa hapsedersin. ‘Ben seyyahım!’ diye iftiharından koltuklarını istediğin kadar kabartırsın! Benim âşığı olduğum tabiata kavuşmak için edilecek seyahat tren ile değil beygir ve araba ile de yapılamaz. Mutlaka yaya olarak icra yapılmalı.”

      “Yaya olarak mı? Tabanvay ha?”

      “Evet! Ben her otun, her kökün, her böceğin yanından geçerken durup bakmaz ve eğilip dokunmazsam o seyahatten ne anlarım? Yalnız şehirden şehire, onların da lokantalarından lokantalarına ve tiyatrolarından tiyatrolarına seyahat edilecek ise işte resimli kitapların oturduğumuz yerde gözlerimize sunduğu dünya bu dünya olacağından seyahat külfetine hiç de ihtiyaç kalmazdı. İmkânı olsa denizlerde dahi yürüyerek seyahat etsek. Hem denizlerin dibinden! Çünkü denizlerde görülecek şey, yalnız ufkun, engel olmadan gözlerimizde tam dairesini resmetmesinden ibaret değildir. Denizin harikaları asıl o mavi yüzeyin altındadır. Bununla beraber inceleyici bakışları çekmeye değer olacak bir tarafı bulunmayan ve dolayısıyla yine çöl ve yaban denilmek lazım gelen bazı uzun mesafeleri kendi bacaklarımızın kuvvetlerinden başka kuvvetlerle katetmek imkânından istifade hususunda yine hürriyetimize malik oluruz.”

      O gün seyahat hakkında kahvaltı zamanına kadar uzayıp giden sözde bizim için gereksiz bilgi sayılmaya değer olacak diğer muhakemelere ve izahlara girişilmedi. İki arkadaş kahvaltılarını da ederek karınlarını doyurduktan sonra hep seyahatin faydasından, güzelliğinden bahsede bahsede ikisi beraber Beyoğlu’na kadar geldiler. Ve Club Commercial’a varıp sözü geçen İngiliz ile Mısırlıyı buldular.

      İngiliz tabiatçılardan olup zaten İstanbul’a gelişi tabiat tarihine dair birtakım incelemeler için olduğundan, bu incelemeleri hazır edilmiş ve numuneleri dahi tertip olunmuş bulduğundan ne kadar memnun idiyse Mısırlı beyefendi dahi Suphi Bey gibi bir uzman zat tarafından seçilmiş ve tertip edilmiş bulunan bir kütüphaneye sahip olmak için talep edilen parayı az bile görmekte idi. Çünkü Amerika savaşı hasebiyle bütün Avrupa fabrikalarının muhtaç oldukları pamukları Mısır’dan satın almak suretiyle Mısır’a yağdırmış oldukları liralar Mısır’ın adi fellahlarını bile bir lirayı bir bakır kuruş sayacak derecelerde zenginleştirmiş olduğundan Mısırlı beyefendi en adi şeyler için bile avuç doluları altın sarf ettiği hâlde umurunda bile olmazdı.

      O gün iki müşteri satın alacakları malları birer kere daha gözden geçirip son kararı vermek için Suphi ve Hicabi beyler ile beraber vapura binerek … köyüne gittiler. Bir müşteri mal almak hususunda İngiliz ve Mısırlı kadar hırslı olur ve bir satıcı da satmakta Suphi kadar mecbur ve aceleci bulunur ise alışverişin pek kolaylıkla yapılması tabiidir. Dolayısıyla bunlar hemen o gün satış akdine karar vererek İngiliz hemen koynundan çıkardığı bir cüzdandan bir yaprak koparıp üzerine Osmanlı Bankasına hitaben bir çek yazdı. Ve Mısırlı da ödeme hızında İngiliz’den aşağı kalmamak için cebinden diğer bir cüzdan çıkarıp kütüphane için belirlenen altı yüz lirayı tamamen banka kaymesi olarak ödedi.

      Bu alışverişin yapılmasından sonra yine dördü birden vapura binerek Köprü’ye çıktılar. Hicabi’nin evine gelmek için müşterilerden ayrıldıktan sonra bir arabaya binen iki arkadaştan Suphi Bey, Hicabi’ye dedi ki:

      “İşte para arkadaş! Hani ya seyahat için sen de heveslenmiş görünüyordun. Bu sözün gerçek ise işte para!”

      “İş paraya kalınca Allah kerim. Zaten ben sana masraf bakımından yük olmayı kabul etmem.”

      “Neden? Aramızda teklif tekellüf mü var?”

      “Hayır! Param olmayacak

Скачать книгу