Paris’te Bir Türk. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Paris’te Bir Türk - Ахмет Мидхат страница 18

Жанр:
Серия:
Издательство:
Paris’te Bir Türk - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

selamlardan olmayacağı malumdur. Pek soğuk bir selamdı. Nasuh ise aynen, dünkü gün gösterdiği tevazu ve nezaket derecesinde bir iltifatla selama karşılık vererek, aralarında henüz yedi sekiz adım mesafe olduğu hâlde Catherine’in yanına varmayıp kadın kendi yanına mı gelecektir yoksa başka bir tarafa gidip yalnız mı oturacaktır, emeli ne ise onun icrasında kendisini serbest bırakmaya lüzum gördü.

      Hâlbuki bu düşüncenin Catherine’de dahi var olduğu görülüyordu. Zira ayakları Nasuh tarafına istemeye istemeye yürüyüp teveccühü ise başka taraflara idi. Ne ise istesin istemesin geldi, ağzından dökülürcesine birkaç iltifatlı kelime ile Nasuh’un yanına oturdu.

      Birkaç dakika geçtiği hâlde henüz bir lakırtının ucunu tutamadılar. Catherine iç sıkıntısından esnemeye başlamıştı. Hatta Nasuh “Sizde bir sıkıntı görünüyor. Benim huzurumdan sıkılıyor iseniz çekileyim gideyim.” hükmünü tasvir eder mahsus bir tavırla yerinden kımıldandığı zaman bile Catherine hiçbir ilişik etmemişti. Nasuh nihayet ayağa kalkıp da ilk adımını dahi attıktan sonra:

      Catherine: “Nereye savuşuyorsunuz monsieur?”

      Nasuh: “Sizi şu gördüğüm iç sıkıntısından kurtarmak için ilaç aramaya!”

      Catherine: (alaycı bir tebessümle) “Bu belli bir hastalık mıdır ki onun ilacı da belli olsun? Tıp…”

      Nasuh: “Bu hastalıklar tıbbın bahsedeceği şeyler değildir mademoiselle. Bunlar güzel terbiye dershanesinde bahsedilir hastalıklardandır. İlacı elbette ki bellidir.”

      Catherine: “Nedir?”

      Nasuh: “İç sıkıntısını veren ne ise veyahut kim ise onun defi!”

      Catherine: (mecburen) “Estağfurullah! Sizin gibi terbiyeli bir adam insana iç sıkıntısı verir mi ki?”

      Nasuh: “Böyle bir teveccühünüze mazhar olmuş isem kendimi mesut addederim.”

      Vakıa Nasuh bu söz üzerine, fakat bir iki metre kadar uzak olmak üzere Catherine’in yanına oturdu ise de üç dakikada bir kelimecik konuşulmak üzere Messina’nın geçilip geçilmediğine ve havanın yine bozulup bozulmayacağına dair yavan sözlerden başka bir zamana kadar söz söylenmedi. Eğer uzaktan bir yerden gizlice bakmış olsa idiniz, bunları gayet mahcup ve âdeta miskin bir yeni gelin ve güveyi zannederdiniz. Çünkü ağızlarından dökülen sözler öyle bir surette dökülürdü ki zihinlerinde bir başka şey olduğu hâlde ağızlarından başka sözler çıktığını her kime olsa anlatabilirdi. Bir de bu aralık pek muvafık bir konuşma vesilesi uç göstermesin mi? Nasuh bu ucu uzatmak fırsatını asla elden kaçırmadı. Şöyle ki:

      Catherine: “Madame Cartrisse’i İstanbul’da iken tanıdınız mı Monsieur Nasuh?”

      Nasuh: “Neden sordunuz efendim?”

      Catherine: “Birbirinize olan samimiyetinizi ziyadece gördüm de ondan.”

      Nasuh: (bahsi uzatmak için) “Samimiyetimize dair kuvvetli bir emare mi gördünüz?”

      Catherine: “Birbirinize tarafgirlik etmenize bakılır ise.”

      Nasuh: “Ne zaman? Hangi bahiste?”

      Catherine: “Canım dünkü gün edilen bahiste…”

      Nasuh: “Hata etmez isem biz dün yalnız zatıaliniz ile görüştük Cartrisse ise hemen üç lakırtı söylemedi.”

      Catherine: “Demek oluyor ki Cartrisse ile olan samimi münasebetinizi inkâr etmek istiyorsunuz.”

      Nasuh: “Ben kendim, hiçbir vakitte kendimi küfranınimette görmek istemem efendim. Eğer Cartrisse gibi melek huylu bir kadın ile samimi münasebet peyda edebilmiş olduğumu görsem, bunu bir büyük nimet bilerek teşekkürle itiraf ederdim. Fakat henüz böyle bir münasebeti akdeylediğimizi bilmiyorum. Vakıa biraz iltifatına mazhar oldum ama onu bana samimi bir lütuf olmak üzere etti. Çünkü ben kendimi Cartrisse gibi bir kadının iltifatına şayan görecek kadar mütekebbir değilim.”

      Catherine: “Acayip! Bir söz söylüyorsunuz ki cihet cihet meraklara sebep oluyor. Cartrisse melek huylu bir kadın mıdır ki?”

      Nasuh: “Bu davamı nazarımda iptal edecek henüz hiçbir şey görmedim. İlk sohbetinde ise hüsn-i nazar ve hüsn-i zan, akıllı ve terbiyeli olan bir adamın kârıdır.”

      Catherine: (biraz bozularak) “İlk defa olarak sohbet edilen insan hakkında, hüsn-i nazar ve hüsn-i kabulde bulunmak akıl kârı olduğu bir yerde mukayyet midir?”

      Nasuh: “Evet!”

      Catherine: “Nerede?”

      Nasuh: “Kin ve nefretten uzak saf yüreklerde.”

      Catherine: (bu sözden daha ziyade üzülerek güya mukabele için) “Öyle ama pek de güvenilir olmayan bir kimseye, böyle hüsn-i kabul gösterip de sonra aldanmak?”

      Nasuh: “Bunda yanılan için bir ayıp yoktur. Belki aldatan melunlar sınıfında kalır. Birisi kalpazandır. Sahte olan parasıyla beni aldatmış. Kanun hangimizi cezalandırır?”

      Catherine: “Bu siyasi bir maddedir.”

      Nasuh: “Kanunların cümlesi bir nokta-i nazardan bakıp ahvali değerlendirirler. Siyasi kanunlar ise sırf medeniyet ve insaniyet kanunları doğurmuştur.”

      Nasuh bu sözleri söylerken Dizier ailesi halkı takımıyla yukarıya çıktıkları gibi Angeline tarafından görmekte bulunduğu sert ve soğuk muamelelerle beraber hâlâ ümidini kesmemiş bulunan Remzi Efendi dahi hiç olmaz ise uzaktan perestiş emeliyle arkalarına düşüp gelmişti. Ortalığın tenhalığı o suretle kalabalıklaştıktan sonra Catherine oturduğu yerden ayağa kalkıp güya gezinmek vaziyetini aldıysa da bu hâlde kolunu takdim etmek vazifesini kendisine teveccüh eden ve binaenaleyh kolunu arz eden Nasuh’a bir veda selamı vererek aşağıya indi ki bu muamele Catherine için Nasuh’a bir hakaret addolunarak reva görüldüğü anlaşılmakla beraber Nasuh katiyen üzülmedi. “Ben vazifeyi ifada kusur etmemiş olayım da o kibirli kadın benim bu nazikane muameleme, güzel mukabele etmemek ayıbı altında kalsın. Daha kârlı çıkarım.” dedi.

      Yukarıda Remzi Efendi’nin Angeline’e göstermekte olduğu edepsiz olan âşıkane hâlleri görmek mi istersiniz? Yoksa zihninizi Nasuh ve Catherine ile beraber göndermek mi? Bize kalır ise ikinci suretin daha müreccah olacağına şüphe yoktur. Hatta şüphemiz olmadığı için biz kalbimizi bunların ardından sevk edeceğiz. Evvela Catherine’i ele alalım:

      Kadın, kıç üzeri merdivenden aşağıya ininceye kadar hareket ve tavrında bir güne değişiklik göstermemek için kendini zorlayıp fakat tam birinci kamaranın salonuna gireceği zaman, artık içinde kaynayıp kabaran hiddetin tesirat-ı dahliyesine o kadar mağlup oldu ve o derece gazap ve hiddetle içeriye girdi ki kendisini karşılayan “Sabah kahvenizi içmeden çıktınız madam, burada salonda mı içeceksiniz? Yoksa yine kabinenize mi götürelim?” diyen kamarotu tanıyamayarak ve biçareyi Nasuh zannederek “Efendi efendi! Ettiğiniz hakaretler lazım derecesini ziyadesiyle aştı! Ya beni kendi hâlime terk ediniz veyahut ben kendimi sizin tasallutlarınızdan kurtarmak için ne iktidara malik isem ona müracaat etmeme müsaade

Скачать книгу