Hatemü'l Enbiya. Celal Nuri İleri

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hatemü'l Enbiya - Celal Nuri İleri страница 12

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Hatemü'l Enbiya - Celal Nuri İleri

Скачать книгу

garip bir tesadüflerin eseri olarak “noble” (asil) olarak doğmuştur. Kusay’ın Abdülmüttalib’in, Abdullah’ın oğlu, tam da bu kişilerin neslinden gelerek, o dönemin insanları tarafından zaten yüksek bir makamdaydı. Hazreti Peygamber’in başkanlığının toplum tarafından hoş karşılanması, belki yaradılış meziyetlerindendir.

      Arap asilzadeliğinin Avrupa noblesinden farklı bir özelliği vardı: Bu asaleti koruyanlar, gerektiğinde hem yüksek bir mevkide hem de ortalamanın altında bir adam hâlinde olabiliyordu. Fakirlik ve ihtiyaçlarını karşılamaktaki yoksunluklar, yüksek bir mevki kabul edilmezdi. Bu nedenle kazançlı olmak noblenin de hoşuna gidiyordu. Hatice el-Kübra ise hayvan işleriyle uğraştığından, karun olarak bilinen çok zengin kimseler arasına karışmıştı. Geçimini güçlükle karşılayan Muhammed bin Abdullah’ın, bu nedenlerden dolayı, Hatice el-Kübra ile evlenmeden önce de güç ve itibarı eksik kabul edilmiyordu.

      Aile gelenekleri, Kureyş ve Kusay kabilelerine, ailelerine mensup olmanın gerektirdiği toplum içindeki yeri, kendisinin içinde bulunduğu ekonomik yoksunluklar dışında, Hazreti Muhammed’in maddesel açıdan büyümesini sağlamıştır.

      O dönemlerde paranın ve ekonomik servetin önemi ikinci derecedeydi. Temiz bir soya mensup olmak, ondan sonra karakter yapısı, kişiliğe ait olan özellikler maddi servete tercih ediliyordu. Bundan dolayı, Hazreti Risâlet-meâb olmadan önceki vaziyetinin durumu, bugünün ekonomik ve toplumsal özellikleriyle gözleri bağlı olan tecrübesizleri yanlış yola sevk etmemelidir.

      Hatice el-Kübra ile evliliği, Peygamber’in refahını sağlayan ortam ile hayat şartlarını büsbütün değiştirmiştir. Bu evliliğin önemi, Muhammed tarihinde büyüktür. Peygamberliğin gerektirdiği ortamın sağlanması için lazım olan huzuru, İnsanların Yüce Efendisi, bu uygun birliktelikle bulmuştur. Ebu Kasım’ın maddi hayatı bu tarzda düzenlenip güvence altına alınmamış olsaydı, bundan en büyük zararı peygamberlik görürdü. Bundan dolayı İnsanların Efendisi ilk eşine karşı olan sadakat ve sevgisini kolayca, açıkça ifade eder. Hatice hazretleri, Muhammed el-Mustafa’nın yalnız evlendiği eşi değil, iş ortağı, hayat ortağı, sadık sevgilisidir. Yüce Elçi’nin gerek anılan kişiyle birlikte geçen hayatının önceki dönemi, gerek onun vefatından sonra geçirdiği hayatının ikinci döneminde Hatice el-Kübra’nın büyük bir etkisi görülüyor. Hatice’nin şahsiyetinin, Nebi’nin duygusal yaşamında oldukça etkin bir biçimde olduğu görülmektedir.

      Eğer bu aile çevresinde terbiye edilmiş olmasaydı, Muhammed’in şahsiyeti başka bir biçimde görünecekti.

      Peygamber’in hayatında büyük bir değişiklik oldu:

      Hatice’nin Muhammed’in peygamberliğini onaylaması, İslam’ın görünürlüğüne etkisi Kübra’dır.37 Eğer Son Peygamber’in aile çevresi uygun olmasaydı, işler biraz daha zor ilerlerdi.

      Ayrıca, Peygamber’in mensup olduğu aile ve kabile gelenek ve fikir yapısındaki, aile üyelerinin korunma ve himayesi olmasaydı; Peygamber karşıtlarıyla, ileri gelenlerin karşıt fikirleriyle İnsanların Efendisi’nin mücadelesi oldukça güçleşirdi. O dönemlerde aile ve kabileleri arasında yardımlaşma, birbirlerini savunma miras alınmış ortak bir vazifeydi. Peygamberliğin ilk dönemlerinde sadık Nebi’yi onaylamayan akraba ve aile üyeleri bu davranışlarında ileri gidemiyorlardı.

      Peygamberliğin muvaffak olmasında, Ebu Bekir es-Sıddık ve Ömer bin Hattab ile olan evlilik yoluyla akrabalığıyla Abdülmüttalib ve Ebu Talib’in yakın akrabası olması oldukça önemli rol oynamıştır.

      Sözümüzü bitirirken, Peygamber’in bağlı olduğu kabilesi, ailesi, eşi, akrabası ve bir söz ile ifade etmek gerekirse aile çevresi hem kendisinin büyük bir makamda bulunmasını sağlamış, hem de üstünlüğünün sebeplerinden biri olmuştur.

      Peygamberin soy ağacı, tarihin birçok ileri gelenleri ile doludur. Hatta eserlere inanmak gerekirse bütün İsrailoğulları peygamberlerini de içine alır. İşte bu soy ağacının varlığı, fikrimce, o dönemin büyük sermayelerindendi. Baba tarafından soylar, olağanüstü atalara rivayet edilen, her ailenin yöntem ve esaslarını, en ince ayrıntısına kadar kuvvetli becerikli hafızalarında tutan bir topluluk içinde ailenin değeri büyüktür. Biz Türkler, aile hakkında temel bir fikre sahip değiliz. Bunun içindir ki, bu kavramı güç anlarız.

      Şu noktaya önem veriniz: Bugün “Napolyon gibilerin unutulması şartıyla” hükümdar sülalelerinden birine mensup olmayan bir adam her nerede olursa olsun bir taç sahibi olamayacağı gibi o dönemlerde de bir kimsenin soylu olmamak şartıyla imamlık iddiasında bulunması ve peygamberliği zorluk çıkarırdı. Halk söylenen sözden çok o sözü söyleyene ve okuruna bakardı. Aynı şekilde miladi 7. asırda, Arap Yarımadası’nda, hakikaten bir kişinin önem kazanması, kendine yer edinmesi için büyük bir ailenin üyelerinden olması zorunluydu. Birtakım meziyetler ve karakter yapısı, kendisinden sonra gelenler ve sayıları, hatta dünya sırlarına ve güzel söz söylemeye gösterdiği özen, ailelerin sınırları dışında tutulamazdı. Onların miras aldığı uzmanlıklar, taşıdıkları sermayenin ağırlığı ve içeriği kabul edilirdi.

      Bir görüşe göre, Muhammed el-Emin, ailesinin ürünüdür. Bir hayli meziyet, asırlardan asırlara taşınarak, sağlam, eksiksiz ve soylu bir biçimde Peygamber’in zatına aktarılmıştır.

      Aktarılan hikâyelere göre, peygamberlik ışığı daima, Kureyş kabilesinde, Peygamber’in dedelerinde bulunur ve babadan oğula geçermiş; sonunda toplanan elçilikler, hakiki sahibi olan Abdullah’ın oğlunda karar kılmış. Bu rivayet, bir hakikati içermektedir: Birçok karakter, huy, Kureyş taifesinden ve Abdülmüttalib’in ailesinde doğal olarak, bir manevi ışık olmak üzere, babadan evlada aktarılmış ve bütün bunların tamamlanması, Kureyş üyelerinden İnsanların Yüce Efendisi’nde karar kılınmıştır. Anlaşılan bir kalem sahibi, bunu şiirsel bir şekilde simgesel olarak göstermek istemiş ve şiddetli sevgiyi taşıyan bu güzellik tasvirini maddesel anlamdan almışlardır.

      SİYASAL ÇEVRE

      Araplar anarşileri ve vahşileriyle beraber Mekke’de bir merkeze bağlıydılar. Mukaddese ait hukukları, kamu hukuku, temel hukuk kuralları, bir yönetici başkanlığında toplanan üyeleri olan bir asilzadeler hükûmeti vardı.

      Mekke-i Mükerreme ve Kâbe-i Muazzama özel ve kutsal bir yerdi. “Eşhâr-ı haram” (haram ayları) sürekli savaş hâlini, bir an için şiddeti hafifletiyordu. Bu sırada çarşı ve pazarlar kurulduğundan süregiden düşmanlıklar arasında Arap topluluğu biraz da arkadaşlık, kardeşlik, tek millet olmak fikirlerini anlayabiliyordu. “Daru’n-nedve”de genel barış konuları tartışılır ve genel oyla kabul edileceğine, en akıllı ve en güzel konuşan üyeler diğerini kandırırdı.

      Herkes yağmalara dâhil olacağına ancak en layık olanlar -ki kavim reisleri ve ileri gelenler- hükûmeti oluşturur ve hükûmet görevleri bir biçimde kabileler arasındaki en zor durumda olanlar arasında bölüşülürdü. Fakat herhâlde hükûmet merkezi olan Mekke’de bir çeşit düzenleme ve örgütlenme vardı veya yok değildi.

      Araplar saltanat hükûmeti yöntemine tamamen kayıtsızdırlar. Monarşi kavramı bunlar arasında bilinmezdi. Bundan dolayı Arap heyeti bir cumhuriyettir. Beytülmal ki İslam hükûmeti adını almıştır, tam manasıyla “republic” karşılığıdır. Latince “res” mal ve “publica”

Скачать книгу


<p>37</p>

Hatice’nin “Kübra”, “büyük” lakabını almasına atfen kelime olduğu gibi korunmuştur.