Hatemü'l Enbiya. Celal Nuri İleri

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hatemü'l Enbiya - Celal Nuri İleri страница 11

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Hatemü'l Enbiya - Celal Nuri İleri

Скачать книгу

andırır.

      Tekrar edelim: Arapları, Sami aklı ve kavrayışı ile bir taraftan medenileşmiştir. Ancak en sefil derecedeki vahşiliğe sürükleyen de, doğanın merhametsiz çevresel etkenleridir. Arap vicdanı, ırksal özelliklerinden hareketle İbrahim mezhebinden izler taşımıştır. İşte kalan bu dinî iz, hanifi31 sayesinde, Hazreti Muhammed’in yararlanabileceği en büyük kuvvet olarak kalmıştır. Yine bu ırksal özelliklerin etkisindendir ki oldukça büyük ve belki en büyük rolü oynamıştır.

      İbrahim mezhebi, Arapların putperest inancına rağmen, vicdanlarda, bir miras gibi uyur hâlde bulunuyordu. Puta taparlığın önemli ölçüde bir olağanüstülüğü yoktur. Doktor Sprenger’in belirttiğine göre Araplarda yerleşmiş bir federatif din vardı. Her kabilenin ayrı ayrı taptığı bir put, hepsi bir arada, asla kavga sebebi olmadan Kâbe içerisinde yan yana ve rahat rahat oturuyordu.

      Irksal etkiler ve İsrailoğulları ortak geleneklerinden gelen etkilerin kaybolması sonucunda Araplar, daima bir Hak dinini bekliyordu. İbrahim dininin, “yüceleri” hedeflemesi, Arapların ilerlemesinin sebeplerindendir.

      Araplar, eski zamanlarda, henüz Samilerden ayrılmadan önce doğal olarak medeniydiler. Kuzey’den Arap Yarımadası’na inmeleriyle bir hâlden başka bir hâle geçiş dönemini atlatmış oldular. Bu dönemi, “Cahiliye Dönemi” olarak yine kendileri adlandırmıştır.

      Eğer Arapların, böyle bir geleneği olmasaydı İslamiyet’in yerleşmesi oldukça güç olabilirdi.

      Sözün özü, ilk İbranilerin birçok meziyeti, ırka has özellikleri de Araplara geçmiştir.

      Araplar daha geniş bir alanda yaşadıklarından, daha süvari özelliklerine sahip ve mert bir hayat geçirdiklerinden Ben-i İsrail’in beğenilmeyen birçok hâl ve hareketleri kendilerine geçmemiştir. Arap ile Yahudi’nin karşılaştırılması, önemli bir tartışma zeminini gerektirse de bizim konumuz dışındadır.

      DİNSEL, FİKİRSEL VE DUYGUSAL ÇEVRE

      İslam öncesi Arap Yarımadası çevresine dair en fazla incelemede bulunan Caussin de Perceval’dir. Profesör Dozy ise bu incelemeleri takdir etmeye pek de layık görmemiştir. Herhâlde eldeki bilgilere dayanarak bir dereceye kadar Hazreti Muhammed’in dinî ve fikrî çevresi hakkında bir düşünce geliştirmek o kadar da zor değildir.

      İnsanların yüce efendisi, putperest Kureyş kabilesine mensuptu. Peygamberlik öncesi mezhebi, o devirlerde yaygın bir kaba dinden başka bir şey değildi. Son Peygamber, bu din çevresine doğmuş, ardından aralarında herhangi bir bağ ve mezhep ileri gelenleri dahi bulunmayan, inanca gönülden bağlı Haniflerin yolundan gitmiştir. Araplar temel anlamda pek dindar olmadığından, dinî konulara aldırış etmeyen hâlleri, aralarında büyük bir cezalandırmayı da gerektirmemiştir. Eldeki belgelerden anlaşıldığına göre Peygamber, önceleri millî putlara karşı ciddi aleyhtarlıkta bulunmamıştır. Onlara gösterilen saygı merasimlerini zayıflatma zahmetine dahi katlanmayı aklından geçirmemiştir. Bu itibar ile Hazreti Peygamber’in yaklaşımı, Sokrates’in yüksek bir felsefeye sahipken yaygın kabul gören din ile alay etmemesine benzer.

      Fakat Kâinat’ın övüncü, yüce bilgeliği arttıkça haniflerin yolu ve İbrahim dinini zihninde bir tutmuştur. Bundan böyle dönemin puta tapanlarına karşı açık olarak aleyhte hareketlerde bulunmaya başlamıştır.

      Zaten Lât ve Uzzâ32 heykellerini merkeze alan kaba dinlerinin de üstünde, âlemi yaratan İlah’a taptıklarını, Arap iman ve inancının yol açtığı milyarlarca savaş meydanında “Allahutaala” denilerek zikrediyorlardı.

      Din çevresinde bir umut, gaye, beklenti mevcuttu. Din, yaratıcı olmadığında vicdanları pek o kadar tatmin edemiyordu. Mutlaka bir nebinin ortaya çıkacağı her yerde söylenmekteydi.

      Hint eserlerinde görüldüğü üzere, dünya ne zaman karışırsa, en temelinde hayır olan yaratıcının ruhu Krişna33 şeklinde bir bakirenin rahmine girerek oradan doğarmış. Hatta “zannederim” dokuz defa bu Hintli İsa doğmuş, ölmüş. Genel göç ile bu fikir, Doğu’ya da gelerek İsa bin Meryem’in ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Mesih fikrinin esası budur. Bu şekilde Son Peygamber, Peraklitos34 vesaire fikirleri de hep böyle zihniyetlerin ürünüdür.

      O dönemlerde Arap, kendisini yuvarlandığı aşağılık girdaptan kurtaracak Hak peygamberi arıyordu. Bu ümit ve emel, İslamiyet şartlarının temelinin oluşmasında çok fazla yardımcı olmuştur. O zamanın rivayetlerine, geleneklerine, eserlerine, hurafelerine bakılacak olursa, bu genel fikir olanca açıklığıyla anlaşılır.

      Peygamber’in fikirsel çevresi pek geniş değildi. Arap fikirsel ve bilimsel olarak ne bilmiş ise İslamiyet’ten sonra öğrenmiştir. Felsefe, Arap dünyasında bilinmez idi. Arapların bilimsel seviyesinin oldukça geride olduğu göze çarpmaktadır. Hatta kendilerinde, yazı yazmak âdeti bile ileride değildi. Bilimler, dayanaklarının yüzde yetmiş beşini, bulundukları dönemin hurafelerinden almaktadır. Sonuç olarak Arap kafası dengeli akıl ve bilim ile yürümüyor, doğal güzelliğini koruyordu. Arap şiiri tekrar edelim, parlak değildir. Üç beş fikir çevresi bütün bu şiir dünyasına hâkimdi. Arapların şairane eserleri yok veya azdır. Olan eserlerin de şiirsel değeri eksiktir. His dünyasında da Araplar ileride değildi. Aile fikri hâlihazırdaki anlamıyla Arabistan’da anlaşılamazdı. Sevda ise, ancak Orta Çağ’dan sonra önem kazanmış bir Avrupa ürünüdür. Bütün bunların yanında görgü kuralları geçerliydi. Misafirperverlik, bir çeşit incelik, geçmişten taşınan bir miras olarak iftiharla birtakım meziyetler hakkını vermek gerekirse Araplara özgüdür.

      Genel olarak eğitim medresede gerçekleşmezdi. Toplumun zarif kesimi, okullardan diploma almazdı. Şu kadarı var ki, Arap’ın çadırı, rahat zamanlarda (hengâme-i istirahatte), bir “akademi” özelliği taşırdı. Bilim, hep şiir aracılığıyla aktarılırdı. O şiir çevresi, güzel şekilde konuşmayı, övünmeyi ve şövalyeliği ileriye sürdü. Onun için meydan gürültü ve patırtılı hareketlerle ve birbirlerine sözlerini söylerken gayet kaba olan Arap çadır akademisinde ve sûk-ı ukâz35 gibi belirlenmiş zamanlarda oldukça çelebi, olabildiğince asil görünüyordu.

      Bütün Arap meziyetlerinin örneği Muhammed Mustafa’dır. Eski çağların en büyük belgesine, en büyük söz söyleme ustasına, en keskin ustalık zekâsına, hatta en ince diplomata dair bir fikir edinmek isterseniz Ebu Kasım’ı biraz daha bütün bunların özeti olarak zihninizde canlandırınız, amacınız gerçekleşir.

      O zamanlar belirli bir konuda uzmanlaşma yoktu. Büyük bir zat, hem asker, hem cumhur için gerekli tedbirleri alan, hem tüccar, hem düzgün ve güzel konuşan olurdu. Birbirinden farklı ve türlü türlü çevreler de tek bir alanda uzmanlaşmaya uygun değildi. Bunun içindir ki Son Peygamber, aynı zamanda bir hükûmet imamı, bir askerî kumandan, bir kadı, din vaizi ve bir konuşma ustası olmak üzere, oldukça karışık bir psikolojiyle karşımızda biçimleniyor.

      Bu çevresel etkiler içerisinde temiz bir şekilde yer alma, distinction36 her biçimde başarılı olmak amacı bulunuyordu. İşte Muhammed el-Emin, genel anlamdaki incelikli görüşlerin üzerine çıkarak, örnek alınması

Скачать книгу


<p>31</p>

“Hnf” kökünden gelen bu kelimenin anlamı etimolojik olarak tartışmalıdır. Süryanice kökenindeki ilk kullanım anlamı, putperesttir. Ancak zaman içinde “inanan, ibadet eden” anlamına dönüşmüştür. Genel kullanım “tevhit” inancına sahip kimseler şeklindedir.

<p>32</p>

Lât: İslâm’dan önce Arap çok tanrıcılığında, üstün bir varlıkla (Allah) insanlar arasında aracılık işlevi yüklenmiş olan ikinci derecedeki tanrılardan Lât adı verilen puttur. Uzza: “Çok yüce, azize” anlamındaki müennes hâlinde bir söyleniştir. Bilhassa Kureyş ve Kinâne kabilelerine ait bir puttur. (ç.n.)

<p>33</p>

Krişna: Yaygın Hint geleneğine göre Vişnu’nun sekizinci avatarıdır ve ona Vişnu’nun bir avatarı olarak tapılır. Çeşitli Vaişnava okullarında ise Yüce Tanrı yani en önemli ve yüksek tanrı olarak tapınılır. (e.n.)

<p>34</p>

Paraklit veya Faraklit, Kitab-ı Mukaddes’in Yunanca metinlerinde Kutsal Ruh için beraberinde gelen anlamında da kullanılan bir sıfattır.

<p>35</p>

Mekke-i Mükerreme’nin yakınında bulunan ve Arap taifesinin her yıl bir ay kadar burada yiyip içip, alışverişten sonra karşılıklı şiir okudukları pazar yeri, çarşı. (ç.n.)

<p>36</p>

Yazarın kullandığı kelime “distinction” ayrım, fark anlamlarına gelir. Bulunduğu çevresel faktörlerden farklı olarak temiz kalmak.