Hürrem Sultan. M. Turhan Tan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hürrem Sultan - M. Turhan Tan страница 8

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Hürrem Sultan - M. Turhan Tan

Скачать книгу

bir mektupla bildirmişti.11

      Hasodabaşı İbrahim, hünkârın dikkatini bu mektup üzerine çevirmeye çalıştı:

      “Mahmut Reis’in…” dedi. “Hakkı var. Salamon’la Almaral’ın bize yâr olduklarını kimseye sezdirmemek gerekir. Çünkü bu sır faş olursa heriflerin başına bela gelmekle kalmaz, bizim başka yerlerde casus bulmamız da güçleşir.”

      Süleyman, bu mülahazanın tamamıyla zıddını ileri sürdü:

      “Bence…” dedi. “Bu değersiz bir maslahattır. Casus dediğin bizim kanunnamedeki köftehordan da murdar kimselerdir.12 Bu gibilerin ademi, vücudundan evladır.

      Zaruret hâlinde köftehorun hizmeti kabul olunur lakin eli öpülmez, casusların da hizmeti ödenir fakat gayreti çekilmez. Salamon’la Almaral’ın bize sözleri lazım, kendileri değil. Casuslukları duyulursa bana ne?”

      Ve sonra menzil cetvelini gözden geçirdi:

      “Kırk günde mi?” dedi. “Marmaris’e varacağız. Uzun, çok uzun yol. Ben şöyle bir ağışta Rodos’a ulaşmak isterdim.”

      Hasodabaşı, harp yolculuğunda mesafe meselesinin bahse mevzu olamayacağını herkesten iyi bilmesi lazım gelen hünkârın şu sözünde nasıl bir hayıflanış saklı olduğunu hemen kavradı:

      “Sultanım…” dedi. “Sonu hayır olsun da varsın yol uzun sürsün. Donanmayla teşrif buyurulsaydı Rodos’a daha çabuk varılırdı. Fakat karadan gidişin zevki başka. Mülkünüzün bir parçasını göreceksiniz, halkın derdi varsa dinleyeceksiniz ve her gün geriden haber alacaksınız. Valide hazretleri elbette gün başına bir ulak çıkarır, İstanbul ahvalinden size haber ulaştırır.”

      Zeki nedim, parmağını hünkârın yüreğindeki sırra basmıştı. O, yolun uzunluğunu ileri sürmekle sarayda kalan Hürrem’den günlerce uzaklaşmanın elemini açığa vurmuştu. Hasodabaşı da, kara yolculuğunda gerilerden sık sık haber alacağını söylemekle o elemin merhemini müjdelemiş oluyordu. Hünkâr, bu ince düşünüşten haz aldı ve nedimini minnettar bir bakışla okşadıktan sonra en büyük takdir kelimesini sarf etti:

      “Aferin!”

      Şimdi sefere taalluk eden şeyler üzerine konuşuyorlar ve elde edileceğine iman besledikleri zaferden sonra yapılacak şeyleri düşünüyorlardı. Süleyman, bir aralık dalgınlaşır gibi oldu ve gamlı gamlı nedimine sordu:

      “Şövalyeler üzerine şu seferi açışımın öz sebebi nedir, bilir misin İbrahim?”

      “Eski bozgunluğun hıncını almak!”

      “Bu, görünen sebep, sana ben görünmeyen, konuşulmayan sebebi soruyorum.”

      “Rodos, Akdeniz’in kilitlerinden biridir. Bizim elimizde bulunması icap eder.”

      “Bu da herkesin bildiği bir şey. Bana sen, başkalarının bilmediği sebebi söyle.”

      “Başka bir sebep bulamıyorum.”

      Hünkâr yerinden kalkmıştı, otağ içinde ağır ağır dolaşıyordu. Uzun müddet bu durumda gezdi, düşündü, bıyığını karıştırdı ve sonra nediminin karşısına dikildi:

      “Babam…” dedi. “Yüreğinde olanı diline çıkarmazdı, kimseye sezdirmezdi. Hatta, ‘İçimdekini bıyığım sezse onu kıl kıl yakarım.’ derdi. Ben bu kadar ileri gitmek istemem, bir sırdaş tutmaktan çekinmem. Seni de kendime sır ortağı, dert ortağı yaptım. Onun için Rodos’a gidişimdeki asıl sebebi anlatacağım. Fakat bu, canın gibi gizli kalmalı.”

      Ve kulağına fısıldar gibi davrandı:

      “Büyük amcamın oğlu Rodos’ta! Onun bir gün olup babası Cem gibi Frengistan’a gitmesinden, başıma dert açmasından korkarım. Babam, Frenklerle hoş geçinmişse bir sebebi bu çıbanın delinmesinden korkmasıdır. Ben, onun gibi hareket etmek istemedim, yılanı saklandığı kovukta yakalamayı kurdum.”

      Hasodabaşı, herkes tarafından bilinip de kimse tarafından ağza alınmayan bu sırrı yeni duyuyormuş gibi davrandı, biraz da telaş gösterdi:

      “Ya şövalyeler amcanızın oğlunu kaçırırlarsa?”

      “Bunu yapmazlar, yapamazlar. Çünkü bana yenileceklerini anlayınca konuklarını adayla değişmek isteyeceklerdir. Kendisini şimdiye kadar alıkoymaları, beslemeleri de hep bu düşünce yüzündendir. Onlar, amcamın oğlunun başını adaya tercih edeceğime inanırlar. Yarın bunun doğru olmadığını anlayacaklar, çünkü ada da, amcamın oğlu da elime geçecek!”

      Ve birden sözü değiştirdi:

      “Haydi git, validemin Üsküdar’a geçip geçmediğini öğren. Lalama kalırsa bu haberi çok geç alırız. Dönüşte sofrayı kurdur. Yola çıkmadan biraz eğlenelim, ferahlanalım.”

      İbrahim, sazıyla beraber beklenen haberi de getirdi, Valide Sultan’ın Salacak yoluyla Doğancılar Sarayı’na geçtiğini “müjde”ledi. Müjde diyoruz, çünkü hünkâr, anasının Üsküdar’a gelişini bir beşaret olarak telakki ediyordu. Nitekim haber alır almaz neşelenmişti. Parlaklığı kuvvetlenen gözlerini süze süze tatlı hülyalara dalmıştı. Burnunda da garip bir hareket belirmişti, havadan bir şeyler emmek ister gibi titreyip duruyordu.

      Hasodabaşı, onun Hürrem’den şemme aramakta ve bütün eşyada yine Hürrem’i yaşar görmekte olduğunu sezdi.

      “Valide hazretlerine…” dedi. “Selam yollamak gerekmez mi?”

      O, hülyalı bakışlarını değiştirmeden cevap verdi:

      “Hele Piri Paşa gelsin, Valide’den haber getirsin. Sonra biz vazifemizi yaparız. Sen, telleri söyle de gör.”

      O gece de geç vakte kadar saz ve sözle geçti, Valide Sultan’dan selamlar, dualar getiren Piri Paşa çarçabuk savuldu, efendiyle köle baş başa kaldı, kadehler boyuna dolup boşaldı, teller fasılasız inledi ve gece yarısı, feverandan otağa sığmaz hâle gelen hünkâr tarafından Valide Sultan’a uzun bir mektup yazıldı. Yeniden vedalaşmak maksadıyla kaleme alınmış gibi gösterilmeye çalışılan bu kâğıdın hemen her satırında Hürrem’e ithaf olunmuş bir kelime vardı ve sonu da onu, Hafsa Sultan’ın himayesine bırakmaktan ibaret kalıyordu. Mektubu götürmeye memur edilen hasodabaşı, üç sırmalı bohça dolusu armağanı da Doğancılar Sarayı’na taşımak emrini almıştı.

      Midesini şarapla şişirmiş, kafasını dumana boğmuş, sinirlerini gerginlikten rehavete ve rehavetten gerginliğe geçirerek harap etmiş olmasına rağmen hünkâr, gün doğmadan önce ayaktaydı, gecesini yatakta sakin bir uykuyla geçirmiş gibi zinde görünüyordu. Otağ kapısına geldikleri haber verilen devlet ricalini huzuruna sokmadan iradeleriyle karşılaştırdı, ordunun hareket ettirilmesini ve kendi atının da hazırlanmasını emretti.

      Biraz sonra pırıltılı bir mahşer uğultulu bir akışla harekete geçmişti, çadırlı ordugâh inanılmaz bir hız içinde atlı ve yaya fırkalara inkılap ederek

Скачать книгу


<p>11</p>

Fatih Sultan Mehmet’in son saltanat yıllarında yapılan Rodos muhasarasında Antuvan Meligalo adlı bir İtalyan’la Usta Jorj isimli bir Alman, Türklere casusluk etmişlerdi. Meligalo, ayağında çıkan bir yaranın kangren olmasıyla, Usta Jorj da Rodos’ta şövalyeler tarafından başının kesilmesiyle can verip gitmişlerdi.

<p>12</p>

Süleyman’ın “bizim kanunname” dediği, o sırada muteber tutulan ve Fatih tarafından tedvin olunan kanundur. Orada köftehor kelimesi şu ibarede görülüyor:

“Zina eden avradı eri kabul ederse köftehor kanlığı yüz akçe alına. Eğer yoksa elli akçe alına…”