Viyana Dönüşü. M. Turhan Tan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Viyana Dönüşü - M. Turhan Tan страница 19

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Viyana Dönüşü - M. Turhan Tan

Скачать книгу

Hünkâr, o işi yaptırdıktan sonra bahçeye döndü, bana bu elmas yüzüğü gönderdi. Fakat yanına çağırtmadı. Ben de üzüntüden deniz kıyısına indim, hava almak istedim. Sonrasını sen biliyorsun.”

      Kara Mehmet, ızdıraplı bir heyecan içindeydi. Deli Murat’ın aldığı kızla şu kadının birbirini tanımadan rakip olmaları, Murat’ın öldürülmesinden on üç on dört saat sonra bu kadının da öldürülmek istenilmesi ve elmas yüzüğün Murat’tan buna geçmesi, yiğit sipahinin kafasında uzun bir kargaşalık yaratmıştı. Bunları, bütün bu işleri kader denilen meçhul kudrete atfediyor ve Deli Murat’tan dul kalan kızla şu kadının kendisiyle tanışmalarını da aynı kudretin bir cilvesi sayıyordu.

      Acaba kader, Deli Murat’ın öcünü aldırmak için kendisine yardım mı etmek istiyordu?.. Kara Mehmet, bir aralık böyle bir kuruntuya da düştü, denizden çıkarıp ayılması için hayli emek verdiği kadını ilk olarak alıcı bir gözle süzdü. Onunla karşılaştığı dakikadan beri gözüne bu bakışı vermemişti, cinsî bakımdan tamamıyla kayıtsız kalmıştı. Fakat onu kendi önüne kaderin attığını zannetmeye başlar başlamaz kayıtsızlığı silindi, tam bir erkek bakışı takındı ve Gülbeyaz’ı, bir güvercinle yakından meşgul olan bir aslan gibi tetkike girişti.

      Onu güzel ve çok güzel buluyordu. Fakat bu buluş, içine garip duygular ve kafasına karışık düşünceler dolduruyordu. Masallarda söylenen deniz kızlarından biriyle karşılaşmış gibi heyecanlı bir hazza kapılmakla beraber bir sürü de mülahaza geçiriyordu. Her şeyden önce padişah denilen adamın böyle binbir perinin yanında ömür geçirişindeki zevki ölçmeye çalışıyor ve onun esir hanındaki kızlara kadar el uzatmasındaki açgözlülüğü hatırlayarak iğrenti duyuyordu. Bu iğreniş feveranlı bir hınçla karışıktı. Deli Murat’ı gerdekten mezara fırlatan hünkâra iyi bir oyun oynamak hırsı da araya girerek onun duygularını ve düşüncelerini büsbütün karıştırıyordu.

      Hünkâr, almak istediği kızın Serçeşme tarafından alınması üzerine yakışıksız bir cinayet işlemişti. Şimdi Kara Mehmet, onun bir gözdesine tasarrufla o cinayeti cezalandırmak istiyordu. İşte fırsat önünde apaçık duruyordu, tek bir hamle, hünkârı ta yüreğinden yaralamaya ve Deli Murat’ın öcünü almaya kâfi gelecekti.

      Fakat yiğit sipahi bu hamleyi yapmadı, bir katili incitmek için bir kadını hırpalamayı mertliğine yakıştıramadı, karışık düşüncelerinden bir silkinişte sıyrıldı.

      “Çalınan mal…” dedi. “Nerede bulunursa geri alınır. Ben de bu yüzüğü senden alıp sahibine vereceğim.”

      Kadın, hayran hayran sordu:

      “Sahibi kim?”

      “Bu sabah kafası kesilen Deli Murat’ın karısı. Şu senin kıskandığın kız. O şimdi dul kaldı, benim koltuğumun altına sığındı.”

      Ve kadının yüzükle Deli Murat ve dul kadın arasındaki münasebeti kavrayamadığını sezerek bütün bildiklerini kısaca anlattı:

      “Görüyorsun ya…” dedi. “Bu elmasın yeri o dul kadının parmağıdır. Ölüden çalınan malı o ölünün mirasçısına vermeliyiz.”

      Gülbeyaz, memnun bir uysallıkla yüzüğü parmağından çıkardı. Kara Mehmet’e uzattı. Bu hareket, ikisini pek yakınlaştırmıştı. Birbirlerinin göz bebeklerinde kendilerini görebilecek kadar nefes nefese gelmişlerdi. Ölümden kurtulan kadın işte bu durumda halaskârını iyice görmek fırsatına erdi ve birden sarsıldı. Kara Mehmet ona, başlarında asılı duran muhteşem aydan parlak görünmüştü. O güne kadar erkek olarak yalnız hünkârı tanıyan Gülbeyaz, bu mevzudaki dar bilgisinin birden genişlediğini seziyor ve zihninde açılan o genişlik, yüreğine de aktığı için garip bir zelzele geçiriyordu. Bir erkek bakışının nasıl olabileceğini işte şimdi anlıyordu. Kara Mehmet’in gözleri ona, bu yaman hakikati de öğretmişti ve bu taze bilgiden içine tatlı bir sarhoşluk yayılıyordu.

      Erkek, uzatılan yüzüğü alıp çekilirken kadın, kalbinden süslü bir hayalin kırık dökük fırlayıp denize düştüğünü ve güçlü kuvvetli bir hayalin kırarak dökerek onun yerini işgal ettiğini sezdi, ellerini yüzüne kapayarak inledi:

      “Yiğidim, senin adın ne?”

      “Sipahi Kara Mehmet!”

      “Kara öbürü yiğidim, öbürü. Sen şu aydan beyazsın!”

***

      Gülbeyaz, saraya dönmeyi artık düşünmüyordu bile. Çünkü padişahın hayaliyle beraber sarayın bütün cazibesi de yüreğinden sökülüp gitmişti. Bakışları ancak yüzde ve deri üzerinde donuk donuk dolaşıp yüreğe inmeyen, sesinde yalnız altın şıkırtısı duyulan hünkâr ile bakışlarını yaralayıp kanatmayan bir hançer kesikliğiyle ta kalbe sokan, sesinde denizlerin azametli uğultusunu taşıyan Kara Mehmet’in arasındaki farkı sezmek onu birden çılgına çevirmişti, her fedakârlığa katlanacak vaziyete düşmüştü.

      Kendi düşüncelerine çok uygun olan bu hâletten istifade etmeyi Kara Mehmet de ihmal edemezdi, Gülbeyaz’la nikâhlanmayı hemen tasarladı, kayığı gene Yemiş’e sürdü, ıslak kadını saracak bir örtü buldu ve doğruca Bülbül Hatun’un evine yollandı. Bütün bu işlerde ilahi bir kudretin dileğini ve bileğini sezinsediği için endişesiz davranıyordu, gökten omzuna bir vazife yükletilmiş gibi şen bir itimat içinde düşüncelerine düzen vermeye savaşıyordu.

      Onu, küçük bir lahza demlendiren şey, iki kadını karşılaştırmak oldu. Hünkârın dileyip de alamadığı Bülbül’le onu görmeden kıskanan ve hünkârın koynundan alınan Gülbeyaz iki masum rakip ve iki mazlum kadın vaziyetinde bulunuyorlardı. Birinin yüzünden yiğit bir hayat heder olup gitmişti, birinin de gene o hadise ile ilgili entrikalar sebebiyle bizzat heder olmasına ramak kalmıştı. Bu işler, Bülbül’le Gülbeyaz’ı hem dost hem düşman yapabilecek amillerdi. Kara Mehmet, arada düzeltici bir rol oynayarak onları kardeş yapmak istiyordu.

      Fakat ilk karşılaşmada hayli kekeledi, Bülbül’ü ağlatmamak için sarayı ve hünkârı ağza almaktan mümkün olduğu kadar çekindi, sadece Gülbeyaz’ın denize atılmış bir kurban olduğunu söylemekle iktifa etti, onunla nikâhlanacağını ise ancak hissettirdi. Lakin bu dikkatlere, bu inceliklere hacet yoktu. Bülbül, kendine can yoldaşı olacak bir kadın görünce çocuk gibi sevinmişti, onun kim olduğunu öğrenmeye bile lüzum görmeden boynuna sarılmıştı.

      “Seni…” diyordu. “Allah gönderdi. Ben düşünde er gören bir kadınım. Gözümü açtım, kendimi dul buldum. Şimdi ağanın kanadı altında yaşıyorum. Fakat o, bir erkek. İşi var, gücü var. Öyle de olmasa derdimi kendine dinletemem. Şimdi sen geldin, içime ferahlık getirdin, öz kardeş gibi yan yana, can cana yaşarız. Değil mi?”

      Kendini kıskanan, kendini kündeden atıp inciten ve sonunda ölüme sürüklemek isteyen haseki sultanla Bülbül arasındaki ruh farkını hemen kavramış olan Gülbeyaz da bu çocukça sevince karşılık vermekten geri kalmadı, Bülbül’ü göğsüne bastırıp uzun uzun sıktı.

      “Senin…” dedi. “Ablan olacağım. Yaralı yüreğini tımar edeceğim.”

      Kara Mehmet bu sahneyi seyrettikten sonra iki kadının yanlarına

Скачать книгу