Viyana Dönüşü. M. Turhan Tan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Viyana Dönüşü - M. Turhan Tan страница 21

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Viyana Dönüşü - M. Turhan Tan

Скачать книгу

paşa, dik dik baktı:

      “Bunu bir gün gelir, onun yüzüne karşı soran bulunur, nasıl ki babasına da sormuşlardı. Şimdilik susmak gerek.”

      Kara Mehmet, bu doğru özlü ve doğru sözlü adamın şahsında kendi düşüncelerine uygun bir ruh sezip sevindi, fakat bahsin ilerisine gitmekten çekindi ve hazırlığını tamamlamak için izin alıp çekildi.

      Ertesi gün 295 kişilik bir kafile hâlinde yola çıkmışlardı. Kanuni Sultan Süleyman ruznamesine göre konaklaya konaklaya Viyana’ya doğru yol alıyorlardı.

      Kara Mehmet bu sırada Evliya Çelebi ile tanıştı. Sesi güzel, sohbeti tatlı bir adam olan bu ünlü seyyah, Viyana’ya elçi gideceğini işitir işitmez paçaları sıvamış, bir yolunu bulup kafileye iltihak etmişti.

      Her telden çaldığı için -elçiden seyislere kadar- bütün Viyana yolcularına çarçabuk kendini sevdirmiş bulunuyordu. At koşturuyor, cirit atıyor, kılıç oyunu yapıyor, masal söylüyor, şarkı ırlıyor, ilahi okuyor ve karşılaştığı adamın meşrebine göre davranıp gönül kazanıyordu. Kara Mehmet de bu gün ve yer görmüş adamdan hemen hoşlanıvermişti.

      İkinci menzil Çatalca idi. Elçi paşa orada yüz kırk üç yıl evvelki haşmetli gidişten bir hatıra nakletti:

      “Sultan Süleyman…” dedi. “Ara sıra dörtnala kaldırdığı atının kuyruğu ucundan bir karış geri kalmayan yayalara burada otuz bin altın bahşiş verdi. Hakkı da vardı: Attan ayrılmayan yaya… Öylesi adamları bugün bulsam eğilir, topuklarını öperim.”

      Evliya Çelebi de ayrı bir vakıa hatırlattı:

      “Galata’da Frenk beyzadesi Giriti de ordu ile beraberdi. Nemse ve Macar ili hakkında hünkâra haberler ulaştırıyordu. Kendisine bu menzilde ödünç diye otuz bin altın ve üç yüz bin akçe verildi.”

      Kara Mehmet, böyle hazineler dağıta dağıta giden o vakitki Türk ordusu hakkında malumat almak istedi ve sordu:

      “Sultan Süleyman’la bile kaç kişi ve kaç top vardı?”

      Evliya Çelebi, tarih aşkıyla sabırsızlık gösterdi, elçi paşadan önce cevap verdi:

      “Üç yüz top, iki yüz elli bin asker, altmış bin deve!.. Fakat topları çeken camuslar28 bile kanuna saygı gösteriyorlardı. O koca orduda çıt yoktu, dalgasız bir göl gibi azametli bir külçe hâlinde yürüyüp gidiyordu.”

      Bunları konuşurken üçünün de gözleri yaşarıyordu, çünkü üçü de bu ordu nizamının çoktan yıkılıp gittiğini biliyorlardı. Onlar, yeniçeri ve sipahi ocaklarının dalgasız göl olmaktan uzaklaşıp bir tayfuna döndüğünü ve korkunç velveleler içinde yakarak, yıkarak yürümeye alıştığını gözleriyle görmüş kimselerdi. Eski devrin düzenini hatırladıkça üzülüyorlardı.

      Hemen her konak yerinde bu hasbihâller tazeleniyordu. İnceğiz yanındaki Kabasakal köyünde, Hedikli’de hep o eski hatıraları terennüm ettiler. Karlı köyünde elçi paşa havuzumsu bir noktayı Kara Mehmet’e gösterdi.

      “Türk ordusu Viyana’ya giderken…” dedi. “Burada bir su birikintisi vardı. Kapıcıbaşı Mehmet, Sultan Süleyman’ın otağını gölceğizin üst yanına kurdu, hünkâr da memnun oldu, kapıcıbaşıya altı yüz altın ihsan etti.”

      Ahmetbey, Hamza köylerinde ve Hasköy’de gene o büyük ordunun hatıraları canlandırıldı, Edirne’ye varıldı. O devrin Edirne’si pek mamurdu. Dört yüz on dört mahallesi, elli üç kervansarayı, altmış tüccar hanı, büyük bir bedesteni, yedi bin dükkânı vardı, pek işlek bir ticaret merkezi idi. Buğdayı, yemişi boldu, gül suyu ile şekerlemeleri çok meşhurdu.

      Elçi paşa kafilesi Edirne’de üç gün mola verdi. Başta, saray Bostancıbaşısı Kırkayak Koca Sinan Ağa olmak üzere, bütün şehir uluları tarafından saygı gördü. Oradan Kızılağaç Yenicesi’ne geçildi. Evliya Çelebi, eski Viyana seferine gidilirken bu menzilde halkın Sultan Süleyman’a arzuhâl sunup kadı ile hatibin hırsızlıklarından şikâyet ettiklerini ve hünkârın onları yakalatıp astırdığını anlattı. Oradan Çermen Ovası’na, Beyulahın’a varılarak ve Sazlıdere, Keklik, Halidçayırı, Dogoviçe aşılarak Filibe’ye gelindi.

      Evliya Çelebi, Filibe’ye yaklaşınca Kara Mehmet’in yanına sokuldu.

      “Yiğidim…” dedi. “Türkler Beç’e giderken burada yaman bir yağmura tutulmuşlardı. Meriç coşmuştu, köprüyü aşmıştı. Çadırlarda barınmak imkânı yoktu. Toplar su altında idi, topçeker hayvanlar boyunduruktan sıyrılıp yüzgeçlik yapıyorlardı. Bereket versin ki her yer ağaçlıktı, askerler üçer beşer, hatta onar yirmişer ağaçlara tırmanmışlardı. İki gün böyle geçti, bütün ordu bir kuş hayatı geçirdi, dallar arasında pinekledi. O hengâme arasında tuhaf bir vaka da oldu. Tanılmış beyler arasında bir Nakkaş Ali Bey vardı. O da bir ağaca çıkmıştı. Meğer sudan ürken bir sürü küçük yılan da aynı ağaca sığınmış imiş. Zavallı hayvancıklar Ali Bey’in ağzını, kulaklarını delik sandıklarından boyuna oraya saldırıp durmuşlar, adamcağızı yerinde duramaz hâle koymuşlar. Çok şükür ki biz iyi bir havada Filibe’ye ulaşıyoruz.”29

      Elçi kafilesi Filibe’den sonra Kuruçay’da, Karapınar’da, Manendler’de, İhtiman’da, Karaman köyünde konakladı. Bütün o merhalelerde istila devirlerinin izleri, eserleri vardı. 1529’da Viyana’ya giden azametli ordunun hatıraları ise hemen her adımda göze çarpıyordu. Türk, Bulgar, Rum, Ulah, Yahudi ve bütün halk, o hatıraları nesilden nesile yadigâr kalmış birer tarih sahifesi gibi saygı ile terennüm ediyorlardı. Müslümanlar belki Kur’an okumuyorlardı, Hristiyanlar İncil ayetlerini anlamıyorlardı, Tevrat yalnız hahamların koynunda geziyordu. Lakin yüz kırk üç yıl önce Viyana’ya giden büyük ordunun menkıbeleri her dilde ve her evde yaşıyordu.

      Kafile bu konuşulan tarihi dinleye dinleye ve kendi aralarında onu yaşata yaşata ilerledi, Eflaklar köyünü, Karayel Boğazı’nı, Sokova’yı, Ozor köyünü geçti, Ilıcaları ve Şehirköy’ü dolaşıp Niş şehrine geldi.

      Burada elçi paşayı sipah kethüda yeri, yeniçeri serdarı, muhtesip, voyvoda, dizdar karşılamışlar ve Ali Ağa’nın konağına konuk vermişlerdi. Ev sahibi 295 kişiyi kolayca barındırdığı gibi üç gün de mükellef ziyafetler çekerek ağırlamıştı. Elçi paşa, bu cömert ağaya bir at verdi ve o, misafirlerine bohça bohça kumaş, yüz hayvan dağıttı. Kara Mehmet’le Evliya da ikramdan hisse alanların başında bulunuyorlardı.

      Niş’ten sonra, Yerlidere, Alacahisar, Serloç, İre menzillerinde çadır kuruldu, Morava Suyu aşılarak Baniçe’ye, Libaniçe’ye, Korşoviçe pazarına, Akkilise’ye, Hisarlık’a varıldı ve oradan Belgrad’a gidildi.

      İstanbul’dan çıkıldığı günden beri her yerde karşılanıp uğurlanan kafile, Belgrad’da yapılan parlak istikbali hiçbir yerde görmemişti. Semendere beyi iki bin cebelisiyle, alay beyi ve çeribaşısı yiğitleriyle elçi paşayı karşılamaya çıktıkları gibi her biri bir saray sahibi olan Macar Ali Ağa, Zülfikar Ağa, Parmaksız Hüseyin Ağa,

Скачать книгу


<p>28</p>

Camus: Su sığırı, manda, kömüş. (e.n.)

<p>29</p>

Bu hikâye, Celalzade tarihinden alınmak suretiyle Ali ve Solakzade tarihlerinde yazılıdır. (y.n.)