Billur Kalp. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Billur Kalp - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 18

Жанр:
Серия:
Издательство:
Billur Kalp - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

razı edinceye kadar göbeğim çatladı…”

      Kâmile, yüz liralık müjde önünde biraz irkilerek: “A kardeş, pek çok değil mi?”

      “Sus hemşire, lakırtı karıştırma… Herif pek dönek tabiatlı bir adam. Şimdi pişman olur, sözünü geri alır…”

      İki kadın, iki çocuk otomobile kurulurlar. Şoför gideceği semti sorar.

      Kâmile: “Dizdariye, Türbe Sokağı, 18 numara…”

      Otomobilin lastik gırtlağı şoförün parmakları altında iki üç kez anırdıktan sonra, araba, yolcularını hafifçe sağa sola eğerek küçük bir rüzgâr içinde yollanır…

      10

      Tarif edilen sokak ve numaranın önünde durdu. Marmara’ya bakan üç katlı bir kâgir evin bahçe kapısından içeri girdiler. Bahçe gün güneş içinde… Havuz, fıskiye, kameriye, çardak, çakıllık, iki yanı lavantinli yollar. Her şey var. Lakin hepsi bakımsız, harap… Kapının arkasında içleri süprüntü dolu gaz tenekeleri… Sökülüp atılmış bitki döküntüleri orada burada kokmuş yığınlar hâlinde… Adım başında tabak, bardak kırıkları yatıyor… Kediler, köpekler tenekelerden süprüntülerin bir kısmını oraya buraya taşımışlar… Yollara saçılmış türlü renkte kırıntı parçaları… Temizlemek, düzenlemek için hiçbir yanda bir insan eli dolaşmamış. Her yön kendi oluruna bırakılmış…

      Bakımsızlıktan, evin içi de bahçeden pek farklı değil… Her yanı yarım parmak toz kaplamış… Odalar alan taran16 eşya, karmakarışık…

      Hüsniye, ortalığın bu düzensizliğini gözden geçirirken Kâmile, onu birinci katta bir odaya sokarak: “Bir evin beyi çapkın, hanımı kıskançlıktan hasta olursa işte orası bu hâle gelir… Sen burada bekle. Ben hanımefendinin yanına çıkayım. Ona üzüntüden ölmeyecek biçimde işi anlatayım. Sonra seni çağırtırım…”

      Kâmile Hanım, hanımefendisinin yanına girer. Mevsim pek sıcak değil lakin içine güneş dolmuş, pencereleri, kapısı kapalı odanın ısınmış, değişmeyen havasında bir hastane ağırlığı ve kokusu var…

      Hanımefendi, pencere kenarında bir koltuğa oturmuş… Üst baş kirlice, saçlar Rufai dervişleri gibi salkım saçak, dizlerinde kalın bir eteklik, ayaklarında fanila terlikler… Beniz kirli sarı, gözlerinin etrafı umutsuzluk ve bıkkınlık gölgeleriyle haleli; yanı başında bromür, aspirin ve bir sürü ilaç kutuları, koca bir şişe kolonya, nane ruhu… Masanın üzerinde eski yeni birkaç divan… Akşamlara kadar, “Bey bana ne diyor? Ben ona ne diyorum?” fallarıyla bu kitapları karıştırmaktan ve yine aynı niyet üzerine bol bol iskambil falı açmaktan başka işi gücü yok. Kocasının aşkı onu boğacak bir dalga gibi her an üzerine saldırıyor, hep onunla uğraşıyor, hep…

      Kâmile odaya girince hanımefendi telaşla: “Bir otomobil homurtusu işittim. Bey mi geldi? Böyle vakitsiz hiç geldiği yoktur. Çık biraz onu oyala. Beni bu hâlde görmesin…”

      Yüzüne pembe bir ponpon gezdirmek, biraz da saçlarını derleyip toplamak için aynanın önüne koşar.

      Kâmile: “Telaş etme hanımcığım, bey gelmedi. Galiba biz ona gideceğiz…”

      “Ay neden? Apansızın olağanüstü bir hâl mi oldu? Bir hastalık, bir kaza, bir felaket?”

      “Hep beyinizin üzerine böyle korkunç şeyler yorarsınız. Onun sizden uzakta vur patlasın bir eğlence âleminde bulunduğuna bir türlü ihtimal vermezsiniz…”

      “Nerede?”

      “Öyle vefasız, hayırsız, azgın erkekler fahişelerin ortasında hangi rezalet yuvalarında eğlenirlerse orada işte…”

      Hanımefendi, büsbütün sararır. Süzülür, gözlerinin karaları kayar… Bayılıp düşmemek için koltuğun iki yanına yapışarak: “Kâmile, bana lokman ruhu şişesini bul.”

      “Yok hanımcığım bayılmayınız… Dayanıklı olunuz. Olan işlerin ben size daha aslını anlatmadım. Kendinizi tutunuz ki bu sefer o azgının hakkından gelelim.”

      “Söylediğin şeylerin doğruluğuna iyice inanıyor musun?”

      “Ulu Tanrı’ma inandığım kadar… Ah bilirim en açık oluşlar önünde bile beyinize karşı güven beslemek düşkünlüğünden kendinizi kurtaramazsınız.”

      “Sonu ev bark yıkımına çıkacak böyle önemli konularda her söze gelişigüzel inanıvermek olur mu?”

      “Şu saatte hiç düşünemediğiniz hâlleri gözlerinizle görmek için gereken büyücek bir masrafa katlanır mısınız?”

      “Bu nasıl soru? Nem varsa fedadan çekinmem…”

      “Öyle ise haydi kalkınız, hazırlanınız… Otomobil aşağıda bekliyor. Pire tok iken tutulur, derler. Biz de onu sıcak zevk âleminde bastıralım. Ustalıklı inkârlar ile artık sizi kandırmasına imkân kalmasın.”

      Hizmetçi kadın, hanımına lokman ruhu koklata koklata zavallının şakaklarını, bileklerini kolonyalarla ovuştura ovuştura olayları en çarpıntı veren, en sinire dokunacak, en göz kızdıracak boyalar altında, dedikoducu dilinin bütün zehirlerini karıştırarak tasvir ede ede anlatır… Sonunda facianın en usta oyuncusu Şehreminili Hüsniye’yi odaya sokarak bunu, hanımına, her şeyi zamanında haber veren “Hızır kadın” adıyla takdim eder.

      Hızır kadın da hanımefendinin kıskançlık ateşini körükleyerek bu karı koca faciasından kendi çıkar payına epey bir şey ayırabilmek için bütün ustalığını gösterir. Sinirli kadın, bu iki keskin dilli körükçünün arasında büsbütün kızıl deliye döner… Kocasını suçüstü yakalamak için çarşaflanır. Kendisini romanlarda okuduklarına benzer bir olay içinde bulduğuna biraz şaşar. Yanına bir şey almak gerek… Bir silah! Öyle ya… Kocasının kolları arasında yabancı bir kadın görünce yaralanan izzetinefsinin öcünü almak için söylenecek acı ve öldürücü sözü bir tabanca namlusuyla anlatmak gerek… Dolaptan kocasının küçük, şık tabancasını çıkarır… Elinde evirip çevirerek: “Hayatımda böyle acı günler olacağını, kocamı öldürmek için bir tabanca hazırlayacağımı hiç aklıma getirmezdim. Bu uğursuz alet nasıl, neresinden dolar? Bilmiyorum…”

      Kâmile telaşla: “Hanımefendi, bilmediğin şeyi kurcalama, kazalıdır.”

      “Boştur biliyorum…”

      “Şeytan doldurur…”

      Hanımefendi, küçük bir titremeyle silahı masanın üzerine bırakır. Hızır kadın, onu oradan bir erkek cesaretiyle kavrayarak: “Bu alet, insana hem dosttur hem düşmandır… En karışık meselelerde sözü kesen bir hâkimdir. Ömrü boyunca bunun yardımına muhtaç olmamış adam yok gibidir. Doldurmasını da atmasını da bir silahşor kadar bilirim.”

      Tabancayı kırıp kovanlarını parmağıyla yoklayarak: “Boş boş… Hani ya fişekler nerede?”

Скачать книгу


<p>16</p>

Alan taran: Darmadağın. (e.n.)