Celâleddin Harzemşah. Namık Kemal

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Celâleddin Harzemşah - Namık Kemal страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Celâleddin Harzemşah - Namık Kemal

Скачать книгу

taraftarları olan Fransız tenkitçileri bile eski tarih içerisinde oyun yapılacak olay kalmadığını, sonraki çağlarda ise bayağı kelimelerin kullanılmasından büsbütün sakınarak yazılan bir tiyatronun sahneye konmasına milletlerin şimdiki seyircilerinin ahlakının müsait olmadığını beyan ederler ve “Bu iki şartın lüzumunda ısrar edilirse facia yazmak mümkün olmaz.” derler.

      On beşinci miladi asrın sonlarında İspanya’da Lopez de Vega,3 İngiltere’de Şekspir seyirci önünde eserlerini göstermeye başladılar.

      Bunların edebiyat sahnelerinde ortaya çıkışı aynı tarihe rastladı. Fakat birbirlerinin ne şahıslarından ne de eserlerinden haberleri vardı. Hatta meziyetleri birbirlerine aykırı idi. Çünkü Lopez Yunan ve Romalıların eserlerini kavramış, onları incelemişti. Tiyatro kaide ve şartlarına dair yazılan şeylerin hepsini okumuştu. Şekspir ise İngilizceden başka dil bilmezdi. Pek fakir bir aileden yetişmişti. Tahsili eksikti. Bu sebeple oyun yazmakta, fıtratın ona mahsus bir lütfu olan yüksek kabiliyetinden başka bir öğretmeni olmamıştı.

      Bu iki edebiyat üstadı aralarında olan milliyet ve terbiye farkına rağmen akıl için yolun bir olması dolayısıyla güya bir yerde büyümüş, bir mektepte yetişmiş gibidirler. Tiyatrolarının hâli ve zamanlarının tuttuğu yolla o kaideler ve şartlar arasında bir münasebet göremediklerinden eserlerinde yüksek fikirlerinden başka hiçbir şeye başvurmadılar. Yalnız Lopez trajedilerinin bütününü nazım ile yazmıştır.

      Lopez’in yaratılışında olan yüksek değerler Şekspir kadar büyük olmadığı gibi, Lopez oyun yazmayı kendisi için bir eğlence kabul etmiştir. Öyle ki bir tiyatro yazması için üç dört saat kâfi idi. Bu sebeple tuttuğu yolda Yunan tarzına üstünlüğünü veya eşitliğini gösterecek kadar parlak eserler meydana getiremedi.

      Şekspir ise mayası güneşin cevherinden yoğrulmuş kadar parlak bir hayal gücüne ve kalbinin toprağı, yanardağdan alınmış kadar ateşli bir vicdana sahipti. Ömrünün refahını ve isminin bekasını tek meslek olarak seçtiği tiyatro yazarlığına hasreylemişti. Taşımakta olduğu hikmet ve his kuvvetinde hepsini sahnelerde tecessüm ettirmeye uğraşa uğraşa hayal ve tasavvur âleminde bile benzeri bulunmayan bir edebiyat dünyası vücuda getirdi.

      Tasvir ettiği ahlak ve hisler, ihtiras ve fikirler o derece sayısız; ortaya koyduğu hüküm ve hakikatler, düşünce ve kurallar o derece çeşitliydi; işlediği güzellik ve zevk, hayal ve çekicilikler o derece renkli idi… Öyle ki Avrupa şairlerinden biri “Kudretin, tabiat-ı külliyeden sonra en azla mahsul vereni Şekspir’in mizacıdır.” methiyesi ile o yaradılış harikasının üstünlüğüne hayranlığını belirtmiştir.

      Şekspir’in tiyatro yazmakta kabul ettiği kaide ise seyircilerin eğlencesi neye dayanıyorsa o vasıtaları kullanmaktan ibarettir ki bu kaideyi yine bir oyun içerisinde münasebet düşürerek “Beni eğlendir.” tabiriyle kendisi ifade etmiştir.

      Sırası gelmişken şunu da beyan etmek lazımdır ki tiyatro eğlence ise de edebî bir eğlence olduğundan, yazılışında riayet edilmesi gereken bir şart var ise o da oyunun iki manasıyla edebiyata uygun olmasıdır.

      İşte bizim orta oyunları, birkaç asırdan beri memleketimizde mevcut iken tiyatroyu yeni bir çeşit addedişimiz orta oyununun bu şarta aykırı düşmesi sebebiyle tiyatro nevine dâhil olmadığındandır. Şekspir konu birliğine riayet etmez. Bazı kere yedi sekiz vakayı birbirine karıştırarak bir neticeye vardırır.

      Zaman birliğini de lüzumlu görmez. Otuz kırk senelik bir hikâyeyi ve hatta bazen bir zatın hayatı boyunca başından geçen hadiseleri bir oyuna sığdırır.

      Mekân birliğine de bağlı kalmaz. Bir tiyatroda yirmi beş otuz perde değiştirir. Sahneyi Roma’dan Yunan’a, Fransa’dan İngiltere’ye nakleder.

      Oyunları üç beş aralıkla kısımlara ayırmaz. Hatta zamanında basılan eserlerinde geçiş aralıkları bile yoktur.

      Trajediyi komediden ayırmaz. Bilakis birçok eserde en hazin meclisleri ferahlatıcı bir ruhla takip ettirir.

      Oyunları sırf nazımla yazmayı seçmemiştir. En ince hikmetleri, en sevdalı hisleri içinde barındırması dolayısıyla bütün eserlerinden ciddi ve ağır olan Hamlet’in bazı tarafları manzum, bazı tarafları nesirdir.

      Şekspir eğlendirme gayesini tahakkuk ettirdiği inancına, tabiata ve âdete aykırı düşme ve tahayyül kırma gibi boş düşüncelerle fazlasıyla alay eder ki perileri, ölüleri sahneye getirir. İnsan ile dostlar ile sohbet ettirir.

      Bu iki meslekten hangisinin tabii zevke daha uygun düştüğünü bilmek için tecrübeye müracaat edilirse alınacak netice şudur:

      1) Avrupa milletleri içinde şiir bakımından en fazla kabarıklık gösteren İngiliz, Alman ve İspanyolların en büyük şairleri eskiden beri tiyatroya dair eserlerini Şekspir yolunda yazıyorlar.

      2) Klasik usulü ilk önce kabul edenler miladın 17. ve 18. asırlarında yaşayan Fransız edipleri idi. Bunların içerisinde üç büyük şair vardır ki biri Korney, biri Molyer, biri Rasin’dir. Korney bazı oyunlarda konu birliğini, Molyer çoğunluk komedilerinde mekân birliğini terk etmiş olduğundan, Fransa’da tamamıyla o mesleğe tabi Rasin’den başka bir şair görünmüyor.

      3) Fransız dilinin Avrupa’da etki sahasının büyüklüğü, yine Fransız karakterinin inceliği diğer milletlerin onları taklit etmelerine sebep olmuştur.

      Tiyatronun ilk çağda doğuş yeri Yunanistan, son asırlarda yenileniş merkezi İtalya’da, sonradan İskandinavya ve İslav kavimleri arasında eskiden Fransız usulünde tiyatrolar yazılmaya başlanmışken sonraları Fransa’da dahi birçok edibin özellikle zamanımızda dünyaya kendini kabul ettirmiş olan Viktor Hügo’nun ortaya çıkışı üzerine, yeniden ve tamamıyla Şekspir yolunu tutmuşlardır. Şimdi artık Fransız mukallidi ve Odeon tiyatrolarında lisanın fesahatına hizmet için ara sıra sahneye konulan o eski oyunlardan başka dünyanın hiçbir tarafında klasik usule tabi olan oyun görülmemektedir.

      4) Yukarıda sayılan şartların batıl oldukları inancı öyle bir dereceye varmıştır ki yeni eserler arasında manzum eser pek az görülmekte ve oyunların çeşitliliği tertip ve taksimi mümkün olmayacak bir dereceye geldiğinden, o yolda olan eserlere sadece tiyatro veya oyun ismi verilmekle iktifa olunmaktadır.

      Tecrübeye dayanan bu dört delil olmasa bile, mademki dünyada zevke ait olan şeyler için bir üstünlük nişanı varsa o da milletin gösterdiği rağbettir. Şekspir mesleğinin her tarafta gördüğü rağbet, meziyetini ve hatta öbür mesleğe ait olan kaide ve şartların bütün bütün münasebetsizliğini tamamıyla ispata kâfi gelir.

      “Celâl”in tasavvur ve tasvirine gelince; umumiyetle oyunların mevzu ya tamamen hayal olur yahut bir tarihî vakaya dayanır. Âcizane eserlerimden “Gülnihal”, “Âkif” ve “Zavallı Çocuk” birinci; “Silistre” ile “Celâl” ikinci kısma girer.

      Yazar tamamen hayalî olan bir tertip konusunda hakikate uygunluk aramaktan başka hiçbir kayıt ile bağlı değildir. Konusunu tarihten alan oyunlarda tarih tasavvuru esastır. Yahut eserine hizmet etmek için ne lazımsa onu alarak hikâyenin diğer taraflarını istediği gibi, şahıs, hadise, hayal ve his ilavesiyle tezyin etmekte, lüzum görürse olayın tarihçe bilinen cereyan şeklini bile değiştirmekte serbesttir

Скачать книгу


<p>3</p>

“(1562-1935) iki binden fazla tiyatro yazmıştır.” (Ebüzziya Tevfik’in notu)