İnsanlar Maymun muydu?. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İnsanlar Maymun muydu? - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 7

Жанр:
Серия:
Издательство:
İnsanlar Maymun muydu? - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

Yine maymun baba meselesi mi?” dedi.

      Hayrullah Efendi: “Ne yapalım efendim? Bizim ağız sporumuz da bu… Derdimizi dışarı dökmesek zehirlenip verem olacağız. Rastgele bir adama ‘Köpoğluköpek’, ‘eşşoğlueşek’ desek kızar, herif bütün insanlığı maymun yapıyor da aldıran yok… Arada bir fıslana fıslana galiba halkı âlem bu akrabalığı hoş görmeye alıştı. Biz maymuna zor tahammül ediyorduk. Fakat iş domuza dayanınca, sabrımız büsbütün tükendi.”

      Hayrullah Efendi ufak çarpıntı geçirir gibi biraz dinlendikten sonra: “İkinizi birbirinize tanıştırayım. Enis Buharî Efendi Haşa, Ceddi Beşer Maymun Olamaz makalesinin yazarı… Bahriyeden tekaüt, çok gezmiş, çok görmüş, birkaç dil bilir Ali Hulki Bey… Mahalle komşumuz…”

      Bu alaturkamsı takdimde, Enis Buharî Efendi kısa bir temennadan sonra baş keserek dervişvari elini göğsüne bastırdı. Ali Hulki Bey sadece bir boyun kırdı.

      Şimdi iki softa eskisi, bahse karışmak için yanlarına yaklaşan bu üçüncü zatın ne diyeceğini anlamak merakıyla yüzüne bakıyorlardı.

      Ali Hulki Bey gülümsedi. Biraz düşünür gibi durduktan sonra: “Efendim, ben bu bahiste bu kadar sinirlenmeye değer bir şey görmüyorum…”

      Bu söz, biraz daha sinirlenmesine sebep olan Enis Buharî hemen ağız açarak: “Şerafet-i beşeriyeye18 karşı yapılan bu mülhidane19 hakarete nasıl tahammül olunur?”

      Ali Hulki Bey: “Bu teori, daha esaslı olarak sabit olmamıştır ve olacağa da benzemez. Buna sizinki kadar taassup göstermeye mahal yoktur. İngiliz bilgini Darwin, 1859’da Nevilerin Orijini adıyla çıkardığı eserinde bu teoriyi ileriye sürdü. O zaman da çok gürültüler oldu. Teoriyi şevkle aşkla karşılayanlar bulundu. Fakat çalışmalar ilerledikçe bu hüküm, sonraları kuvvetini kaybetti. Bazı sıkı benzerliklere karşı insanla maymunun arasında, umumi bakımdan uzviyet yaradılışınca uçurumlar vardır.”

      Hayrullah Efendi: “Bu nazariyenin bir katakulli olduğu işte ilimce de görülüyor demektir.”

      Enis Buharî: “Cenabıhak, Kur’an-ı Kerim’inde, Âdem’i topraktan yarattığını açık açık buyurdu. Artık bu nassa iman etmeyip de meseleye ayı, maymun karıştırmak küfür değil midir?”

      Biraz kaşları çatılan Ali Hulki Bey: “Böyle, ilim ve fenne, varlığa ait meselelere din karıştırılmamalıdır. Ta Orta Çağ’dan beri bu iki şey birbiriyle boğuşmakta, hatta birbirinin canına susamış durumdadır. Bu muharebede adım adım ilerleyen ilim, cehalet bulutlarını yırtarak nurlarını saçabilmek için çok kurbanlar vermiştir. Dinler, bulundukları şekillerde kabul olunmuşlardır. Bugün onları ilimle muharebeye çıkarmak yine iman hesabına çok tehlikelidir. Çünkü ilimler, bütün kurulmuş itikatları yıkacak derecede kuvvetlenmişlerdir. Dini, bir kalkan gibi ilmin top tüfek ateşine karşı tutmayınız. Böyle şeylere karıştırmayarak, göklerdeki kadrini korumak için onu bulunduğu yüksek mevkisinde korumaya çok dikkat ediniz. Bugün dine gösterilecek en büyük saygı budur. Onun tarafını tutarak veya ona karşı olabilecek birtakım saygısız araştırmalara meydan vererek, dindar yürekleri de yaralamaktan korumuş olursunuz.”

      Hayrullah Efendi, bakışı diklenmiş bir çehre ile: “Ali Hulki Bey, affedersiniz, ben sizi bizden biliyordum. Meğer siz de ötedenmişsiniz.”

      Ali Hulki Bey: “Hayır, ben ne ötedenim ne beridenim. Ben ikisi ortasıyım.”

      Enis Buharî: “İkisi ortası olmaz. Olunca tam imanlı olmalıdır. İşin içine zerrece şek20 girince iman kalmaz.”

      Hayrullah Efendi: “Frenkçe öğrenenlerin hep böyle dinleri zayıflıyor veyahut ki maazallah büsbütün kızıl bir münkir olup çıkıyorlar ortaya…”

      Ali Hulki Bey: “Hocalarım, yanılıyorsunuz. Frenklerde imanlılar çoktur. Kiliseler henüz kapanmamıştır. Hristiyan hükûmetlerin din için bütçelerine koydukları masraf korkunç bir raddededir. Dinlerle ilimler arasında çıkan zıtlıkların uzlaştırılması işini siz üzerinize almayınız. Bu, akıl almayacak kadar güç bir iştir. İşin bu tarafını tefsircilere bırakınız. Onlar türlü yollardan her şeye bir kulp takarak, bu anlaşmazlıkları yumuşatmak fennini bilirler.”

      Enis Buharî: “Aman beyefendi, ne söylüyorsunuz? Hak, kulp takılmaya muhtaç mıdır? Gökten inmiş kitaplara kulp takılır mı? Mesela İnne rabbikümullahi ayet-i kerimesi dururken dünyanın yaratılışı hakkında Frenk kitaplarının, jogoloci mogoloci, kokoloci kakaloci filan diyerek karıştırdıkları milyonların, milyarların, kıtipiyozların saçmalarına inanılır mı hiç? Kakalociyi söyleyenler Mösyö Corcaki veya Baron Kofticiyan yahut Sinyor Morşalaki değil mi? İnsaf ederek biraz düşünelim, ötekini söyleyen kimdir? İman nuruyla aydınlanmış aklıselim, hangisine inanır? Allah kimseyi şaşırtıp da imandan ayırmasın.”

      Ali Hulki Bey, bu sözleri dudaklarını ısırıp gözlerini büyülterek dinledi dinledi, sonunda avucunu hocanın ağzına dayarcasına bir susma işareti vererek:

      “Susunuz Molla Efendi, pabuçlarınızı yanı başlarınıza saklayıp da yüksek kürsüde yumruğunuzu tahtaya vura vura enine boyuna taassup kabartmaktan sizi alıkoydukları günden beri birikmiş vaiz zehirlerinizi dökmek için galiba vesile buldunuz. Kur’an’da, gerektiği zaman zamanın yeniliklerine uymak için de çok işaretler vardır. Fakat kör taassupla yumulan gözleriniz bu izinleri görmüyorlar. Trablusgarp’tan tutunuz da Fas’a kadar gidiniz, içerilere ininiz. Bütün Afrika’yı, Hicaz’ı, Yemen’i, Hint’i, Cava’yı dolaşınız. Hep oradaki Araplar, Müslümanlar Kur’an’a sizin gibi mana verdikleri için kendi kendilerini afyonlayarak uyuştular. Beğenmedikleri keferenin elinde yarı esir hâline düştüler. Muharebede sığındırıldıkları haç gölgesi altında hilale kurşun atmak zorunda kaldılar. Peygamberin maksadı ise bu değildi. Bugün birçok Müslüman krallıklar, sultanlıklar, İngiliz, Fransız ağları içinde kıpırdanamaz bir kötürümlüktedirler. Yine bugün radyolardan, telefonlardan, şimendiferlerden, otomobillerden, tayyarelerden, şaşırılıp kalınacak türlü fabrikalardan tutunuz da evlerimizdeki dikiş ve kıyma makinelerine kadar hepsi ‘gâvur icadı’ diye hor gördüğünüz ellerin, hayatı kolaylaştırmak için meydana getirdikleri hayırlı eserlerdir. Yabancı dil bilmeyi yalnız hakir görmekle kalmıyor, âdeta günah sayıyorsunuz. Bu kaba taassuba karşı insan ne diyeceğini şaşırıyor. Taassup, cehaletin öz ve kör oğludur. Kendi göremediği için, kimsenin doğruyu seçmesine, bilmeye uğraşmasına dayanamaz, ister ki insanlar yirmi asır evvelki geriliklerinde demir atıp kalsınlar…”

      Enis Buharî: “Beyefendi, artık yetişir… Biz fikrimize uyar bir kimse ararken yine karşımıza bir itirazcı çıktı. Biz, sizi imana getiremeyeceğimizi anladık. Fakat siz de bizi tanrıtanımazlığa düşürebilmeyi aklınızdan geçirmeyiniz. Çok dil bilenin, çok gezenin neticesi buna varıyorsa bırakınız biz kendi köşemizde Hak ile yüz yüze yalnızlıkta kalalım.”

      Ali Hulki Bey sabırsızlıkla: “İşte bu kadar. Zaten almış olduğunuz dinî afyonun miktarı, bir daha ondan uyanabilmenin derecesini çoktan geçmiştir.”

      “Siz de Furkan-ı Azim’in21 ‘Biz, onların Hakk’a

Скачать книгу


<p>18</p>

Şerafet-i beşeriyeye: İnsanlık şerefi. (e.n.)

<p>19</p>

Mülhidane: Dinsizce. (e.n.)

<p>20</p>

Şek: Kuşku. (e.n.)

<p>21</p>

Furkan-ı Azim: Kur’an-ı Kerim. (e.n.)