İnsanlar Maymun muydu?. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İnsanlar Maymun muydu? - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 9

Жанр:
Серия:
Издательство:
İnsanlar Maymun muydu? - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

kalmışlardır. Yalanın büyük ahlaksızlık olduğunu onlara anlatmaya uğraştığımız hâlde, Hak Teala hakkında ya bile bile veya bilgisizlikten en küçük çağlarından bu yavrucaklara yanlış bilgi vererek bu kötülüğü biz yapmış oluyoruz. Bu ince mesele, pedagojinin en başına geçirilecek bir ehemmiyettedir. Birçok terbiye kitaplarında gördüğüm öğütler ise hiç hoşuma gitmedi. Ahlak, itikat ve gerçek terbiye çekirdeğinin meydana geleceği sırada çocukların kafalarını hurafelerle doldurmayı doğru bulanlardan değilim. Körpe dimağlara çakılan bu taassup çivilerini bazen oradan sökmenin güç olacağını düşünmeliyiz. Ne yetiştirmek istiyoruz? Çömez mi, insan mı?

      Çocuğun bu sorduğuna, eski mahalle mektebi hocalarının verecekleri hazır cevabı tekrarlayacak değilim. Fakat ne diyeceğim? Güç mesele. Bizde hiçbir çocuk babasının böyle bir endişeye düşmüş olmasına ihtimal veremiyorum. Çocuklara, büyüklerin anlayamadıkları Allah’tan söz etmek, körpe dimağlarına sağlam fikir tohumları saçacak yerde, o yaştakileri ahiretin cehennemiyle korkutmak, cennet mükâfatıyla morallendirmek ve sonra onlardan hayatta müspet yararlıklar beklemek, bir çocuğu olmadık şeylere inandırmayı istemek, onu aptallaştırmaya uğraşmak demektir. Dürüst, pozitif düşünebilmek hususundaki zekâlarını boza boza zavallıları hiçbir şeyi doğru muhakeme edemeyecek bir hâle getirmek… Bununla beraber iş, çocuğun bu sualini büsbütün cevapsız bırakmanın da sakatlıklarını gösterecek bir incelikte idi. Hemen dedim ki: ‘Çocuğum, bu, büyük bilginlere ait bir iştir. Allah’ın ne olduğunu anlamak için derin bilgiler lazımdır. Büyüyüp de çok şeyler öğrendiğiniz zaman, siz de bu mesele ile uğraşabilirsiniz.’ ”

      Feylesof, rast geldiği dost veya düşmanlarıyla açıkça görüşürdü.

      Evinde nasıl vakit geçirir? Bir-i mübareğin yanına hasırını serer. Üzerine ufak şilte, yastıkları dizer. Kuyudan çektiği soğuk suya yemişleri atar; bir tarafına da felsefe kitaplarını yığar, dut ağacının gölgesi altında kâh yatar kâh yemiş yer kâh okur. Kendini en muhteşem saraylarda, köşklerde, en ferah yalılarda oturanlardan bahtiyar bilir.

      Okumaları sırasında ara sıra coşar, kendinden geçer. İnanmadığı Allah’ı arar gibi alaylı gözlerini göğe diker. Şikâyetini göstermek ister gibi, ellerini havaya uzatarak der ki: “Hey Allah’ım! İnsanlar kendilerini, söyleşebilecekleri manevi bir muhataba muhtaç gördükleri için kalplerinde seni yaratıyorlar. Niçin milyarlarda ancak bir ikimizin idraklerini açık bırakıp da ötekileri koyun sürüsü yapıyorsun? Eserlerini okuduğum bu feylesoflar, bu harika büyük kafalar neler söylememişler, neler yazmamışlar? Ama kimin kulağına girmiş ki? Giriyor ki? Bu sağır, kör, ahmak insanlığın beyni kendi için olan bütün yüksek hislere kapalı. Geçen yüzyıl feylesofunun teorisini bu zamanda tekrarlayacak oldum. Başıma kıyametler koptu. Onlara hoş gelecek bir eser yazmak için ilmin üst tabakalarından, ağılın dar ve hayvan kokan düzlüğüne inmeli, onlarla beraber melemeli.”

      10

      Feylesof Mualla Efendi’nin mahalleye yayılmış dinsizliği bütün yürekleri ona karşı çevirmiştir. Artık o, şeytanlaşmış, tiksinilecek biri, bir uğursuz sayılır. Mahallede bir kaza, esef edilecek bir hâl meydana gelse hep onun şerrinden, meymenetsizliğinden bilinir. Ara sıra gizli eller evini taşlıyorlar, tebeşirler bahçe duvarlarına, kaplamalara, kapılara çirkin sözler yazıyorlar, içeriye hakaret, gözdağı mektupları atıyorlar.

      Feylesof kendi kendine düşünüyordu: Ne tuhaf insanlar bunlar! Benim itikatsızlığımdan onlara bulaşan bir fenalık mı var? Herkes aklının varışı kadar düşünmekte hür değil mi? Halkın zihinlerini statik bir hâlde tutan, muhakemelerini durduran asırlardan beri klişeleşmiş itikatları ben hazır lop yumurta gibi yutup da nasıl hazmedebilirim? Onlar benden mürailik23 istiyorlar. Başımda sarık, elimde tespih, koltuğumun altında koca bir tefsir ile beş vaktin namazını camide eda etmiş olsam, o zaman mübarek bir zat sayılırım. Elim öpülür, duam alınır… Şu şekildeki kaba bir mürai ile benim gibi açık yürekli bir feylesofun arasındaki büyük farkı takdir edemiyorlar.

      İnsan Önce Maymun mu idi? kitabından sonra, halkın feylesof için beslediği nefret ve öfkesi büsbütün arttı. Mahalle kahvesinde onun için şöyle dedikodu yapılıyordu:

      Salih Efendi: “Okudunuz mu şaheseri? ‘Önce biz maymun muyduk?’ diye herif soruyor.”

      Nuri Bey: “Kimden soruyor?”

      Salih Efendi: “Senden, benden…”

      Nuri Bey: “Allah’a çok şükür. Bizim şeceremizden şüphemiz yok. Biz insan doğduk, insan kalacak, insan öleceğiz…”

      Şerif Efendi: “Maymunlar, feylesofun yedi göbek öteye halasını mı, büyükannesini mi ormana aşırmışlar. Sonra kadın bir çocukla şehre dönmüş. Bu hakikat, ağızdan ağıza yayılmış olmakla sabit. İşte, Mualla’nın silsilesine buradan maymun karışıyor. Bu kötü karışma yalnız onun soyunda var. Bundan temiz insanlığa dokunur, bulaşır bir şey yok.”

      Murat Efendi nargilesini tokurdatarak: “Bütün aile, büyükbabalarına nasıl da andırırlar. Fıldır fıldır ufacık gözler, ürkek, çarpık bakışlar; insan görünce hemen kaçışlar…”

      Osman Efendi: “Maymunlaşmak isteyen varsa feylesofun kızını alsınlar. Oğullarına kız versinler.”

      Şerif Efendi: “Soysuzların evlenmelerini önlemek hakkında kanun yapılacağı için bir söz vardı. Hükûmete haber vermeli. Yanılarak kimse bu soysuzlara karışmasın. Bu maymunluk vebası, o uğursuz aile arasında sönsün kalsın.”

      Salih Efendi: “Remzi Bey’in oğlu Şevket bu kitaptan bir tane almış.”

      Nuri Bey: “Fiyatı?”

      Salih Efendi: “150 kuruşmuş.”

      Şerif Efendi: “Hey kuzum, herif insanları bedava maymun yapmıyor. Bu yüzden para kırıyor.”

      Osman Efendi: “Kitap çok satılıyor muymuş?”

      Salih Efendi: “Ekmek peynir gibi… Haşa sümme haşa. İçinde, Âdem Baba’mızın kuyruklu resmi varmış… Herkes onu görmeyi merak ediyormuş.”

      Feylesof için böyle dedikodu kazanı kaynatılırken sokaktan Vahit geçiyordu.

      Şerif Efendi: “Bakınız, bakınız, ihtiyar maymunun büyük oğlu karşıdan geçiyor.”

      Osman Efendi: “Bu delikanlı için sünnetsiz derler.”

      Şerif Efendi: “Derler değil, hakikat böyle…”

      Salih Efendi, kahveci çırağına seslenerek: “Mahmut, şu kabukluya bir söz at…”

      Mehmet, kahve kapısından dışarıya uğrayarak bağırır: “Vahit… Vahit…”

      Vahit aldırmaz, yoluna gider. Mehmet birkaç adım ilerleyerek sesini yükseltir: “Vahit, seni çingeneler arıyorlardı.”

      Vahit yine aldırmaz, yoluna gider.

      Şerif Efendi onun yerine cevap verir: “Çingeneler

Скачать книгу


<p>23</p>

Mürailik: İkiyüzlülük. (e.n.)