Yalan. Yücel Tahsin

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Yalan - Yücel Tahsin страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Yalan - Yücel Tahsin

Скачать книгу

birini daha kopardı. Sonra, çevredeki masalarda çalışanlara aldırmadan, yüksek sesle, “Bu… bu… buraya gel!” dedi. “Sana beni neden sevdiğini söyleyeceğim.”

      Yusuf ansiklopedilerini bırakarak karşısına dikildi.

      “Ne… ne… neden?” diye kekeledi.

      Yunus elinden tutup karşısına oturttu onu.

      “Çü… çü… çünkü ansiklopedileri çok seviyorsun,” dedi: “Ansiklopediler de kekemedir, onlar da her şeyi bölüp dağıtır, tıpkı benim gibi…”

      Yusuf’un gözlerinden bir kuşku gölgesi geçti.

      “Sen benimle dalga geçiyorsun,” dedi.

      “Hayır, dalga geçmiyorum, en iyisi dağıtmaktır.”

      Yusuf bu sözden pek bir şey anlamadı, gene de başıyla onayladı.

      “Sağ ol,” dedi.

      “Çok da güzel bakıyorsun, Britannica’nın eli ayağı olmuşsun sanki.”

      Yusuf mutlulukla gülümsedi; sonra, iyice yüreklenerek, elinden tutup Brockhaus ciltlerinin önüne götürdü onu, birini alıp açtı, fazla bir açıklamaya gerek duymadan, derinlerden gelen, yumuşak ve uyumlu sesiyle, olağandışı yeteneğini bir kez daha gösterdi. Yunus, dostunun hem az da olsa bir yabancı dil daha bilmesine sevindi, hem bilgisinin yetersizliğine karşın gösterdiği büyük beceriye hayran kaldı, hem de, Refika hanımdan fazla olarak, becerisinin özellikle ansiklopedi tutkusundan kaynaklandığını anladı. Bir kahkaha daha kopardı.

      “Bu pazar öğle yemeğine bize gel, bizim evde ansiklopediye doyarsın!” dedi, kendisini arabayla aldırtmak için, evinin adresini istedi, arkadaşı yalnız başına sokağa çıkmaya alışkın olmadığından, annesiyle birlikte geleceğini söyleyince, biraz şaşırır gibi oldu, ama fazla duralamadı, “İyi ya, annenle gelirsin,” dedi. “O zaman, ikinizi de yemeğe bekleyeceğiz.”

      O pazar, öğleye doğru, Yunus’ların kocaman arabasından inip kapılarından içeri girdikten sonra, görkemli dairenin sahanlığında, Enis beyin gülümseyen yüzüne bakarken, onu öteden beri tanıyormuş gibi bir duyguya kapıldı Yusuf, bir tuhaf oldu. Aynı anda, Enis beyle annesinin bir an kaçamak biçimde birbirlerine gülümsediklerini ve kızardıklarını ayrımsadı. Sonra, birkaç adım ilerleyip de çevresine bakınca, evin eşyalarının olağanüstü büyüklüğü başını döndürdü. Kocaman masalar, geniş mi geniş koltuklar ve iskemleler devler ülkesinde bir eve düşmüş gibi bir ürperti uyandırdı içinde, sonra salonun tavanının yüksekliği, pencerelerinin biçimi ve boyutları şaşırttı onu, şaşkınlığını belli etmemek için başını önüne eğdi. Hiç böyle bir yer görmemişti, kolejin salonları ve eşyaları bile bu denli büyük değildi. Yunus hemen ayrımsadı şaşkınlığını, ağzını kulağına yaklaştırdı, “Bizimkiler hep kısa boyludur, ama evlerini ve eşyalarını büyük tutmuşlar,” diye fısıldadı. Yusuf yanıt verebilecek durumda değildi, gülümsemekle yetindi. Bir düşte ilerler gibi, kocaman salonun bir ucundan öbür ucuna yürüdüler. Önlerinde nerdeyse kendiliğinden açılan kocaman bir kapıdan geçip ikinci bir salona girdiler. Burada da tüm eşyalar aynı biçimde kocamandı, sanki bir kez bu koltuklardan birine oturma çılgınlığına kapılanlar hemen görünmez olacak ve bir daha dönmemesiye yaşamdan yalıtlanacaklarmış gibi bir ürperti uyandırıyorlardı insanda.

      Ama tam karşıdaki duvarda, bir boydan bir boya, tavandan döşemeye, oymalı dolaplar içinde, sıra sıra dizilmiş ansiklopedileri gördü, rahatlayıverdi; ona öyle geldi ki, ansiklopediler sıradan kitaplara göre neyse, bu ev de başka evlere göre oydu; Yunus’a doğru eğildi, “Burada her şey ansiklopedilere göre,” diye fısıldadı. Gözlemini dostu da doğrulayınca, sevindi. Yunus dolapları açtı, Yusuf değişik ansiklopedi ciltlerini elleriyle uzun uzun okşadı, hayran, hiç konuşmadan. Sonra, birdenbire, okşamakta olduğu eski meşin ciltlerin Encyclopédie ou Dictionnaire raisonné des sciences, des arts et des métiers’nin ciltleri olduğunu ayrımsadı, tepeden tırnağa titredi. “Olamaz, olamaz!” diye söylendi. Gözlerinin yaşardığını duydu. Ama çabuk topladı kendini, Diderot’nun büyük yapıtına, dünyanın tüm ansiklopedilerinin en şanlısına dokunmuş bir insan olarak, hiçbir şeyden fazla etkilenmedi artık: dostunun kendi evinden belki on kat daha büyük evi de, başka türden yaratıklar için yapılmış gibi büyük ve görkemli eşyaları da, dört kişilik bir sofra kurmak dünyanın en büyük olayıymış gibi durmadan oraya buraya koşuşturan özel kılıklı uşak ve hizmetçiler de fazla etkilemedi artık onu. Yunus, koluna girmiş, “İlk kez babamın dedesinin babası başlamış bunları toplamaya; söylendiğine göre, kaçığın biriymiş, ama sonunda herkes beğenmiş yaptığını, babam da içinde olmak üzere, herkes bir şeyler eklemiş, gene de bunca ansiklopediyi nasıl bir araya getirdiklerini hep merak ederim. Öteki kitapları sorarsan, onlar da hep ansiklopedilerde adı geçen kitaplardır,” diyordu, ama o dinlemiyordu bile, büyülenmiş gibi ansiklopediler ansiklopedisine dikiyordu gözlerini.

      Daha sonra, yemekte, çok uzun ve kocaman masanın bir yanına oturtulunca, hafiften ürperdiyse de, bayağı uzaktan bile olsa, dostunun kendisine gülümsediğini gördü, biraz olsun rahatladı. Bu yüzden olacak, tüm yemek süresince ona bakmayı yeğledi. Gene de, arada bir, belki yalnızca denetlenip denetlenmediğini anlamak için, gözleri Yunus’un babasından yana kayınca, üzülmüş ya da utanmış gibi, ama, hep derin bir hüzünle, annesine baktığını görüyor, içgüdüyle ürpererek başını önüne eğiyordu. Çevrelerinde dönen uşaklar da bayağı rahatını kaçırıyordu: sanki hep lokmalarını sayarmış gibi, tabakları boşalır boşalmaz hemen önlerinden alıyor, yerlerine yenilerini koyuyorlardı. Kimse karşı çıkamıyordu onlara, Enis bey bile. Yemeklere gelince, bu kadar lezzetlisini hiçbir yerde, hiçbir zaman yemediğini söyleyebilirdi, ama bunları tanıyabilecek, aralarındaki ayrımı saptayabilecek durumda değildi.

      Ne olursa olsun, iki arkadaş, bu arada büyükleri, bundan sonra tüm pazarlarını Maçka’daki dairede, birlikte geçirmeye başladılar.

      Bir süre büyüklerle oturduktan sonra, sanki kendi aralarındaki dostluk Refika hanımla Enis bey arasında da geçerliymiş gibi, onları baş başa bırakarak kitaplığa geçtiler hep. Burada, en sevdiği insanla baş başa olmanın mutluluğuna nerdeyse dünyanın tüm ansiklopedilerinin varlığının verdiği sevinç de eklenince, Yusuf kendinden geçti her seferinde, The New International Encyclopædia’nın, Grand Larousse Encyclopédique’in, Der Grosse Brockhaus’un, Universal Jewish Encyclopædia’nın, Enciclopedia populare’nin, Enciclopedia italiana di scienze, lettere ed arti’nin, İngilizler’in, Amerikalılar’ın, Fransızlar’ın, İspanyollar’ın, özellikle de İtalyanlar’ın daha birçok ansiklopedilerinin bez ya da meşin kapaklarını saygılı bir ürkeklikle okşadılar, boylarını ve kalınlıklarını karşılaştırdılar, zaman zaman da bir cildi usulca yerinden çekip sayfalarını ağır ağır çevirerek kâğıdın ve baskının niteliğini, düzenini ve kimilerinde gözün zor seçebildiği çizgilerden, kimilerinde doğayı bile kıskandıracak renklerden oluşmuş resimlerini incelediler, içeriği konusunda bir görüş edinmek için de uzunca bir madde seçip okumaya giriştiler. Sonra, daha Maçka’da buluştukları ikinci pazarda, Yunus her ikisi için de doyumsuz bir tür oyun çıkardı: biri bir ansiklopedi aldı, öbürü başka bir ansiklopedi: kentler, savaşlar, ünlü kişiler, büyük buluşlar konusundaki maddeleri karşılaştırdılar, sonra sıra birtakım kavramlara geldi. Gene bu ikinci buluşmada, Encyclopédie ou Dictionnaire raisonné

Скачать книгу