Bir Yolculuktur Aşk. Betül Ak Örnek

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Bir Yolculuktur Aşk - Betül Ak Örnek страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Bir Yolculuktur Aşk - Betül Ak Örnek

Скачать книгу

fark edip o ânda olması gerektiği gibi yaşamaya başladıkça tüm sistem elektriklenip harekete geçiyor, hücreler kendilerinin farkına varıyor. İçinde bulunduğumuz şimdinin en özel, tek ve en değerli ân olduğunun farkına varınca o artık sıradan olmaktan çıkıyor, en basit bir eylem bile anlam ve değer kazanıyor.

      Hayatımın yeni döneminde bana bu bilinci kazanmamda yardımcı olan Şimdinin Gücü kitabında şöyle diyordu;

      Hiçbir şey geçmişte vuku bulmamıştır, o şimdide vuku bulmuştur.

      Hiçbir şey gelecekte vuku bulmamıştır, o şimdide vuku bulacaktır.

      Zaman bir sihir dostlar, Yaradan bize bunu ayeti kerimede şu şekilde açıklıyor:

      “Allah, ‘Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?’ diye sorar. ‘Bir gün veya günün bir bölümü kadar kaldık; işte, saymakla görevli olanlara sor,’ derler. Allah buyurur: ‘Pek kısa bir süre kaldınız; keşke bunu (dünyada iken) bilmiş olsaydınız!’ ”

Mümin, 112-114

      Bu ayet, dünyadaki zaman kavramının bizim zihnimizde oluşan bir tasavvurdan ibaret olduğunu söyler. Gerçek dünyaya geçtiğimizde zaman algısı da değişmiş oluyor; öyleyse önünde sonunda tek gerçek şimdiyken o zaman neden bekliyoruz ki?

      Şimdi, elimizdeki en güzel ân…

      Şimdi, sonsuz…

      Şimdiler hiç bitmeyecek.

      Yarın ne yemek yapalım, tatilde nereye gidelim diye bir sene sonrasına plan yapmayı bırak! Annemi yarın ararım deme! Sevdiğimin gönlünü yarın alırım diye düşünme! Dün elimizden kayıp gitti, yarınlar ise bizim değil!

      Şimdi sev dost! Elinde başka zaman yok. O telefonu bir kere de uzaktaki akrabanın hâlini sormak için şimdi kullan! Vermek için çok olmasını bekleme bir ekmeğin, varsa böl ortadan, şimdi ver!

      Mutlu olmak için bir şey olmasını bekleme! Havada uçan kuşu görebildiğin için gözlerine, sevenin varsa varlığına, sağlamsan sağlığına şimdi mutlu ol! Ve bekleme doğru insanı mutlu etmek için, seçmeden, ayırt etmeden mutlu et ki ışıldayasın, güneşin herkesin üstüne doğması gibi aydınlat etrafını!

      Gönlünden gönlüne bir yol çiz! Gitmek için bekleme, valizini toplama; şiirlerin eksik, cümlelerin yarım kalsın! Bırak üstün başın dağınık olsun, oyalanma! Şimdi çık yolculuğuna! Ne zaman varacağını düşünme!

      Unutma, mutluluk yolun sonuna varmak değil, yolda olmaktır.

      Gitmek

      Ayın şavkı vururken suyun üstüne, Kısmet’le belediye bankına kuruluyoruz. Denizin üstündeki gemileri izliyoruz, tüm yüklerine rağmen batmadan yüzen koca demir yığınlarından başka bir şey değiller, çünkü insan değil, yük taşıyorlar.

      Gel gör ki benim derin düşüncelere dalmama yetiyorlar.

      Düşünüyorum.

      İnsan ruhunun değdiği her şeye duygu bulaşır çünkü Allah bize kendi ruhundan üfledi. Ondan bir parça sevgi bulaştı yüreğimize; biraz cesaret, merhamet ve güven bulaştı. Öyle güçlüydü ki bu duygu, soğuk bir metal parçasına bile türlü türlü anlamlar yükledi. Ona kendinden bir sıcaklık yükleyip sarıldı. Sonra ona tutunup gitti.

      Gitmeler hep acı verdi. Biz kendimize acı çektirmeyi istediğimiz için gittik. Gitmek ve acı sarmaş dolaş oldular. Oysa gitmek her zaman acı değildi; varmak için gidince insan, yolda olduğu her âna şükrediyordu. Önüne çıkan tüm acılara eyvallah deyip sinesine basıyordu.

      Peki gelmeden gitmek de neydi? Hangi acı ona gelmeden gitmeyi öğretmişti? Sanırım bir parçam onunla gittiği için kalbimin bir tarafı onda kalmış gibi düşünüp duruyordum gözlerindeki o buğulu hüznü. Ve gidişini… Gitmesi bu kadar acıtmazdı içimi, bir kez sesini duysaydım, tüm sesleri onunkine benzetirdim; bir kez de bana anlatsaydı hikâyelerini, ben tüm cümlelerimi ona kurar, hikâyelerinde kendime bir rol bulurdum. Bir kez adımı söylese, mıhlardım kulaklarıma da rüzgârın fısıltısında, kuşların cıvıltısında, çocukların sesinde onun ismimi söyleyişini duyar, avunurdum.

      Bir kez gelse bir ömür yeterdi de gelmeden gitmesi yüreğime oturdu.

      Emanet

      Sana artık saklamak istemediğim, içimden öylece katıksız gelenleri emanet ediyorum ey dost!

      Senin olarak değil, benim emanetim olarak gör, öyle anla… Bir kahvenin yanında süs değil, bir demlik çayın yanında yoldaş olsun.

      Emanetlerin en güzeliyle şereflendirildik, can yüküyle yüklenip mana doldurulduk. Mevlana’nın dediği gibi, insan sadece et ve kemikti; ne zaman ki düşündü, o zaman hayat buldu.

      Biri bir eşya verse, “Ben gelene kadar sana emanet, gelince senden alacağım,” dese gözümüz gibi bakar, dokunmaya çalışana kızar, “O bana emanet,” deyip saklarız. Ucuz ya da pahalı olması fark etmez, zarar görmesin diye kimsenin dokunmayacağı bir yere kaldırırız.

      Peki biz?

      Hiç düşünmeden sıktığımız canımız?

      Sürekli yorduğumuz düşüncelerimiz?

      İncittiğimiz duygular?

      Kırılan kalbimiz?

      Bize emanet değil mi?

      Biri kırmak istediği zaman kalbimizi kaldırsak ya yüksek bir yere, boş işler peşinde kıvranan düşüncelerimizin emanet olduğunu bilip boşa harcamasak, hele ki değmeyecek insanlara oyuncak ettiğimiz duygularımızı çekip alsak ellerinden…

      Beş kuruşluk eşyaya verdiğimiz değeri bizi bize emanet edene versek daha mutlu olur muyuz ey dost, ne dersin?

      O biliyordu bizim kendimize emanet olamayacağımızı, bizi bizden daha iyi tanıdı. O yüzden kendine emanet etmeyi öğretti.

      İşte bu yüzden… Allah’a emanet olun dostlar!

      Işıklar

      Karşı tarafın ışıkları yanıyor. İstanbul göz kırpmaya başlarken bu şehri terk etmenin vakti geliyor.

      Nasıl vedalaşılır bilmiyorum, hiç ayrılmadım.

      Işıklar göz kırpıyor.

      Bulutlar ağlamaklı…

      Boğaz sessiz…

      Nasıl gideceğimi bilmiyorum, hiç gitmedim.

      Işıklar parlıyor.

      Bulutlar telaşlı…

      Boğaz durgun…

      Nasıl ayrılacağımı bilmiyorum, hiç uzaklaşmadım.

      Bir otobüse

Скачать книгу