KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA İZDİVAÇ. H.RAHMİ GÜRPINAR

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA İZDİVAÇ - H.RAHMİ GÜRPINAR страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA İZDİVAÇ - H.RAHMİ GÜRPINAR

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      Hayriye Hanım: “Zehirliymiş. Dokunduğu kimseleri sam rüzgârı vurmuş gibi öldürecekmiş. Kibarlar, demir kapaklı mahzenlere girmeye hazırlanıyorlarmış. Fazlıpaşa’daki Binbirdirek’in26 tepe deliklerini kapatıp, parayla içine adam koyacaklarmış.”

      Emeti Hanım: “Parası olmayanlar ne yapacaklarmış?”

      Hayriye Hanım: “Parası olmayanları kim düşünür, ilâhî anne!”

      “Emeti Hanım: “Biz de bodrumu hazırlayalım bari. Deliği deşiği tıkanırsa mahzen gibidir.”

      Bedriye Hanım: “Bizde efendiyle gusülhaneye gireriz. Hiçbir yana penceresi yoktur.”

      Mebrure: “Anne, biz de kömürlüğü boşaltalım. Tekir’i de beraber alalım. Zavallı zehirlenmesin.”

      Hayriye Hanım: “Bu gece bütün mahalle kadınları Galip Beylerin evine toplanacaklarmış; orada bu kuyruklu hakkında bir konferans vereceklermiş.”

      Emeti Hanım: “Ha, işte tamam… Kontras montras diye o cingöz oğlanlar kadınları bir âlâ seyredecekler. Ben, o İrfan’ın ağabeysi Ragıb’ı bilmez miyim? Eskiden beri gökyüzüyle bozmuştur. Koca bir dürbünü vardır. Tahtaboşa27 çıkarıp da Ay’ı, yıldızları seyretmez miydi? Hani ya önceki idare zamanında, ‘Efendim, bu herif dürbünle Yıldız’a28 bakıyor,’ diye jurnal etmediler miydi? Bilmem kaç gün hapis yattı. Anasının yüreğine iniyordu. Sonra dürbünü mürbünü ortadan yok ettilerdi. Baksana, şimdi yine meydana çıkarmışlar.”

      Bedriye Hanım: “Herkeste bir telâş. Bakkal bile fitili almış. Sabun getirdiği zaman, neler söylediğini işitseydin güle güle bayılırdın.”

      Emeti Hanım: “Ne diyor kızım, ne diyor?”

      Bedriye Hanım, bakkalın söyleyişini taklide uğraşarak: “Bağa bah… Aman canım bavvv! Çatacahmış, batacahmış, maassâbirin deyip duruyor.”

      Ana kız, Bedriye Hanım’ın bu taklitçiliğine o kadar gülerler ki vücutlarının sarsıntısından ayaklarının altındaki çürük küfe göçerek ikisi de yere yuvarlanırlar.

      2

      İrfan Galip Bey, yirmi iki-yirmi üç yaşlarında, yeni edebiyat kuşağından; sinirli, güç beğenir; gururu, anlayış ve bilgisinden baskın… İstanbul okullarında, Avrupa ilim müesseselerinde okunan ilim ve fenne özgü kitaplardan burada da öğrenilebileceğine inandığı için, tabiat bilgisi ve felsefedeki derinleşmesinin ve tecrübesinin tamamını özel olarak elde etmiş. Şöhret kazanma hırsıyla inleyip, yirmi paralık haftalık dergilere bedava, büyük değerde satırlar kaleme almaktan usanmaz. “Venüs’e iniltili bir hediye” gibi aşk dolu yazılar yazar veya “Vicdan aydınlığı, ruh ve idealin işitilebilir bir aynasıdır” gibi fikir yüceliklerine boğulmuş; karanlık ama büyük, derin sözler… Bazen tutturur: “Bu kâinat içindeki benliğimin, varlığımın sınırıyla belli olması gerekir. O şey ki benden dışarıdadır. Ben, o değilim; fakat hissedebildiğim durumdaki bir şey, benliğimin dışında nasıl sayılabilir?” Sonra kitapları önüne açar. “Rationalite, realite, conscience, Le moi et non moi”29 ve benzeri kelimeleri açıklamanın enginliği içinde bunalır. Bir konu üzerinde derinleştikçe o şeyin aklındaki eski açıklığı da kaybolur. Büsbütün mana karanlıkları içinde kalır. Daha sonra en sade kelimelerin manalarını bile anlayamayacak bir hale gelir. Meselâ, işte manaca en basit olan bu “sade” tabiri öyle bir niteliktir ki bunu kullanırken manasını bildiğimizi zannederiz. Oysaki hiç de öyle değil. “Sade” ne demektir? Acaba kâinatta bunun tam karşılığını anlatacak bir zerre bulunabilir mi? Hesapta bir’i, geometride noktayı basit kabul ediyoruz; fakat bu, sırf bir varsayımdan ibarettir; gerçek değildir. Parçalardan meydana gelmeyen bir birimi tabiatta bulmak değil, bu kesinliği zihin bile kabul edemez. Nokta da öyle. Matematik ilimlerinin yapısının, bu temel gerçeklerin kesin olarak ispatlanması temeli üzerine kurulması gerekseydi matematik, ölçü olan bir’i nereden alıp belirleyecek? Kimyadaki basit cisimler denilen şeyler de böyle. Bir cismin yapı bakımından basitliği kabul edilse bile başka özellikleri bulunur, yani basit olamaz.

      İrfan, memleketine faydalı bir adam olmak için gerçekten çalışır; fakat memleketimizde en gayretliler için bile ciddî öğrenim, hemen hemen elde edilmez bir şey olduğundan, bir kısım zamanını böyle bilmediği ilim incelikleriyle geçirirdi. İlim yolunda elde ettiklerinden gurur duyardı. Birçok konuda yaşıtı olan başka gençleri sığ görüşlü sayar, gözlüğünün altından acır gibi bir küçümsemeyle seyrederdi. Yabancı kitaplardan öğrendiği yeni fikirleri, İstanbul’daki bu hayatına uygulamakta pek güçlük çekiyor ve felsefenin, filozofluğun, ilim ve bilginin temelini şikâyet zannediyordu. Hiçbir şeyden memnun değildi. Memleketinden, milliyetinden, ailesinden, hemen her şeyden şikâyetçiydi. Ev halkının, mahalle ahalisinin, kısaca başkentte yaşayanların cehaletlerinden pek bezmişti. Aksaray’daki evlerinin en üst katında seçtiği yazı odasının penceresinden Topkapı taraflarına doğru bazen ümitsizce, acı acı bakardı. Uzun ve âdeta iyileşmez görünen bir sefalet altında yıkılmaya yüz tutmuş, kararmış, çarpılmış evlerin; koyu koyu yosun tutmuş damlarından sızan kederden sıkılır; sonra duvarlarının üstünde, kiremitlerinin arasında biten dam korukları, kuzukulakları, yapışkanlarla âdeta birer türbeye dönmüş delikleri, kovukları kargalara, çaylaklara, baykuşlara yuva olmuş bu damların altında geçirilen o sefil, o gamlı hayatı düşünür; gözleri sulanır, o üzüntüyle bütün bu memleket halkına şöyle bir hitapta bulunurdu:

      “Ey hemşeriler! Niçin uyanıp bu sefalet tozundan silkinmeye uğraşmıyorsunuz? Kabahat herkesten çok, kendinizde… Siz, sizi bu cehalet ve geriliğe bağlayan fikirlere destek ve taraftarsınız. Fikirlerinizi gerçekten geliştirmeye uğraşanlara sövüp sayarak canlı, yeni, besleyici, güzel telkinlerini âdeta cinayet sayıyorsunuz. Onlar, sizin cahilce hor görünüşünüzden korkmasalar, lânetlemelerinizden çekinmeseler, kaç zamandır artık kangrene, kokuşmaya dönen bu derin gerilik yarasının kaynağını size pek büyük bir açıklıkla gösterecekler… Duyduğunuz her yeni fikre kızmayınız. Onları güzelce kabul etmek için anlama gücü kazanmaya uğraşınız.”

      Bu üzüntüyle İrfan, “Feylozofi Kontanporen”30 kitaplığının açık tirşe31 kaplı kitaplarını masasının üzerine döker, haftalarca çalışarak “Evrim Kanunu”na ait uzun bir makale yazar; fakat yayımlamak için gönderdiği gazetelerin hemen hepsinden uzunluğu, açıklıktan çok, yeniliğe uğraşılmış acayip bir üslûpla yazılmış olması bahanesiyle reddedilirdi. Sonra, “Evrim Kanunu” makalesini kabul lütfunda bulunmayan gazetelerin sayfalarında fikri üslûbundan bayat, ne bayağı yazılar görerek üzülürdü. Niçin böyle faydalı, ciddî makalelere rağbet eden yoktu? Hiçbir sağlam ilim temeline dayanmaksızın, hemen her gün, fikir ve üslûpça aynı bayağılıkta tekrarlanan adi şeyleri kötü bir alışkanlıkla okuyorlar, bu bayağı yazıların okuyucuları ilk bakışta anlaşılır olmayan bir tamlamaya, yabancı gelen yeni bir şiveye, bir zihin gücü harcamaya bağlı bir cümleye rastlamaktan neredeyse korkuyorlar. Beynin de tembel kalan başka bir vücut organı gibi zayıflayacağını bilmeyerek bilgilerini genişletmek, zihinlerini kuvvetlendirecek ciddîlikte okumaya

Скачать книгу


<p>26</p>

İstanbul’daki ikinci büyük su sarnıcıdır. Antik Bizans kaynaklarına göre dördüncü yüzyılda yapılmıştır. On altıncı yüzyıldan itibaren atölye olarak kullanılmıştır.

<p>27</p>

Farsça tahtepūş: Teras

<p>28</p>

Yıldız Sarayı

<p>29</p>

Akılcılık, Gerçekçilik, bilinç, ben ve ben olmayan

<p>30</p>

Philosophie contemporaine :Çağdaş Felsefe

<p>31</p>

(Far.) Yeşille mavi arası bir renk