KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA İZDİVAÇ. H.RAHMİ GÜRPINAR

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA İZDİVAÇ - H.RAHMİ GÜRPINAR страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA İZDİVAÇ - H.RAHMİ GÜRPINAR

Скачать книгу

durmadan dolanmaktadırlar. Her gezegenin, Güneş’in çevresinde, üzerinde döndüğü kabul edilen hayali daireye o gezegenin “yörüngesi” adı verilir. Şimdi bu, “uzay, gezegen, Güneş Sistemi ve yörünge” tanımlamalarına iyice dikkat etmenizi rica ederim; çünkü ilerideki tanımlamaların güzel anlaşılabilmesi için bu ilk tanımlamaların akılda tutulması gerekir. Güneş’i, büyük bir muma, ışığı güzel bir muma; gezegenleri de onun çevresinde dolanan pervanelere benzetirsek pek bayağı; fakat eskileri andıran bir şairlik yapmış oluruz. İçinizde hiç okumamış olan hanımların, pek sade de olsa bütün bu tanımlamalardan memnun kalmadıklarını anlıyorum. Güneş’in uzayda, çevresinde dönen gezegenleriyle beraber bir tarafa düşmeksizin öyle boşlukta nasıl asılı durduğunu çoğunuzun aklı almıyor değil mi? Hakkınız var. Biz bu dünyada o kadar yanlış hisler, zanlar içinde yaşarız ki bilimin bize gösterdiği büyük büyük varsayımları, gerçekleri, biz bu küçük aklımızla çevremizdeki ufak tefek eşyaya uydurarak, benzeterek hep yanılırız. “Düşmek” nedir? Bir kere bunu düşünelim. Sokakta giderken düşmek, pencereden düşmek, damdan düşmek, minareden düşmek, nihayet yangın kulesinden düşmek… Bizim için düşmenin en büyük ölçüsü bu değil mi? Haydi, bir baloncuyu birkaç bin metre kadar yüksekliğe çıktıktan sonra kazaya uğrayıp düştü kabul edelim. İşte bu kadar… Düşmenin bundan ilerisi, bilim dışında düşünenler için bilinmeyen bir iş… Ondan öteye gidilmemiş ki nasıl ve nereye düşüleceğini bilelim? Uzayın ucu bucağı olmadığını söyledikti ya… Şimdi bir cismi, uzay dedikleri bu boşluğun derinliklerine doğru sürüp götürelim. Yerküreyi kaybedecek kadar uzak bir mesafeye götürerek orada bırakalım. Şimdi bu cisim nereye düşecek? Her tarafı bizim aklımızın alamayacağı derecede bir genişlikle kuşatılmış. Hem “düşmek” denilince bu olayın yukarıdan aşağıya doğru olduğunu biliriz. Bizim için aşağılık, yukarılık yeryüzüne göre beliren bir şeydir. Yerküremizden onu kaybedinceye kadar uzaklaşınca aşağı, yukarı kelimelerinin manaları da bu uzaklıkla beraber kaybolmuş olur. Uzayın böyle bir noktasında mademki artık aşağı yukarı kelimelerinin manaları yoktur. Yukarıdan aşağıya hızlı inmek demek olan “düşmek” kelimesinin de bir anlamı kalmaz. “Etrafımız böyle uzayla, yani sonsuz bir boşlukla çevrili olan bir noktada yukarısı aşağısı yok; inmek çıkmak, düşmek yok; fakat bunlara bedel, genel çekim denilen bir kuvvet vardır. Kâinattaki her cisim, bu kuvvetin hükmü altındadır. Bu kuvveti bilimde şöyle tarif ederler: “Bu âlemde var olan cisimler birbirini, cevherleriyle düz orantılı, aralarındaki mesafenin karesiyle ters orantılı olarak çekerler.” Siz bu tariften hiçbir şey anlayamazsınız. Bu kanunların açıkça anlaşılabilmesi matematik bilgileri, mekanik bilgisi ve benzeri şeyleri bilmeye bağlıdır.

      İşte bu çekim kanunu uyarınca uzaydaki hesapsız güneşler, gezegenler, kendi hacimleriyle birbirlerine karşı olan uzaklıklarına oranla öyle bir düzen meydana getirmişlerdir ki, her zaman matematiksel bir düzen içinde dönerler. Bizim Güneşimiz, uzaydaki sayısız yıldız arasında önemi olmayan bir yıldızdır. Güneş, Yerküre’den bir milyon iki yüz yetmiş bin defa büyüktür. Bize pek büyük görünen bu dünyadan bir milyon iki yüz yetmiş bin kere büyük olan bir şeyin artık, olağanüstü büyüklüğünü düşünün; fakat uzayın sınırsız genişliği içinde bu koca cisim, kaybolmuş bir noktacık kadar önemsiz kalır. Güneşimiz, bulunduğu merkezden çekiminin görünmez ağı içinde tuttuğu gezegenlere güya hasretle kollarını uzatmış da onları çevresinde sapan taşı gibi çeviriyor sanılır. Bu gezegenler, Güneş’in çevresinde, kendilerini çeken bu ateş merkezine düşmeyecek kadar büyük; fakat tutkulu bağlılıklarını, o merkezi çekimden ayırıp, uzaya fırlayabilecekleri kadar bir merkezkaç kuvveti meydana getirmeye yetmeyecek bir hızla dönmektedir. Sizin anlayacağınız bir kuvvet, gezegenleri Güneş’e doğru düşürüyor, başka bir kuvvet de uzaya doğru itiyor. Bunlar ne Güneş’e ne de uzaya gidemediklerinden bu iki zıt kuvvetin tayin ettiği bir ortamda dolanıyorlar.

      Güneşin çevresinde sekiz gezegen vardır. Bunların hepsi kendi yörüngeleri üzerinde dolanırlar. Dünyamız üçüncü gezegendir. Yani Güneş’e bizden daha yakın Utarid37 ve Zühre38 adında iki gezegenden sonra bizim yörüngemiz gelir. En yakın olan Utarid’in Güneş’e uzaklığı 14.300.400 ve en uzak bulunan Neptün’ün 1.100.000.000 fersahtır. Bu saydığımız gezegenlerden başka Güneş’in kendinden pek fazla uzaklaşan uçarı tabiatlı birtakım gezegenleri daha vardır. Bunların yörüngeleri elips dedikleri şekildedir. Daha Türkçesi yumurtanın bir ucundan öteki ucuna olan uzun yuvarlağı biçimindedir. Güneş’in çekim kuvveti şimdilik son gezegen sayılan Neptün’de bitmez. Daha ondan öteye milyarlarca fersah mesafelere kadar sürer.

      Bu kuyruklu veya perçemli dediğimiz sürtük gezegenler, Güneş’ten çok fazla uzaklaşırlar. Uzaklaştıkça hızları azalır. Sonunda uzayın karanlık, donmuş, o sonsuz ayrılık gecesi içinde bir korku hissi ve sevgiliye hasretle sarılarak ağır ağır geri dönerler. Bu dönüş sırasında sevgilinin hasreti güya her saniye artan bir şiddetle yükselir, çekim büyür. Işığını ve ısısını gittikçe artıran bir hızla, ateş saçan bir aşkla uzayları yırtarak, yakarak sevgililerinin yakınına koşarlar, koşarlar; Güneş’e en yakın noktaya gelirler. Bunlardan bazıları, Güneş’teki atmosfere kadar yaklaşır, adeta alevlerine sürtünecek kadar sokulur. Bu yaklaşmayla sanki hasretlerini giderdikten sonra yine o uzun uzay yoluna atılırlar. Güneş gezegenlerinin yörüngelerinden birer birer atlayarak Güneş’in hükmünün geçtiği son sınır olan Neptün’ün yörüngesinden çıkarak uzay boşluğuna dalarlar. Açılırlar, açılırlar. Yörüngelerinin en uzak noktalarına ulaştıkları zaman Güneş’in manyetizması bunları yine birer birer o ihtişama ve sevgi yakınlığına davet eder.

      Kuyruğuyla bize dokunacağı söylentileri çıkan Halley yıldızı 1835 senesinde, yani bundan yetmiş beş sene önce yine Güneş’in yakınından, yörüngesinin en yakın noktası olan o sevgi mıknatısı noktasından geçmiştir. Var olan kayıtlara göre Halley’in, Güneş’in çevresinde her yetmiş beş senede bir, tam devir yaptığı anlaşılıyor.

      Bu sırada dinleyici hanımlar arasında bir gürültü kopar. İrfan Bey susar, kulak verir. Şu tartışmayı işitir:

      M – Aman sus, alık kadın.

      H – Ben niye olayım? Sensin alık.

      Se – İkinizin de onar paralık aklı yok.

      H – Kesin sesinizi de dinleyelim. Bakalım bey daha neler söyleyecek.

      L – A, burasını hamama çevirdiniz. Konferansı mı dinleyeceğiz, sizi mi? Bey anlattı, anlattı, tam kuyruğa geldi, artık patladınız, duramadınız.

      H – Öyle kardeş, öyle. Kuyruğu dünyaya çarpacağı zaman patırtıyı kopardılar…

      A – Merak etmeyiniz canım… Böyle lakırdıyla değil, küçük tövbede mi,39 yoksa aralık ayında mı gelip çarpacakmış? O zaman doya doya seyredersiniz.

      M – Biz bir söyledikse siz on söylüyorsunuz. Dünya’nın yuvarlak olduğuna, bu uzayın içinde top gibi dolaştığına Halime Hanım’ın bir türlü aklı ermiyor da onu erdirmeye çalışıyorum.

      L – Onun aklı ermiyor da bakalım senin ki eriyor mu?

      M – A, ben o kadar alık mıyım? Niçin ermeyecekmiş?

Скачать книгу


<p>37</p>

Merkür

<p>38</p>

Venüs

<p>39</p>

Ay takviminin altıncı ayı, cemaziyelahir