ARABA SEVDASI. Recaizade Mahmut Ekrem

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу ARABA SEVDASI - Recaizade Mahmut Ekrem страница 3

Жанр:
Серия:
Издательство:
ARABA SEVDASI - Recaizade Mahmut Ekrem

Скачать книгу

kendisi kurulmuş; diğerine de yakasının iç tarafındaki Terzi Mir markası yakından geçenlerin gözlerine çarpmakta olan pardösüsünü sanki gelişi güzel atmıştı.

      Masanın üzerindeki bir tepsinin içinde görünen bir arpa suyu kadehi, hemen bir saatten beri geldiği gibi dolu duruyordu. Genç bey ise, oturduğu yerde sol ayağı üzerine atmış olduğu sağ ayağını mızıkanın usulüne uygun bir hareketle sürekli oynatıyor ve o ayağı pek de küçük değilken fazlasıyla nazik, fazlasıyla biçimli gösteren Heral işi parlak botunun sivrice burnuna elindeki bağa10 saplı ve sapının üzerinde Fransızca M.B. harflerini gösteren gümüş markalı bastonuyla kesintisiz ardı sıra vuruyor ve en az, her beş dakikada bir kere, uçları altınlı siyah ipek bir şeride bağlı mineli saatini beyaz yeleğinin cebinden çıkarıp baktıktan ve sabırsızlıkla yerinden fırlayarak kapı tarafına doğru beş-on adım gittikten sonra yine sandalyesine dönerek önceki vaziyetini alıyordu. Genç beyin bu hâline dikkat edenler, kendisinin önemli bir bekleme rahatsızlığı içinde olduğunu düşünebilirlerdi.

      4

      Muhteşem Bihruz Bey, eski vezirlerden ölmüş olan (…) Paşa’nın oğludur. Vilâyetten vilâyete geçerek on beş sene kadar birbiri ardınca İstanbul’a ayak basmamış olan pederiyle küçük yaşlarında memleket memleket dolaştığından dolayı Bihruz Bey, bir çocuk için birinci derecede öğrenilmesi gereken bilgileri, on altı yaşına kadar öğrenememişti. Nihayet, pederinin görevinden alınması üzerine İstanbul’a dönüşünde oğlunun bir ortaokula kaydedilmesine nasılsa yardım edildi. Aradan altı ay geçmeden (…) Paşa, yine bir vilâyet valiliğine memur olup, İstanbul’dan tekrar ayrılmak zorunda kaldıysa da bu defa Bihruz Bey, tahsilinden geri kalmaması için validesiyle birlikte İstanbul’da bırakıldı.

      İki sene sonra Paşa, görevinden yine alınıp İstanbul’a geldiği zaman oğlunu kara cümleden,11 imlâdan, okumadan imtihan ederek, bilgisini yeterli derecede görerek tahsilini tamamlayıp da bir diploma alıncaya kadar okula devam ettirmeye gerek görmeyerek çocuğu, kendi arzusu üzerine Bâbıâli dairelerinden birine çırak ettirdi ve bey, tahsili artık doğal olarak yapılması gereken Fransızcayla beraber ikinci derecede gerekli görülen Arapça ve Farsçayı öğrenmek üzere Bihruz Bey’e başka başka maaşlı hocalar tayin etti.

      Bihruz Bey, ilk hevesle beş-altı ay kadar kaleme devam ederek daha Fransızca bir cümle okuyamadan ağızdan ezberlediği bir hayli kelime ve tamlamalarla en alafranga genç beylerin tavır, kıyafet, hâl ve hareketini taklitte gerçekten büyük bir yetenek eseri gösterdi.

      Bihruz Bey, ailesinin tek çocuğu olduğu için zaten pek şımarık büyümüştü. Pederinin serveti ve zenginliği, oğlanın her arzu ettiği şeye kolaycacık ulaşmasına uygun olduğu gibi gençliğin gereklerinden olan eğilimlerine de hiçbir taraftan, hiçbir şekilde engel olunmayan Bihruz Bey, sonraları kaleme gelip gitmeyi de pek seyrekleştirmişti.

      Kaleme gitmediği günlerdeyse saçlarını kestirmek, terziye kıyafet ısmarlamak, kunduracıya ölçü vermek gibi hiç eksik olmayan vesilelerle Beyoğlu’nda, ötede beride vakit geçirir; cumaları, pazarları da sabahleyin hocalarıyla yarımşar saat ders çalıştıktan sonra evden çıkar, akşamlara kadar gezinti yerlerinde dolaşırdı.

      Vilâyetlerde bulunduğu zaman en büyük zevki; sırmalı elbise içinde, midilli veya at üzerinde, arkasında çifte çifte uşaklarla sokak sokak gezip dolaşmaktan ibaret olan bu beyin İstanbul’a geldikten sonraki merakı üç şeye yöneldi ki birincisi, araba kullanmak; ikincisi, alafranga beylerin hepsinden daha süslü gezmek; üçüncüsü de berberler, kunduracılar, terziler ve gazinolardaki garsonlarla Fransızca konuşmaktı.

      Bey, kışları Süleymaniye’deki konaklarında, yazları da Küçük Çamlıca’daki köşklerinde ikamet ediyordu. Kendisi gibi zengin çocuklarının rağbet göstereceği hiçbir mesire yeri bulunmazdı ki bu beyefendi, en son modaya uygun şekilde giyinmiş olduğu hâlde bazen yağız ve bazen kır bir çift beygir koşulu dört tekerlek üzerinde üstü ve yanları açık süslü bir peykeden12 oluşan ve seyisin oturağının arkada bulunduğu arabasıyla orada hazır bulunmasın.

      Kışın, meselâ kışın soğuk günlerinin içinde açık bir hava görünce sırf süsünü bozmamak için sırtında dar ve ince bir ceket, dizlerinin üzerinde ise sırf süslü görünmek için kadife bir örtüyle Beyoğlu caddesinde, Kâğıthane yollarında araba kullanmak hevesiyle en şiddetli poyrazın karşısında tir tir titreyen Bihruz Bey, yazın da otuz-otuz beş derece sıcak günlerde Çamlıca, Haydarpaşa, Fenerbahçesi yollarında yine o hevesle en kızgın güneşin altında haşım haşım haşlanır; fakat bu azabı kendisine en büyük zevk sayardı. Bihruz Bey her nereye gitse, her nerede bulunsa amacı; görünmekle beraber görmek değil, sadece görünmekti.

      Nihayet, (…) Paşa’nın ölümü üzerine oğlu, bir anda yirmi sekiz bin liralık bir mirasa kavuşunca, hareketlerinde de serbest kalınca o büyük serveti az zaman içinde tüketecek zevk ve eğlenceye koyuldu; çünkü valide hanımefendinin oğlu hakkında eskiden beri hiçbir kararı, hiçbir tehdidi etkili olamazdı. Pederinin ölümüyle oğluna geçen servetin iyi idare edilmesi yolunda akrabadan bazı kişileri işe karıştırmak gibi tedbirlere girişmişse de sonuçsuz kalacağını anladığı gibi çocuğu tamamen kendi isteklerine bırakmak zaafını göstermiş ve fazla olarak genç beye o taraftan da bir sıkıntı çektirmemek üzere konağın mutfak masrafını ve hizmetlerinde tuttukları bazı emektar hizmetçilerin maaşlarını kendi gelirinden karşılamaya razı olmuştu.

      Mirasyedi beyefendinin kendi zevk ve eğlencesinden başka hiçbir masrafı olmadığı hâlde her ay eline geçen yüz elli lira kadar bir para, o eğlenceye yetmiyordu.

      Bu arada da beyin, Arapça ve Farsça hocaları birer birer aşağılandığından konağa gelmemeye başladılar. Sadece Mösyö Piyer adındaki Fransızca hocası, beyin karakterine göre şerbet veren kurnaz bir ihtiyar olunca onun, eskiden olduğu gibi devam etmesine izin verildi, hatta dört lira olan maaşı, altı liraya yükseltildi.

      Bütün mirasyedilerin düşündüğü gibi Bihruz Bey de servetini yemekle bitmez tükenmez zannediyordu. Bundan dolayı ulu orta giriştiği harcamalara nakitten başladı. Onlar bitince İstanbul tarafındaki en az gelir getiren dükkânlar birer birer elden çıkarıldı. Ardından, Beyoğlu’ndaki önemli mağazalara sıra geldi. Bunlar da elden çıkarıldı. Gelir adına, Galata’da bir han kalmıştı. Nihayet o da satıldı. Mülk olarak elde Süleymaniye’deki konakla Küçük Çamlıca’daki köşkten başka bir şey kalmadı. Bununla beraber, Bihruz Bey dalmış olduğu zevk ve eğlence yanlışlığında arabasıyla, hizmetçileriyle gösterişli bir şekilde koşmaya devam ediyordu; çünkü valide hanımın renk renk kadife kutular içinde çekmecelerde duran ziynet ve mücevherlerine henüz el sürülmemiş ve hanımın kendi sorumluluğunda bulunan diğer beş – on parça gelire ise hiç saldırılmamıştı.

      5

      Çamlıca Halk Bahçesinin açılacağını, civarla olan ilişkisi dolayısıyla doğal olarak herkesten önce haber alan Bihruz Bey, mart ayı gelir gelmez validesini zorlaya zorlaya yazlık köşke taşınmaya onu razı etmiş ve köşke taşınmalarının ertesi günü hemen jarden püblike (halk bahçesine) koşarak, içini ve dışını inceleyerek buranın pek a lâmod (moda) ve özellikle kendi arzusu yönünde süsünü göstermeye pek favorabl (uygun) bir promönad (gezinti)

Скачать книгу


<p>10</p>

Kaplumbağa kabuğundan yapılan.

<p>11</p>

Aritmetikteki dört işlemi anlatmak için alay yollu olarak kullanılır.

<p>12</p>

Peyke (Far.): Dar ve alçak tahta sedir