ARABA SEVDASI. Recaizade Mahmut Ekrem

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу ARABA SEVDASI - Recaizade Mahmut Ekrem страница 7

Жанр:
Серия:
Издательство:
ARABA SEVDASI - Recaizade Mahmut Ekrem

Скачать книгу

Çengi Hanım. Kel droldö nom (ne değişik bir isim)! Çengi… Bilinen dansözler; fakat bu kelimeyi isim olarak hiç işitmedimdi. Orijinal. Şu tuvalete bak! Şu yürüyüşe bak! Gerçekten bir Kalipso.19 Sanki Kalipso’yu adasından almışlar, yaşmaklamışlar, feracelemişler de şu bahçenin içine salıvermişler!”

      İşte Bihruz Bey bu yolda düşünür, düşündüğü kadar da mesut ve gururlu olurdu; çünkü önü sıra büyük bir naz ve işveyle yürümekte ve güzel yüzüne, zarafet ve kıyafetine yalnız erkekleri değil, kendi derecesinde süslü hanımları bile hayran etmekte olan Periveş Hanım’a beğenilme mutluluğu o kadar şık beyler içinde yalnız kendisine nasip olmuştu. Aslında, nazenin her adımda, beş-on kişiye kendisine yol açtırmak için yollarında durduğu hâlde bunların hiçbirisine bakışını çevirmeye bile tenezzül etmeyerek ve yalnız güzellikte, parlaklıkta kendisine rakip saydığı taze çiçekleri bakışının gördüğü en değersiz şey sayarak ilerliyordu.

      Bihruz Bey başarısından emindi. Yalnız, bir hatıracık ara sıra kendisini huzursuz ediyordu ki, o da – Keşfi Bey bahçede ise elbette görüleceğinden – sarışın hanımın ona karşı nasıl davranacağının endişesiydi. Çalgı yerine kadar Keşfi Bey görünmedi. Bihruz Bey’in de mutluluk göğünün ufkundaki o karanlık hatıra bulutu yavaş yavaş dağılmaya başladı. Biraz daha ilerlediler. Burası kalabalık değildi. Bihruz Bey adımlarını sıklaştırdı, hanımlara yetişti. Bu şekilde davranmaktaki maksadı, sarışın hanımı bir daha nerede ve ne zaman görmenin mümkün olacağını sormaktı. Sarışın hanım buna meydan vermeksizin Çengi Hanım’a hitaben: “Burası pek güzel. Pek hoşuma gitti. Gelecek cumaya da gelelim, hem doğruca buraya girelim,” dedi.

      Bunun üzerine Bihruz Bey: “A kelör (saat kaçta)? Pardon efendim, saat kaçta?” der demez geriden doğru bir, “Haset! Haset!” bağırtısı geldi. Hepsi birden döndüler, baktılar. Bunu söyleyen oracıkta ağaçlarla çevrili bir tarhın içinde yalnız oturmakta olan Keşfi Bey’di. Hanımlar, bağıran kişiyi görünce birbirlerine bir şey söylediler, gülüşmeye başladılar. Bu sırada aşağıdaki kapıya da varmışlardı. Bihruz Bey’in “Saat kaçta?” sorusu cevapsız kaldı.

      Hanımlar kapıdan çıktılar. Lando, önceden aldığı emir üzerine oraya gelmişti. Arabacı, yerinden indi, arabanın kapısını açtı, hanımlar içeriye girer girmez kapı, tak diye kapandı. Arabacı yerine çıktı, ardından bir kırbaç şakırtısı işitildi, lando süratle aşağıya doğru yürümeye başladı.

      11

      Bihruz Bey bu dakikada pek talihsizdi. Keşfi Bey’in o şekilde haykırması, hanımların o şekilde gülüşmesi, sorusunun cevapsız kalması; arabacının, o teresin de landonun kapısını açmakta, hanımları alıp gitmekteki hızı, nihayet sarışın hanımın arabadan bakıp da bir adiyöcük (hoşça kal) bile demeksizin çıkıp gitmesi zavallı beye pek tesir etti.

      Bu aşırı üzüntü(nün) şaşkınlığı içinde birden bire aklına landoyu takip etmek fikri geldi. Kapının yanında bağcı kılığında iki kişi durmuş, konuşuyorlardı. Onlara bakarak sertçe bir tavırla: “Mon ekipaj (arabam nerede)?” dedi ve muhatapları tarafından hızlı bir hareket bekledi; fakat herifler bundan bir şey anlamadıklarından birbirlerine şaşkınlıkla bakmaktan başka hiçbir şey yapamadılar. Bihruz Bey’in buna da canı sıkıldı. Artık, kendi gözleriyle arabasını aramaya başladı. Hâlbuki yukarıdaki kapıdan bahçeye girdiği zaman ekipajı (arabayı) aşağı kapıya getirmesini koşeye (arabacıya) tembih etmemişti. Onun için araba, kendisini bıraktığı yerde bekliyordu. Sarışın hanımın ardı sıra bir kere bahçeden dışarı çıkmış bulunduğu için şoseden yukarı koşarak yürümek istediyse de birbiri ardınca gelmekte olan arabaların kalabalığından ve özellikle sarı bir bulut gibi havaya yükselmekte olan tozun çokluğundan ürktü. Bahçeye tekrar girdi. Aceleyle, giriş ücreti vermeyi unutmuştu. Yapılan uyarı üzerine elini cebine soktu, bir mecidiye çıkardı, para alan adama fırlattı. Mecidiyenin üstünü almaya zaman yoktu. Koşar gibi bir hızla yürürken Keşfi Bey’i biraz önce gördüğü yerde göremeyince hızını daha da artırdı. Bu ara, yolunun üzerinde karşılaştığı süslü bir madamanın elbisesine bastı, yırttı. Telâşından zarara uğrayan kişinin cinsiyetini ve özellikle yabancılığını düşünemeyerek, “Pardon monşer” dedi, geçti. Biraz daha ötede, bir tepsi içinde kahve ve bira götürmekte olan garsona çarptı, tepsiyi yere düşürdü. Şişeler kırıldı. Dökülen kahveler, biralar kendisiyle beraber kadın, erkek birkaç kişinin daha üstüne başına sıçradı. O yine koşup gidiyordu. Garson: “Beyefendi, Beyefendi! Bizim zararlar ne olacak?” diye haykırmaya ve arkasından koşmaya başladı. Çaresiz, bunun için de jilesinin (yeleğinin) cebinden bir altın çıkardı, garsona doğru attı. Bu arada, tanıdığı bir kişiye rast geldi. O kişi bir şey söylemek, bir şey anlatmak için onu, yolundan alıkoymak istediyse de bey: “Je afer! Je afer! Je süi prese (meşgulüm, meşgulüm! Acelem var)!” diyerek bundan da kurtuldu. Hele güç belâ kapıdan çıktı, arabasını buldu. Par malhör (ne yazık ki) arabacı, hayvanların önüne birisini bırakarak ufak bir işi için bir tarafa gitmişti. Bihruz Bey, arabacının dönmesini beklemedi. Hemen yerine çıktı, terbiyeleri eline aldı, hayvanları kırbaçladı. Aşağıya doğru mümkün olan hızda gitmeye başladı.

      Yolun üzeri arabalar, hayvanlar, insanlarla hıncahınç dolu olduğundan Bihruz Bey, dakikada bir durmaya mecbur oldukça sabırsızlığından çok fazla sıkıldı. Hele aşağıdaki kapıyı da buldu. Oradan ötesi tenhacaydı. Arabayı alabildiğine koşturarak Tophanelioğlu mevkiine geldi, birdenbire durdu; çünkü burada karşısına çıkan dört yoldan hangisine gitmek gerektiğini önceden düşünüp kararlaştıramamıştı. Burada daha fazla sıkılmaya başladı. İki dakika kadar durduktan sonra Beylerbeyi’ne inen yolu tutturdu. İstavroz20 üzerlerine kadar bir koşu gitti. Landodan bir iz bile bulamadı. Oradan döndü. Bağlarbaşı, Nuhkuyusu yolundan Haydarpaşa’ya indi. Landodan yine eser bulamayınca bütün bütün ümidini yitirdi.

      Bu esnada vakit de on ikiyi geçmiş, yarıma geliyordu. Çaresiz, Koşuyolu’ndan ağır ağır giderek büyük bir üzüntüyle köşküne döndü. Doğruca odasına çıktı. Fesini bir tarafa attı, eldivenlerini çıkardı. O ara, “Mösyö e servi e Mösyö Piyer e la (mösyö, yemek hazır, Mösyö Piyer de orada),” diye gelen uşağı Mişel’i bir azarla savdıktan sonra masanın üzerinde bir tabak içinde duran Frenk sigaralarından birisini aldı, tepesini dişiyle kopardı, sigarayı lambadan yaktı. Kanepeye geçti, oturdu ve sigaranın, tavana doğru yükselmekte olan mavi dumanını gözleriyle takip ederek üzüntüyle düşünmeye başladı.

      12

      Periveş Hanım’la arkadaşı Çengi Hanım’a gelince: Bunların terbiye ve faziletçe içyüzleri, bahçede lakın (gölün) yanında Bihruz Bey’e karşı gösterdikleri lâubali tavırlardan ve biraz aşağıda aktarılacak konuşmalarından anlaşılır.

      Burada yalnız şunu anlatmak gerekir ki Periveş Hanım -Bihruz Bey’in yakıştırdığı gibi – öyle şerefli bir aileye, asil bir hanedana mensup olmadığı gibi, ikametgâhının bulunduğu yer de Bihruz Bey’in tahminlerine uygun olmak üzere kibar tabakasına özgü olan yerlerde değildi.

      Kaşıkçı esnafından Sakin Ağa isminde, namuslu bir adamın kızı ve arzuhâlcilikle geçimini sağlayan Mağmum Efendi adında onurlu bir kişinin karısı olan Periveş

Скачать книгу


<p>19</p>

Homeros’un, Odysseia destanında adı geçen gizemli tanrıça.

<p>20</p>

Bizans döneminde İstavroz Bahçeleri olarak bilinen yer; Beylerbeyi