ARABA SEVDASI. Recaizade Mahmut Ekrem

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу ARABA SEVDASI - Recaizade Mahmut Ekrem страница 4

Жанр:
Серия:
Издательство:
ARABA SEVDASI - Recaizade Mahmut Ekrem

Скачать книгу

sarıya boyanmış, yan tarafları beyin isim ve lâkabının ilk harflerini bulunduran yaldızlı birer markayla süslenmiş; tekerleklerinin çubukları incecik; fakat kendisi fazlasıyla yüksek, zarif ve nazik; bayağı bir tabirle kız gibi bir şeydi. Cinsinin en güzellerinden olan kır hayvanlara gelince; bunların da gerek boyları, gerek renkleri arabayla uyum içinde olduğu gibi koşum takımı da tabi ki en iyisindendi.

      Mevsimin modasına göre bazen koyu, bazen açık renkte gayet dar elbisesi, bal renginde eldivenleri… Küçük fesiyle yan taraftan yüzünün yarısı, Frenk gömleğinin dimdik duran yüksek yakasıyla örtülmüş… Bileğinden aşağıya, ellerinin yarısından fazlası, yine o gömleğin uzun kolları içinde saklanmış olduğu hâlde Bihruz Bey, arabanın ön tarafında bulunarak hayvanların terbiyesini tutar; parlak düğmesi, lâcivert setresi,13 malta renginde açık ve dar pantolonu, diz kapaklarına kadar çıkan uzun konçlarının yukarıdan tersine kıvrılmış tarafı beyaz, oradan aşağısı siyah çizmeleri ve beyinkinden daha açık büyücek fesiyle seyis de kendi yerinde oturarak beyefendinin hareketlerine dikkat ederdi.

      Bundan dolayı Bihruz Bey’in ekipajı (arabası) yukarıda tarif edildiği gibi bahçenin etrafını sürekli ve karşılıklı dolaşan hareketli zincirin en güzel birinci halkası sayılmaya lâyıktı.

      Bihruz Bey bahçe gezintisinde araba kullandığı zamanlar bir kimseyi çiğneyip de bir kaza çıkarmamak, arabayı bir yere çarptırıp da bir sakatlığa meydan vermemek için kendi hayvanlarının ve özellikle öndeki ve gerideki arabaların hareketlerine dikkatini vermek zorunda olduğundan dolayı hiçbir şey göremez, hiçbir kimseye bakamazdı. Ancak, görmek, bakmak da istemezdi; çünkü amacı yine, süs ve gösteriş olan arabasıyla, gezinenler içinde birinciliği elde etmekten ibaret olarak bu amacın gerçekleşeceğinden de kendisi tamamıyla emindi. Şu kadar ki o kıyafette, o vaziyette ve özellikle o kalabalık içinde saatlerce araba kullanmak yorgunluğuna katlanamadığından; hem dinlenmek hem de ekipajının (arabasının) izleyenlerde ortaya çıkardığı efeyi (etkiyi) bizzat görmek için ara sıra bahçenin üst tarafındaki meydancığın – gelen geçen arabaları görmeye, içindekileri seçmeye uygun – bir noktasında arabasını durdurur ve bazı zaman da arabadan inerek bahçenin içerisinde bir tur yapmaya da heveslenirdi.

      Yine bir defa, arabanın içinde o şekilde sürekli dolaşıp, etrafı izleyerek eğlenirken kalem arkadaşlarından kendisi gibi epeyce süslü; fakat arabalı değil, hatta hayvanlı da değil; yaya olan genç bir bey, Bihruz Bey’in arabasına yaklaşarak beyefendiye, a la mod (modaya uygun), yani kısacık bir selâm vererek el de verdikten ve arabanın, hayvanların övgüsüne ilişkin birkaç sözden sonra Bihruz Bey’in daveti üzerine arabaya çıktı, ötekinin yanına oturdu.

      İki arkadaş hem konuşuyorlar hem de gözlerinin önünden geçmekte olan arabaları seyrediyorlardı. Bu arabalardan bir tanesi ikisinin birden dikkatini çekti; çünkü bu araba, bir çift güzel doru beygir koşulu büyücek, yeni bir landoydu; çünkü landonun sieji (oturağı) üzerinde özel bir dikkatle oturmakta olan koşe, yani arabacı, parlak düğmeliydi; çünkü landonun içinde bulunan iki beyaz baştan biri, beylerin bulundukları noktaya gelince arabadan dışarıya doğru özel bir tavırla uzanarak ilk önce arabaya, hayvanlara; sonra da beyefendilere eğilerek başka bir dikkatle bakmıştı.

      Lando ikinci defa geçtiği sırada o beyaz baş yine önceki hareketi tekrar edince Bihruz Bey, söze başlayarak iki genç arasında şu konuşma geçti:

      “Tre şik (çok şık)!”

      “Trez elegant (çok zarif)!”

      “Monşer, kimin bu lando?”

      “Landoyu tanıyamadım.”

      “E la blond (ve sarışın)?”

      “Blond’u tanıyacağım gibi.”

      “Kim bakayım?”

      “Fakat pek sür (emin)değilim. Bilmem benzetiyor muyum?”

      “Kem port dit (ne önemi var)!

      “Zannederim ki bizim köyden. Belki de bizim kartiyeden (mahalleden).”

      “Drol (tuhaf)! Dünyada ne kadar güzel varsa hepsi de sizin köyden mi olur?”

      “Hepsi değil, ama bazıları. Ne zannettin ya. Bizim köy cennetten bir parça. Bunlar da hurileri.”

      “Fenerbahçesi’nden dolayı mı?”

      “Hayır, Kuşdili’nden dolayı!”

      “Ben o dilden anlamam. Fener âlemi nasıl gidiyor? Mond (kibar takımı)geliyor mu?”

      “Ne gezer! Sizin bu jardeniniz (bahçeniz) yok mu? Papazın bağını da kuruttu. Fener’in parlaklığını da söndürdü. Moda’yı da eskitti. Şimdi buradan başka her yer dezer (çöl)!”

      6

      Arkadaşıyla bu konuşmayı yaptığı kısa süre içerisinde Bihruz Bey’in zihninden bir sürü düşünce geçmişti.

      “Ne münasebet? Kadıköyü gibi burjuva kartiyede (mahallesinde) bu derece şık bir ekipaj (araba) bulunsun. Ne münasebet? Orada olanlar hep bilindik. Blondu (sarışını) tanırım demesi de ağız. Tanısaydı öyle mi dururdu? Oh! Kelbote divin (ne ilâhî bir güzellik)! Sürtu kel gu ekselan (özellikle ne seçkin bir tat)! Benim ekipaja (arabaya) ne kadar dikkatli bakıyordu! Güzel yaratılışlı olduğunu bu da ispat etmez mi? Acaba kimdir bu? Şüphesiz ün jön fiy blond (sarışın genç bir kız); lâkin şu Keşfi’yi nasıl savayım? O zaman çabuk anlaşılır. Bakalım iltifat bana mıymış, yoksa ona mı? Kim olduğunu öğrenmek kolay. Takip de eder, gittiği yeri görürüm.”

      Şu düşüncelerinden de anlaşılır ki Bihruz Bey, landonun Kadıköyü tarafından olduğuna ihtimal veremiyor ve arkadaşı Keşfi Bey’in: “Landoyu her ne kadar tanımasam da sarışın hanımı bileceğim,” yollu sözünü – hanıma birlikte bakıyor olmaları sebebiyle – bir çeşit sakınmaya yormakla beraber, bu konuda şüpheden tamamen uzak olamıyordu.

      Landoyu, Kadıköyü’ne yakıştıramıyordu; çünkü alafranga beylerle çok birlikte olması sayesinde, ortaya çıkardığı bazı garip fikirlerinden dolayı Bihruz Bey, İstanbul’la çevresindeki bölgeleri ve mahalleleri birincisi, kendisi gibi noblese; yani soylu ve seçkinlerden olan sivilise (medeni) kibara; ikincisi, burjuva sınıfına yani medenî fikirlerden o kadar nasibi olmayan kaba yaratılışlı, orta hâlli halka; üçüncüsü, esnaf takımına özgü olmak üzere üç sınıfa ayırmış ve Kadıköyü’nü birinciye geçirmek lâzım gelirken her nasılsa ikinci sınıfa sokmuştu.

      Arkadaşı Keşfi Bey’in “Sarışın hanımı tanırım,” demesini gerçekten çok, yalandan bir tedbire yormasındaki sebep ise şuydu: Güya Keşfi Bey, bu cilveliye kur yapacak olursa – kendi köyünden olduğu ve zaten tanıdığı için – Bihruz Bey’in bir şey demeye hakkı ve rekabete kalkışmaya yüzü olamayacak. Oysaki Bihruz Bey nerede, Keşfi Bey nerede? İkisinin arasında asaleten, uygunluk ve zarafet olarak şahsen var olan fark, Küçük Çamlıca ile Kadıköyü arasındaki fark kadar büyüktü. Landonun seçkin koltuğunu süsleyen cilvelinin bu farkı

Скачать книгу


<p>13</p>

Setre (Ar.): Eskiden daha çok resmî dairelerde giyilen, düz yakalı, önü ilikli, etekleri uzunca, Avrupa kesimi bir çeşit çuha ceket