On İki Hikaye ve Bir Rüya. H G Wells
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу On İki Hikaye ve Bir Rüya - H G Wells страница 1
On İki Hikâye ve Bir Rüya
Filmer
Doğrusunu isterseniz uçuş hâkimiyeti binlerce insanın işiydi. Bu adam bir öneri ve bir deneydi, ta ki işi nihayete erdirmek için en sonunda tek bir sağlıklı entelektüel çabaya ihtiyaç duyulana kadar. Ama popüler zihnin acımasız adaletsizliği, tıpkı Watt’ı buhar makinesinin ve Stephenson’ı da buharlı lokomotifin kâşifi olarak onurlandırmayı seçtiği gibi, bu binlerce kişi arasından tek bir kişinin ve hiç uçmamış bir adamın kâşif olarak seçilmesi gerektiğine karar verdi. Elbette bu isimlerden hiçbiri, dünyanın nesillerdir kafa bulandıran ve biraz da korkutan sorununu çözen çekingen, entelektüel yaratık Filmer kadar, barışı ve savaşı, insan yaşamının ve mutluluğunun neredeyse tüm koşullarını değiştiren o tuşa basan adam kadar gülünç ve trajik biçimde onurlandırılmamıştı. Biliminin büyüklüğü karşısında bilim insanının küçüklüğüne dair bu tekrarlanan mucizenin böylesine mükemmel bir başka örneği daha yoktu. Filmer’la ilgili pek çok şey son derece belirsizdir ve öyle de kalmalıdır. Filmer gibiler, Boswell’lerin dikkatini çekmez ancak hayatlarıyla ilgili temel gerçekler ve sonuç yeterince açıktır. Ayrıca harfler, notalar, ara sıra yapılan göndermeler de parçaları birleştirip bütüne ulaşmak için yeterlidir. Bu da, Filmer’ın bahsi geçen şeyleri bir araya getirerek ortaya çıkarılan yaşam ve ölüm hikâyesidir.
Filmer’ın tarih sayfalarındaki ilk özgün izi, Güney Kensington’daki hükümet laboratuvarına fizik alanında burslu öğrenci olarak girmek için yaptığı kabul başvurusudur. Orada kendini Dover’daki “askeri bir çizmeci”nin (bayağı dilde “pabuççu”) oğlu olarak tanıtır ve kimya ile matematik alanındaki yüksek becerisine dair çeşitli sınav kanıtları sunar. Belli bir haysiyet arzusuyla, bir yoksulluk ve dezavantajlarla bu kazanımları elde etmeye çalışır ve laboratuvar hakkında “hırslarının cezaevi” diye yazar, bu da kendisini yalnızca kesin bilimlere adadığı iddiasını güçlendiren bir gaftır. Belge, Filmer’a bu can attığı fırsatın verildiğini gösterecek şekilde onaylanmıştır; ancak çok yakın zamana kadar hükümet kurumunda başarısının herhangi bir izine rastlanmaz.
Ancak şimdilerde, iddia edilen araştırma hırsına rağmen Filmer’ın bursu almasının üzerinden henüz bir yıl bile geçmemişken, güncel gelirinde küçük bir artış ihtimali nedeniyle, tanınmış bir profesörün solar fizik alanında vekâleten yürüttüğü kapsamlı araştırmalarında – ki bu araştırmalar astronomlar için hâlâ bir şaşkınlık konusudur – çalışıp saatine dokuz peni alacak hesap elemanlarından biri olmak uğruna bursu bıraktığı ortaya çıkmıştır. Sonrasında, yedi yıllık bir süre boyunca, Londra Üniversitesi’nin, Filmer’ın matematik ve kimyada yavaş yavaş birinci sınıf bir B. S.’ye yükseldiğini gösteren geçiş listeleri dışında nasıl bir yaşam sürdüğüne dair herhangi bir kanıt yoktur. Kimse nerede ya da nasıl yaşadığını bilmemektedir ama bu yükseliş için gereken çalışmaları devam ettirirken ders vererek geçimini sağlamaya devam etmesi kuvvetle muhtemel görünmektedir. Sonra, oldukça tuhaf bir şekilde, şair Arthur Hicks’in yazışmalarında adının geçtiği görülür.
“Filmer’ı hatırlarsın,” yazar Hicks, arkadaşı Vance’e; “Eh, biraz olsun değişmedi, hâlâ aynı düşmanca mırıltılar ve o iğrenç çene – bir insan nasıl her an üç günlük tıraşla gezmeyi başarabilir ki? – ve insanın karşısına gizlice çıkan gizemli havalar; montu ve yıpranmış yakası bile geçen yıllardan bir iz taşımıyor. Kütüphanede bir şeyler yazıyordu ve ben de Tanrı’nın merhameti adına yanına oturdum, bunun üzerine beni notlarının üzerini örttüğüm için kasten aşağıladı. Görünüşe bakılırsa elinin altında parlak bir araştırma var ve onca insan varken benim onu çalacağımdan şüpheleniyor – hem de Bodley Booklet baskısıyla! Üniversitede kayda değer şeref nişanları kazandı, sanki acelesi varmış gibi, o her şeyi anlatmadan araya girmemden korkarmış gibi anlattı. Sonra da sanki taksi çevirmekten bahsedermiş gibi doktorasını alacağından bahsetti. Sonra benim ne yaptığımı sordu – kıyaslarmış gibi bir tondaydı ve bir kolu gerginlikle uzayarak koruyucu bir edayla değerli fikri saklayan kâğıdın üzerine gitti – şu ümit verici fikir…
‘Şiir,’ dedi, ‘Şiir. Peki bununla ne öğrettiğin iddiasındasın, Hicks?’
Tam da yeniyetme bir taşra profesörü adayından beklenecek laf. Tanrı’ya bana lütfettiği tembellikten dolayı binlerce kez şükrediyorum yoksa ben de bilim insanı olma yolunda yıkıma sürüklenebilirdim.”
Keşfedilmeye başladığı dönemde ya da onun hemen öncesinde Filmer’ı anlattığına düşünmeye meyilli olduğum tuhaf, kısa bir hikâye… Hicks, Filmer için bir taşra profesörlüğü beklerken yanılmıştı. Onu bir sonraki görüşümüzde Sanat Cemiyeti için “kauçuk ve kauçuk ikameleri” üzerine ders vermektedir –büyük bir plastik fabrikasının yöneticisi olmuştur – ve o dönemde, artık bilindiği üzere, Havacılık Cemiyeti’nin bir üyesidir. Gerçi, bu topluluğun tartışmalarına hiçbir katkıda bulunmamış, şüphesiz herhangi bir dış yardım almadan büyük anlayışını olgunlaştırmayı tercih etmiştir. Sanat Cemiyeti’nde sunduğu makaleden sonraki iki yıl içinde, aceleyle bir dizi patent almış ve uçan makinesini mümkün kılan farklı araştırmaların tamamlandığını bir dizi itibarsız yolla ilan etmiştir. Bu yöndeki ilk kesin açıklama, Filmer’la aynı binada kalan bir adamın ajansı aracılığıyla yarım kuruşluk bir akşam gazetesinde yayımlanır. Uzun süre uğraş verdikten ve gizlice sabrettikten sonraki son acelesi, gereksiz bir panik yüzündendir, zira adı çıkmış Amerikalı bilim şarlatanı Bootle, Filmer’ın yanlış yorumladığı ve fikrinin ondan önce gerçekleştirileceğini sanmasına neden olan bir duyuru yapmıştır.
Peki Filmer’ın fikri tam olarak neydi? Aslında oldukça basit bir fikirdi. Onun döneminden önce, havacılık uğraşları ikiye ayrılmıştı: Bir tarafta, havadan daha hafif, yükselmesi kolay, inişi güvenli ancak harekete geçmek için çaresizce esinti bekleyen büyük balon mekanizmaları; diğer taraftaysa sadece teoride uçan, ağır motorlarla çalışan, geniş, yassı ve çoğunlukla ilk inişte parçalanan havadan daha ağır yapılar geliştirilmişti. Ancak, kaçınılmaz nihai çöküşün onları imkânsız kıldığı gerçeğini göz ardı ederek, uçan makinelerin ağırlığı onlara bu teorik avantajı, yani hava seyrüseferinin herhangi bir pratik değeri olması için gerekli bir koşul olan rüzgâra karşı havada uçabilmelerini sağladı. Balon ve ağır uçan makinenin karşıt ve şimdiye kadar uyumsuz niteliklerinin, havadan daha ağır veya daha hafif olması gereken tek bir cihazda birleştirilebileceğini algılaması Filmer’ın özel başarısıdır. Balıkların büzülebilen hava keselerinden ve kuşların hava boşluklarından ipuçları aldı. Şişirildiğinde uçuş aygıtını kolaylıkla kaldıran, etrafına örülü karmaşık “kas sistemi” tarafından çekildiğindeyse neredeyse tamamen yapı iskeletinin içine çekilip büzülebilen, bütünüyle kapalı sistem balonlardan oluşan bir plan tasarlamıştı. Kurduğu sabit ve içi boş borulardan oluşan geniş iskeleti bu balonlar taşıyordu. Ustaca yapılan düzenek sayesinde borulardaki hava, aygıt alçaldıkça otomatik olarak dışa pompalanıyor ve pilotun dilediği süre boyunca boş kalıyordu. Makinesinde, önceki tüm uçaklarda bulunan kanatlar veya pervaneler yoktu; ihtiyaç duyulan tek motor, balonları büzmek için gereken kompakt, güçlü, küçük bir cihazdı. Tasarladığı bu aygıtın, iskeletin boşaltılması ve balonların şişmesiyle hatırı sayılır bir yüksekliğe çıkabileceğini, daha sonra balonların büzülmesiyle iskelete hava girebileceğini ve ağırlıkların da ayarlanmasıyla havada istenen herhangi bir yöne kayabileceğini düşünüyordu. Alçalırken hızını artıracak, eşzamanlı olarak da ağırlık kaybedecekti; düşüşüyle kazanılan devinim, balonlar şiştikçe ağırlıklar kaydırılarak makineyi tekrar yukarı itmek için kullanılabilecekti. Hâlâ tüm başarılı uçan makinelerin yapısal anlayışı olan bu anlayışın gerçekte hayata geçirilebilmesi için ayrıntıları üzerinde çok fazla çaba harcanması gerekiyordu ve bu, Filmer’ı zorluyordu. Filmer, ününün zirvesinde çevresine toplanan sayısız muhabire söylemeye alışkın olduğu gibi “seve seve ve bolca” çaba sarf ediyordu. Karşılaştığı en büyük zorluk, kasılma balonunun elastik astarıydı. Yeni bir maddeye ihtiyacı olduğunu keşfetti ve sahip olduğu bu yeni maddenin keşfinde ve üretiminde, muhabirlere yorulmak bilmeden defalarca anlattığı gibi, “dışarıdan bakıldığında daha büyük bir başarıymış