On İki Hikaye ve Bir Rüya. H G Wells

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу On İki Hikaye ve Bir Rüya - H G Wells страница 3

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
On İki Hikaye ve Bir Rüya - H G Wells

Скачать книгу

ve her gün Surrey tepelerinin arasında gerçek boyutlu model hazırlanıyordu. Hazırlıklar tamamlandığında, onu hem icat etmesi hem de bizzat yapmasının kaçınılmaz ve net bir sonucu olarak, dünyadaki herkes aynı varsayıma kapılmış gibiydi: Filmer gururla ve neşeyle icadına binecek, yükselip uçuşa geçecekti; bu beklentide olmayan tek bir kişi bile yoktu.

      Ancak şimdi, böyle bir eylemdeki basit gurur ve neşenin Filmer’ın şahsi bünyesine uyumsuz olduğunu oldukça açık bir şekilde biliyoruz. O sırada kimsenin aklına gelmemişti, ama gerçek buydu. Teoride güvende olacağını bilse de yaklaşık üç yüz metre yükseklikte, hiçliğin içinde savrulmanın mide bulandırıcı, rahatsız edici ve tehlikeli bir şey olduğu fikrinin gün boyunca sürekli aklında döndüğünü rahatlıkla varsayabiliriz. Doktoruna yazdığı, her gece uykusuzluk çektiğinden şikâyet ettiği küçük bir nottan yola çıkarak bu düşüncenin, gecelerini de ele geçirdiğini farz etmek için iyi nedenlerimiz var. Tüm Zamanların En Büyük Kâşifi olduğu dönemde, bunu yaparken, altında kocaman bir boşluk olacağı gerçeği gözlerinin önüne gelmiş olmalı. Belki de gençliğinde bir ara çok yüksekten aşağı bakmış ya da aşırı rahatsız bir şekilde yere düşmüştü; belki de yanlış tarafta uyuma alışkanlığı, herkesin bildiği o tatsız düşme kâbusuyla sonuçlanmış ve ona bu dehşeti yaşatmıştı. Sebebi ne olursa olsun bu dehşetin gücünden artık en ufak bir şüphe kalmamıştı.

      Görünüşe göre, daha önceki araştırma günlerinde bu uçma görevini hiç düşünüp tartmamıştı. Nihai hedefi makineydi, ama şimdi her şey bu nihai hedefin ötesine açılıyordu ve onu baş döndürücü bir girdaba sürüklüyordu. O bir kâşifti ve keşfini yapmıştı. Ama o bir Uçan Adam değildi ve ancak şimdi uçmasının beklendiğini açıkça algılamaya başlamıştı. Zihni her ne kadar bunlarla dolu olsa da, son raddeye kadar hiçbir şey belli etmedi ve bu arada Banghurst’ün muhteşem laboratuvarlarına gidip geldi, röportaj verdi ve rağbet gördü, iyi kıyafetler giydi, güzel yemekler yedi ve zarif bir apartman dairesinde yaşadı. Onun gibi birinden bekleneceği üzere, açlık çektiği yıllarda eksikliğini ziyadesiyle hissettiği bu denli bol, güzel, erdemli bir şöhret ve başarının tadını çıkarıyordu.

      Bir süre sonra Fulham’daki haftalık davetler sona erdi. Model, bir gün, Filmer’ın yönlendirmesine yanıt vermekte bir an için başarısız olmuştu ya da bir başpiskoposun iltifatlarıyla dikkati dağılmıştı. Her halükârda, başpiskopos tıpkı kitaplardaki başpiskoposlar gibi Latince bir alıntıya başlamışken modelin burnu biraz fazla dik bir şekilde havaya yükselip Fulham Yolu’nda bir atlı arabanın üç metre yakınına düştü. Belki bir an için havada kaldı, hem afallamış hem de izleyenleri afallatmıştı. Sonra düştü, paramparça oldu ve bu sırada arabayı çeken atı öldürdü.

      Filmer, başpiskoposun iltifatlarının sonunu duyamadı. Ayağa kalktı ve icadı görüş alanından çıkıp uzaklaşırken ona baktı. Uzun, beyaz elleri hâlâ işe yaramaz aparatı tutuyordu. Başpiskopos, onun gökyüzüne bakışını bir başpiskoposa yakışmayan bir endişeyle izledi.

      Çok geçmeden duyulan çakılma sesi, bağırışlar ve yoldan gelen gürültü, Filmer’ın gerginliğini aldı. “Tanrım!” diye fısıldadı ve oturdu.

      Neredeyse herkes makinenin nerede kaybolduğunu görmeye çalışıyor ya da evlerine koşuyordu.

      Bu kazanın ardından büyük makinenin yapımı çok daha hızlı ilerledi. Yapım aşamasına başkanlık eden Filmer, her zaman biraz yavaş ve çok dikkatliydi, aklında her zaman büyüyen bir meşguliyet vardı. Cihazın gücü ve sağlamlığına gösterdiği özen olağanüstüydü. Bir bölümle ilgili en ufak bir şüphe duyduğunda, o şüpheli kısım değiştirilinceye kadar her şeyi erteledi. Kıdemli asistanı Wilkinson, bu gecikmelerin bazılarına kızdı ve çoğunlukla gereksiz oldukları konusunda ısrar etti. Banghurst, New Paper’da Filmer’ın sabırlı tavrını överken, karısıyla yalnız kaldıklarında bu konu hakkında ağız dolusu küfürler ediyordu. İkinci asistan MacAndrew, Filmer’ın bilgeliğini tasvip ediyordu. MacAndrew, “Bir fiyasko olmasını istemiyoruz, dostum. Mükemmel bir şekilde tavsiyede bulunuyor,” diyordu.

      Ve ne zaman bir fırsat çıksa Filmer, Wilkinson ve MacAndrew’a uçan makinenin her parçasının tam olarak nasıl kontrol edilip çalıştırılacağını açıklardı, böylece sonunda zamanı geldiğinde aslında onun kadar yetenekli ve hatta daha yetenekli olacaklardı.

      Şimdi düşünüyorum da, eğer Filmer bu aşamada tam olarak ne hissettiğini tanımlamayı ve yükselişi konusunda kesin bir çizgi çizmeyi uygun görmüş olsaydı, bu acı verici sınavdan kolaylıkla kurtulabilirdi. Eğer bu konuda net bir fikri olsaydı, sonsuz şeyler yapabilirdi. Kuşkusuz ki kalbinde, midesinde ya da akciğerinde bir rahatsızlığın uçmasına engel olduğunu ispatlayacak bir uzman bulmakta hiç sıkıntı yaşamazdı. Böyle bir yola başvurmamasına hâlâ şaşırıyorum. Yeterince cesur olsaydı, böyle bir şeyi yapmaya niyetlenmediğini tane tane ve kararlılıkla açıklayabilirdi de. Ama gerçek şu ki, korku zihnini büyük ölçüde sarmasına rağmen, olay hiçbir şekilde keskin ve net değildi. Tüm bu süre boyunca, fırsat geldiğinde kendini buna eşit bulacağını söyleyip durduğunu düşünüyorum. Sanırım bu süreç boyunca kendine zamanı geldiğinde bunu başarabileceğini söyleyip durdu. Ciddi bir hastalığa yakalansa da kendini biraz keyifsiz hissettiğini söyleyen, yakında iyileşeceğini düşünen o insanlar gibiydi. Bu arada, makinenin tamamlanmasını erteledi ve onu uçuracağı varsayımının etrafında kök salmasına ve fazlasıyla gelişmesine izin verdi. Cesaretinden dolayı ileriye dönük iltifatları bile kabul etti. Gizli endişelerini bir yana bırakırsak tüm bu övgülerin, üstünlüğün ve yaygaranın ona tatlı, hatta sarhoş edici bir ilaç gibi geldiğine şüphe yok.

      Leydi Mary Elkinghorn, işleri onun için biraz daha karmaşık hale getirdi. Meselenin nasıl başladığı Hicks için tükenmez bir spekülasyon konusuydu. Muhtemelen başlarda Leydi Mary Elkinghorn o yansız yanlılığıyla ona biraz fazla “nazik” davranmıştı, belki de kadının gözünde Filmer gibi yarattığı canavarı gökyüzünde dilediğince dolaştırarak bariz biçimde göze çarpan biri, Hicks’in kabul edemeyeceği kadar ayrıcalıklı biriydi. Sonuçta her nasılsa belli ki bir şekilde baş başa uygun bir an yakalamışlar ve büyük kâşif, cesaretini toplayarak biraz kişisel şeyler mırıldanmış ya da söyleyivermişti. Nasıl başlamış olursa olsun, bu ilişki başlamıştı ve Leydi Mary Elkinghorn’un hayatından eğlence malzemesi çıkarmaya alışmış bir dünyada artık duyulur hale gelmişti. Bu, işleri karmaşıklaştırdı, çünkü Filmer’ınki gibi bakir bir zihindeki aşk durumu, korktuğu tehlikeyle yüzleşme kararlılığını yeterince olmasa da kayda değer bir miktarda kamçılamış, aslında doğal ve anlayışla karşılanacak bahane bulma girişimlerinin önünü kesmişti.

      Leydi Mary’nin Filmer için ne hissettiği ve onun hakkında ne düşündüğü spekülasyon konusu olmaya devam ediyor. Otuz sekiz yaşında bir insan çok şey biliyor olabilir ve yine de tamamen bilge olmayabilir; hayal gücü, cazibe yaratmada ve imkânsızı gerçekleştirmede hâlâ yeterince aktif olarak işlev görür. Leydi Mary’ye göre Filmer çok gözde biriydi ki bu her zaman önemlidir, ayrıca en azından havacılık konusunda benzersiz yetenekleri var gibiydi. Modelin yapımında gösterdiği performans, güçlü bir büyünün dokunuşuna sahipti ve kadınlar, mantıksız da olsa, bir erkek herhangi bir konuda güç sergilediğinde onun güçlü olduğunu farz etme eğilimindedir. Durum böyle olunca Filmer’ın tarzında ve görünümünde iyi olmayan şeyler, ek bir değer haline geldi. Alçakgönüllüydü, gösterişten nefret ederdi, ancak GERÇEK niteliklerin gerekli olduğu

Скачать книгу