On İki Hikaye ve Bir Rüya. H G Wells
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу On İki Hikaye ve Bir Rüya - H G Wells страница 7
“Baba!” dedi Gip suçlu bir fısıltıyla.
“Ne var Gip?” dedim.
“Bu dükkânı sevdim baba.”
“Ben de sevdim,” dedim kendi kendime, “Ta ki tezgâh birden uzayıp çıkışı engelleyene kadar.” Ama Gip’in dikkatini buna çekmedim. “Pisipisi!” dedi, yanımızdan ağır ağır gelen tavşana elini uzatarak. “Pisi, Gip’e bir büyü yap!” Gözleri, kesinlikle daha önce orada olduğunu fark etmediğim bir kapıdan zar zor sığan tavşanı takip etti. Sonra bu kapı daha da açıldı ve bir kulağı diğerinden büyük olan adam tekrar ortaya çıktı. Hâlâ gülümsüyordu ama gözlerinde benimkiyle eğlenmek ve meydan okumak arasında bir ifade vardı. Masumane bir zarafetle, “Gösteri salonumuzu görmek isteyeceksiniz, efendim,” dedi. Gip parmağımı çekti. Tezgâha baktım ve tekrar dükkâncıyla göz göze geldim. Sihrin biraz fazla gerçek olduğunu düşünmeye başlamıştım. “Pek fazla zamanımız yok,” dedim. Ama bir şekilde ben lafımı bitiremeden gösteri odasının içindeydik.
“Bütün mallar aynı kalitede,” dedi dükkâncı, esnek ellerini ovuşturarak, “Yani en iyisi. Burada hakiki sihir olmayan hiçbir şey yoktur ve tüm ürünler şaşırtma garantilidir. Affedersiniz efendim!”
Ceketimin koluna yapışan bir şeyi çektiğini hissettim. Küçük, kıpır kıpır, kırmızı bir iblisi kuyruğundan tutmuştu. Küçük yaratık ona karşı koyuyor, ısırarak elinden kurtulmaya çalışıyordu. Dükkâncı bir an sonra onu ilgisizce tezgâhın arkasına fırlattı. Hiç şüphe yok ki o şey sadece kauçuktan yapılmış olmalıydı ama nedense bir anlığına… Ve dükkâncının hareketi de tam olarak küçük, ısırıcı bir haşereyi tutan bir adamınki gibiydi. Gip’e baktım ama Gip sihirli bir sallanan ata bakıyordu. O şeyi görmemiş olmasına sevinmiştim. “Diyorum ki,” dedim, alçak sesle ve gözlerimle Gip’i ve kırmızı iblisi göstererek, “bunun gibi başka şeyler de yok, değil mi?”
“Bizde olmaz! Muhtemelen yanınızda getirdiniz,” dedi dükkâncı – yine alçak sesle ve her zamankinden daha göz kamaştırıcı bir gülümsemeyle. “İnsanların yanlarında farkında olmadan taşıdıkları şeyler hayret verici!” Sonra Gip’e, “Burada hoşunuza giden bir şey görüyor musunuz?” dedi.
Gip’in orada merak ettiği birçok şey vardı.
Bu hayret verici esnafa, birbirine karışmış bir güven ve saygıyla döndü. “Bu bir Sihirli Kılıç mı?” dedi.
“Bir Sihirli Oyuncak Kılıç. Parmakları bükmez, kırmaz, kesmez. Taşıyıcıyı on sekiz yaşından küçüklere karşı savaşta yenilmez kılar. Fiyatları boyutuna göre yarım ila bir buçuk kron arasında değişiyor. Bu zırh takımı genç ve gezgin şövalyeler için çok kullanışlıdır. Koruma kalkanı, sürat sandaletleri ve görünmezlik miğferinden oluşur.”
“Babacığım!” dedi Gip nefes nefese.
Ne kadara mal olduklarını öğrenmeye çalıştım ama dükkân sahibi beni dinlemedi. Artık Gip’i etkisi altına almıştı, onu parmağımdan uzaklaştırmıştı. Bütün ürünlerinin özelliklerini sergilemeye girişmişti ve hiçbir şey onu durduramayacaktı. O anda, bir güvensizlikle, kıskançlığa çok benzer bir hisle Gip’in bu adamın parmağını, genellikle benimkini tuttuğu gibi tuttuğunu gördüm. Adamın ilginç olduğuna şüphe yok, diye düşündüm ve ilginç bir şekilde sahte bir sürü şey vardı, gerçekten İYİ sahte şeyler, yine de…
Çok az şey söyleyerek ama bu marifetli adama göz kulak olarak peşlerinden gittim. Sonuçta Gip bundan zevk alıyordu. Ve şüphesiz, gitme zamanı geldiğinde oldukça kolay gidebilecektik.
Bu gösteri odası, uzun ve labirent gibi bir yerdi. Raflar, tezgâhlar ve sütunlarla ayrılan yerlerden kemerli yollar vasıtasıyla allak bullak edici aynalar ve perdelerle kaplı diğer kısımlara geçiliyor, buralarda aylaklık yapan tuhaf görünümlü asistanlar bize dik dik bakıyordu. Aynalar o kadar kafa karıştırıyordu ki artık geldiğimiz kapının hangisi olduğunu bilmiyordum.
Dükkâncı, Gip’e buharlı ya da kurmalı olmayan sihirli trenler gösterdi. Çok, çok değerli asker kutularının kapağını kaldırıp bir şeyler söyleyinceyse oyuncak askerler canlanıyor, size doğru koşmaya başlıyordu. Benim kulaklarım pek keskin değildi, ayrıca telaffuz edilmesi zor sözlerdi ama Gip – annesinin kulağını almış – hemen anladı. “Bravo!” dedi dükkâncı, askerleri gelişigüzel bir şekilde kutuya geri koyup Gip’e vererek. “Şimdi,” dedi dükkâncı ve bir anda Gip hepsini yeniden canlandırmıştı.
“O kutuyu alacak mısın?” diye sordu dükkâncı.
“O kutuyu alacağız,” dedim. “Tabii bize biraz indirim yaparsanız. Bunu almak için bir para babası olmak…”
“Yok artık! HAYIR!” Dükkâncı küçük adamları tekrar kutuya koydu, kapağı kapattı, kutuyu havada salladı ve işte oradaydı, kahverengi kâğıtla kaplanmıştı ve – KÂĞITTA GIP’İN TAM ADI VE ADRESİ YAZIYORDU!
Dükkân sahibi şaşkınlığıma güldü.
“Gerçek sihir bu,” dedi. “Gerçeği.”
“Benim zevkime göre biraz fazla gerçek,” dedim tekrar.
Bundan sonra, Gip’e başka numaralarını ve daha da garip olanlarını göstermeye başladı. Onları açıkladı, tersyüz etti ve sevgili küçük adam, meşgul kafasını bilgece sallayarak onu dinledi.
Elimden geldiğince ilgilenmemeye çalıştım. “Hey! Çabuk!” dedi Sihirli Dükkâncı ve ardından Gip’in “Hokus pokus!” diyen küçük sesi duyuldu. Ama başka şeyler dikkatimi dağıttı. Buranın ne kadar da acayip bir yer olduğunu idrak ettim. Tabiri caizse, bir tuhaflık seliydi. Armatürlerde, hatta tavanda, zeminde, gelişigüzel dağıtılmış sandalyelerde bile tuhaflık vardı. Ne zaman onlara bakmasam, yamulduklarını ve hareket ettiklerini ve arkamdan sessiz bir köşede korkakça oynadıklarını hissettim. Kornişler basit bir alçı işi olamayacak kadar etkileyici, kıvrımlı kalıplarla süslenmişti.
Sonra birdenbire tuhaf görünüşlü asistanlardan biri dikkatimi çekti. Biraz uzaktaydı ve belli ki benim varlığımdan habersizdi. Oyuncak yığınları ile kemerli tavan arasından onun dörtte üçü kadarını görebiliyordum, aylakça bir sütuna dayanmış, yüzüyle korkunç şekiller yapıyordu! Yaptığı en korkunç şey burnuyla oldu. Bunu sanki boştaymış ve kendini eğlendirmek istiyormuş gibi yaptı. Her şeyden önce kısa, şişkin bir burundu ve sonra onu aniden bir teleskop gibi uzattı, sonra uçtu ve uzun, kırmızı, esnek bir kırbaç gibi olana kadar inceldikçe inceldi. Kâbuslarda görülecek bir şey gibiydi! Bir balıkçının oltasını savurması gibi onu büyüttü ve fırlattı.
İlk düşüncem, Gip’in onu görmemesi gerektiğiydi. Arkamı döndüm ve Gip’in dükkân sahibiyle oldukça meşgul olduğunu ve hiçbir kötülük düşünmediğini gördüm. Birlikte fısıldaşıyorlardı ve bana bakıyorlardı. Gip küçük bir taburede duruyordu ve dükkâncı elinde bir tür büyük davul tutuyordu.
“Saklambaç, baba!” diye bağırdı