On İki Hikaye ve Bir Rüya. H G Wells

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу On İki Hikaye ve Bir Rüya - H G Wells страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
On İki Hikaye ve Bir Rüya - H G Wells

Скачать книгу

adam aniden. Kısa boylu adam irkildi, dizginlerini çekti. Atlarının toynakları patikaya geri dönerken kurumuş çimenlerin üzerinde belli belirsiz pıtırtılar çıkardı.

      Önlerindeki uzun yokuştan temkinli bir şekilde indiler ve böylece kayaların arasında büyüyen dikenli, bükülmüş çalılar ve garip, kuru, azgın dallar arasından aşağıdaki seviyelere geldiler. Ve orada iz silikleşti, çünkü toprak yetersizdi ve tek ot, yerde duran bu kavrulmuş ölü samandı. Yine de sıkı bir tarama yaparak, atların boyunlarına yaslanarak ve sürekli durarak, bu beyaz adamlar bile avlarını takip etmeyi başarabilmişlerdi.

      Ezilmiş yerler, kaba otların bükülmüş ve kırılmış yaprakları ve arada bir de yeterince ikna edici ayak izleri vardı. Ve bir keresinde de liderleri, melez bir kızın ayak basmış olabileceği yerde kahverengi bir kan lekesi gördü. Bunun üzerine fısıldayarak onu bir aptal olarak lanetledi.

      Sıska adam liderinin iz sürüşünü kontrol ediyor, beyaz atlı kısa adamsa bir rüyada kaybolmuş biri gibi geriden geliyordu. Gümüş dizginli adamın rehberliğinde, tek kelime etmeden arka arkaya atlarını sürdüler. Beyaz atlı kısa adam bir süre sonra etrafın çok hareketsiz olduğunu fark etti. İrkilerek kendini topladı. Atlarının ve teçhizatlarının çıkardığı küçük seslerin yanı sıra, bütün büyük vadi, manzara resmi kadar kasvetli bir sessizliğe bürünmüştü.

      Efendisi ve arkadaşı önden gidiyordu, ikisi de sola doğru eğilerek izlere dikkat kesilmişti; ikisinin de bedenleri atlarının adımlarıyla sakince sarsılıyordu, gölgeleri önlerine düşmüştü: Hareketsiz, sessiz, uca doğru incelen yoldaşlar… En yakınındaki büzülmüş soğuk figürse kendi gölgesiydi. Etrafına baktı. Ne eksikti? Sonra vadinin kıyısından gelen yankıyı ve sürekli değişen, itişip kakışan çakıltaşlarının çıkardığı sesleri hatırladı. Ve dahası… Rüzgâr yoktu. Bu kadardı! Ne kadar geniş, sakin bir yerdi, monoton bir öğleden sonra uykusunu andırıyordu. Ve gökyüzü, yukarı vadide toplanan kasvetli bir pus perdesi dışında açık ve boştu.

      Sırtını doğrulttu, dizginleriyle oynadı, ıslık çalmak için dudaklarını büzdü ama sadece iç çekti. Bir süre eyerinde döndü ve çıktıkları dağ geçidinin boğazına baktı. Boş! Her iki tarafta da boş yamaçlar vardı. İnsan bir yana, herhangi bir hayvandan, bir ağaçtan bile eser yoktu. Ne araziydi ama! Ne vahşi! Tekrar eski pozisyonuna döndü.

      Mor-siyah bükülmüş bir çubuğun yılan şeklinde parıldadığını ve kahverenginin ortasında gözden kaybolduğunu görmek, içini bir anlık zevkle doldurdu. Her şeye rağmen, bu cehennem vadisi canlıydı. Sonra onu daha da keyiflendiren şeyler oldu: Yüzüne küçük bir esinti çarptı, gelip giden bir fısıltı duyuldu; bir tepeciğin üzerindeki dik, siyah boynuzlu bir çalı ufacık da olsa eğildi. Tüm bunlar, olası bir esintinin ilk habercileriydi. Tembel tembel parmağını yaladı ve havaya kaldırdı.

      Patikada iz süren sıska adamla çarpışmamak için sertçe ayağa kalktı ve dizginlerine asıldı.

      Tam o suç ânında, efendisinin kendisine baktığını gördü.

      Bir süre takiple ilgilenmeye zorladı kendini. Sonra tekrar yola devam ederken, efendisinin gölgesini, şapkasını ve omzunu inceledi, zayıf adamın daha yakın hatlarının arkasında belirip kayboldu. Dört gün boyunca dünyanın sınırlarının ötesinde, bu ıssız yere, susuz, eyerlerinin altında bir parça kuru etten başka bir şey olmadan, kayaların ve dağların üzerinden, kesinlikle bu kaçaklardan başka hiç kimsenin gitmediği bu ıssız yere at sürmüşlerdi. Tüm bunlar ne içindi?

      Bütün bunlar bir kız içindi, inatçı bir kız çocuğu! Ve adamın en aşağılık teklifini kabul edecek şehir dolusu insan vardı – kızlar, kadınlar! Kısa adam, kaşlarını çatarak dünyaya baktı, adamın kendini ne diye bu kıza bu kadar kaptırdığını merak etti. Kararmış diliyle kurumuş dudaklarını yaladı. Tek bildiği efendinin yolu buydu. Kız sırf ondan kaçmaya çalıştı diye…

      Gözü, ahenk içinde bükülen bir dizi yüksek tüylü kamışa takıldı ve sonra boynunun önüne kadar gelip rüzgârda çırpınarak düştü. Rüzgâr giderek güçleniyordu. Her nasılsa rüzgâr, etrafın katı durgunluğunu ortadan kaldırdı ve bu iyi bir şeydi.

      “Hop!” dedi sıska adam.

      Üçü de aniden durdu.

      “Ne?” diye sordu efendi. “Ne?”

      “Orada,” dedi sıska adam vadiyi göstererek.

      “Ne?”

      “Bir şey bize doğru geliyor.”

      O konuşurken, sarı bir hayvan bir tepeye tırmandı ve onlara doğru geldi. Rüzgârın önünden gelen, dilini dışarı çıkarmış, sabit bir hızla ve yoğun bir amaçla koşan öyle büyük ve vahşi bir köpekti ki bu, yaklaştığı atlıları görmüyor gibiydi. Burnunu yukarı kaldırarak koşmasından belliydi, bir koku ya da avın peşinde değildi. Yaklaştıkça kısa adam kılıcına dokundu. “Çıldırmış,” dedi sıska binici.

      “Bağırın!” dedi kısa adam ve kendisi de bağırdı.

      Köpek üstlerine gelmeye devam etti. Kısa adamın kılıcı tam çekilmişti ki köpek yana saptı ve nefes nefese onların yanından geçip gitti. Küçük adamın gözleri hayvanın koşuşunu izledi. “Ağzında köpük yoktu,” dedi. Gümüş dizginli adam bir süre vadiye baktı. “Ah, hadi ama!” diye bağırdı sonunda. “Ne önemi var?” Atını tekrar harekete geçirdi.

      Kısa adam, rüzgârdan başka hiçbir şeyden kaçmayan ve insan karakteri üzerine derin düşüncelere dalan bir köpeğin çözülmez gizemini geride bıraktı. “Hadi amaymış!” diye fısıldadı kendi kendine. “Neden böyle şiddetli ve tesirli bir biçimde ‘Hadi ama!’ deme hakkı tek bir adama verilir ki?” Gümüş dizginli adam hayatı boyunca hep bu lafı söylemişti. “Eğer ben söyleseydim…” diye düşündü kısa adam. Ama insanlar, en uçuk şeylerde bile efendisine itaatsizlik ettiğinde hayrete düşerlerdi. Bu melez kız ona ve herkese deli, neredeyse günahkâr gibi görünüyordu. Kısa adam, karşılaştırmalı olarak, yaralanmış dudaklı sıska biniciyi efendisi kadar cesur, hatta belki de daha cesur olarak düşündü. Ama yine de efendiye boyun eğmek zorundaydı. Usulünce ve azimle itaat etmekten başka bir şey yapmıyordu.

      Elleri ve dizlerinde hissettiği bir şey, kısa adamı düşüncelerinden çıkarıp şimdiki âna getirdi. Bir şeyin farkına vardı. Atını sıska arkadaşının yanına sürdü. “Atları fark ettin mi?” dedi alçak sesle.

      Adamın sıska yüzünde sorgulayıcı bir ifade belirdi.

      “Bu rüzgârı sevmiyorlar,” dedi kısa adam ve gümüş dizginli adam ona bakınca arkadaki yerine geri döndü.

      “Sorun değil,” dedi sıska yüzlü adam.

      Sessizlik içinde tekrar yola koyuldular. En öndeki iki atlı patikadan aşağı indi, en arkadaki adam, vadinin uçsuz bucaksızlığından aşağı süzülen sisi izledi ve rüzgârın anbean nasıl kuvvetlendiğini fark etti. Uzakta solda, bir sıra karanlık yığın gördü; bunlar vadide dörtnala koşan yabandomuzlarıydı belki ama bununla ilgili hiçbir şey söylemedi, atların huzursuzluğu konusuna da bir daha değinmedi.

      Sonra rüzgârda yola savrulan,

Скачать книгу