On İki Hikaye ve Bir Rüya. H G Wells
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу On İki Hikaye ve Bir Rüya - H G Wells страница 6
“Ben,” dedim, “küçük oğluma birkaç basit numara almak istiyorum.”
“Sihirbazlık numarası mı?” diye sordu. “Mekanik mi? Domestik mi?”
“Eğlenceli bir şey var mı?” dedim.
“Hım!” dedi dükkâncı ve bir an düşünür gibi başını kaşıdı. Sonra, oldukça belirgin bir şekilde kafasından bir cam top çıkardı. “Bu şekilde bir şey mi?” dedi ve uzattı.
Bu beklenmedik bir hareketti. Daha önce bu numarayı sayısız kez görmüştüm – sihirbazların en çok yaptığı numaralardan biriydi – ama burada beklemiyordum.
“Bu iyi,” dedim gülerek.
“Değil mi?” dedi dükkâncı.
Gip, bu nesneyi almak için elini uzattı ama karşısında boş bir avuç buldu.
“Cebinde,” dedi dükkâncı ve işte oradaydı!
“Fiyatı ne kadar?” diye sordum.
Dükkân sahibi kibarca, “Cam toplar için ücret almıyoruz,” dedi. “Onlar bize” – konuşurken dirseğinden bir tane daha çıkardı – “ücretsiz geliyor.” Boynunun arkasından bir tane daha çıkardı ve bir öncekinin yanına, tezgâhın üzerine koydu. Gip cam küreye bilgece baktı, sonra tezgâhın üzerindekileri inceledi ve sonunda fal taşı gibi açılmış gözlerini gülümseyen tezgâhtara çevirdi.
“Onları da alabilirsin,” dedi dükkâncı. “Sakıncası yoksa bir tane de benim ağzımdan alabilirsin. İşte!”
Gip bir an için sessizce bana danıştı ve sonra derin bir sessizlik içinde dört topu bir kenara koydu, güven verici parmağımı sıkmaya devam ederek bir sonraki hadise için cesaretini topladı.
Dükkân sahibi, “Bütün küçük numaralarımızı bu şekilde elde ederiz,” dedi.
Şakasını anlamış gibi güldüm. “Toptancıya gitmek yerine,” dedim. “Elbette daha ucuz.”
“Bir bakıma,” dedi dükkân sahibi. “Gerçi sonunda ödüyoruz. Ama o kadar ağır değil – insanların sandığı gibi… Daha büyük numaralarımız, günlük erzakımız ve istediğimiz tüm diğer şeyleri o şapkadan çıkarıyoruz… Anlarsınız ya efendim, sözümü mazur görün. Hakiki sihir ürünleri satan bir toptancı yok. Tabelamızı fark ettiniz mi bilmiyorum – Hakiki Sihir Dükkânı.” Yanağından bir kartvizit çıkardı ve bana verdi. “Hakiki,” dedi parmağıyla kelimeyi işaret ederek ve ekledi, “Kesinlikle aldatma yok, efendim.”
Şakayı oldukça uzatıyor diye düşündüm.
Olağanüstü şefkatli bir gülümsemeyle Gip’e döndü. “Biliyor musun, sen düzgün bir çocuksun.”
Bunu bilmesine şaşırdım, çünkü disiplin adına bunu evde bile bir sır olarak saklıyoruz. Ama Gip gözünü ondan ayırmadan, sessizlik içinde durdu.
“O kapıdan ancak Düzgün Çocuk geçebilir.”
O anda söylediklerini kanıtlarmışçasına kapıdan bir tıkırtı geldi, uzaktan ciyaklayan bir çocuğun sesi duyulabiliyordu. “Yaa! Oraya giricem baba! Oraya giricem. Yaa!” Sonra onu rahatlatmaya ve yatıştırmaya çalışan mağdur bir babanın sesi duyuldu “Kilitli, Edward.”
“Ama değil,” dedim.
“Kilitli efendim,” dedi dükkâncı. “Her zaman – böyle çocuklar için.” Konuşurken, tatlı yemekten ve aşırı şekerli yiyeceklerden solgun, küçük, beyaz bir yüzü olan diğer çocuğu gördük; şeytani tutkularla çarpıtılmış, insafsız küçük egoist, büyülü camı pençeliyordu. Ben doğal yardımseverliğimle kapıya doğru ilerlerken, “İşe yaramaz efendim,” dedi dükkân sahibi ve o anda şımarık çocuk uluyarak götürüldü.
“Bunu nasıl başarıyorsun?” dedim biraz daha rahat nefes alarak.
“Sihir!” dedi dükkâncı, elini dikkatsizce sallayarak ve işte! Renkli ateş kıvılcımları parmaklarından uçtu ve dükkânın gölgelerinde kayboldu.
Gip’e seslenerek, “İçeri girmeden önce, ‘Satın Al ve Arkadaşlarını Şaşırt’ kutularımızdan birini istediğini mi söylüyordun?” dedi.
Gip, cesur bir çabadan sonra, “Evet,” dedi.
“Cebinde.”
Gerçekten olağanüstü uzun vücutlu bu harika adam tezgâhın üzerinden eğilerek nesneyi bir hokkabaz edasıyla takdim etti. “Kâğıt,” dedi ve ipli boş şapkadan bir kâğıt çıkardı. “İp,” dedi ve ağzı, içinden sonu gelmeyen ipler çektiği bir iplik kutusuna dönüştü. Biraz ip koparıp paketi bağladı ve bana göre, kalan yumağı yuttu. Sonra vantrilok kuklalarından birinin burnunda mum yaktı, (mühür mumu kırmızısı olan) parmaklarından birini aleve soktu ve böylece paketi mühürledi. “Bir de Kaybolan Yumurta vardı,” dedi ve ceketimin içinden Aşırı Gerçekçi Ağlayan Bebek’le birlikte bir de yumurta çıkarıp paketledi. Hazırlanan her paketi Gip’e verdim ve o da onları göğsüne sıkıştırarak sımsıkı tuttu.
Çok az şey söyledi ama gözleri anlamlı bakıyordu; kollarını kavraması anlamlıydı. İfade edilemez duygular içindeydi. Bunlar, bilirsiniz, GERÇEK sihirlerdi. Sonra, bir anda, şapkamda hareket eden bir şey olduğunu fark ettim – yumuşak ve ürkek bir şey. Şapkamı silkeledim ve ürkek bir güvercin – şüphesiz bir işbirlikçiydi – dışarı çıkıp tezgâhın üzerine uçtu ve sanırım kartonpiyer kaplanın arkasındaki karton kutuya gitti.
“Hay aksi,” dedi dükkâncı, maharetle beni başımdakinden kurtararak. “Dikkatsiz kuş, oraya yuva mı yapılır!”
Şapkamı salladı ve uzattığı eline iki ya da üç yumurta, büyük bir bilye, bir kol saati, yarım düzine kadar her yerden çıkan cam küre ve ardından buruşmuş, kırışmış kâğıt ve bir sürü şey düştü. İnsanların şapkalarının dışını temizlediğini ama genelde içini ihmal ettiğini bilen biri edasıyla, elbette kibarlığını elden bırakmayarak, kendi bildiği yöntemlerle şapkayı temizledi. “Her türlü şey birikiyor efendim… Sadece size olmuyor tabii, lafım size değil. Neredeyse her müşteri… Yanlarında taşıdıkları hayret verici.” Kâğıttan gülü buruşturup tezgâhın üzerinde büyüttükçe büyüttü, arkasında neredeyse kaybolacaktı. Sonra gerçekten tamamen gözden kayboldu, sesi hâlâ duyuluyordu. “Hiçbirimiz bir insanın güzel görünüşünün ardında neler gizleyebileceğini bilemeyiz, efendim. O zaman hiçbirimizin silkelenmiş şapkalardan, beyazlatılmış mezarlardan bir farkımız…”
Sesi kesildi – tıpkı iyi nişan alıp komşunun gramofonunu tuğlayla vurduğunuz zamanki o ani sessizlik çöktü ve kâğıdın hışırtısı durdu, her şey hareketsizdi.
“Şapkamla işiniz bitti mi?” dedim bir süre sonra.
Cevap gelmedi.
Gip’e baktım ve Gip bana baktı, sihirli aynalarda