On İki Hikaye ve Bir Rüya. H G Wells
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу On İki Hikaye ve Bir Rüya - H G Wells страница 13
“Jamrach’s’tan bir çıngıraklıyılan aldım. Maliyeti… maliyeti…”
“Her neyse, bu senin sorunun. Son malzeme…”
“Satan bir adam tanıyorum…”
“Evet. Hım. Neyse, alternatifleri yazayım. Dili bildiğim kadarıyla, bu tarifin yazılışı çok kötü. Bu arada, buradaki köpek muhtemelen parya köpeği demektir.”
Ondan sonraki bir ay boyunca Pyecraft’ı sürekli kulüpte ve her zamanki gibi şişman ve endişeli gördüm. Anlaşmamıza uydu, ama bazen umutsuzca başını sallayarak anlaşmanın ruhunu bozdu. Sonra bir gün vestiyerde, “Büyük büyükannen…” dedi.
“Onun hakkında tek kelime etme,” dedim ve sakinliğini korudu.
Vazgeçtiğini düşünüyordum ve bir gün onu başka tarifler arıyormuş gibi üç yeni üyeyle şişmanlığı hakkında konuşurken gördüm. Ve sonra, hiç beklenmedik bir şekilde telgrafı geldi.
“Bay Formalyn!” diye burnumun dibinde bir uşak bağırdı, ben de telgrafı alıp hemen açtım.
“Tanrı aşkına gel. Pyecraft.”
“Hım,” dedim ve doğruyu söylemek gerekirse, büyük büyükannemin itibarını yeniden kazanmasına çok memnun kaldım. Bu telgraf, karışımımın çok iyi olduğunun bir kanıtıydı.
Kapı görevlisinden Pyecraft’ın adresini aldım. Pyecraft, Bloomsbury’deki bir evin üst katında oturuyordu. Kahvemi ve Trappistine’imi bitirir bitirmez oraya gittim. Puromu bitirmek için beklemedim.
“Bay Pyecraft?” dedim ön kapıda.
Hasta olduğuna inanıyorlardı, iki gündür dışarı çıkmamıştı.
“Beni bekliyor,” dedim ve beni yukarı gönderdiler.
Merdiven sahanlığında, kafesli kapının önünde durup zili çaldım.
“Zaten denememeliydi,” dedim kendi kendime. “Domuz gibi yiyen bir adam domuz gibi görünmelidir.”
Endişeli bir yüz ve dikkatsizce takılmış bir şapkayla, patavatsız olduğu açıkça anlaşılan bir kadın geldi ve kafesin içinden bana baktı.
Adımı verdim ve beni şüpheyle içeri aldı.
“Ee?” dedim sahanlığın Pyecraft’a ait kısmında birlikte dururken.
“Eğer gelirsen içeri almamı söyledi,” dedi ve gideceğim yeri göstermek için hiçbir çabada bulunmadan bana baktı. Ve sonra gizlice, “‘İçeride kilitli, efendim,” dedi.
“Kilitli mi?”
“Dün sabah kendini kilitledi ve o zamandan beri kimsenin içeri girmesine izin vermedi, efendim. Arada bir küfür ediyor. Ah Tanrım!”
Bakışlarıyla gösterdiği kapıya baktım.
“Orada mı?” dedim.
“Evet efendim.”
“Nesi var?”
Hüzünlü bir şekilde başını salladı, “Sürekli yemek istiyor, efendim. Ne var ne yok yemek istiyor. Bulduğumu getiriyorum. Domuz yedi; puding, sosis, somun ekmek… Ne bulursa. Siz isterseniz burada kalın, ben kaçıyorum. Efendim, adam tam bir pisboğaz.”
İçeriden bir çığlık yükseldi: “Formalyn mi o?”
“Sen misin, Pyecraft?” diye bağırdım ve gidip kapıyı çaldım.
“Kadına gitmesini söyle.”
Dediğini yaptım.
Sonra kapıdan tuhaf bir tıkırtı geldi, sanki birisi karanlıkta kapı kolunu bulmaya çalışıyor gibiydi ve Pyecraft’ın tanıdık homurdanmaları duyuldu.
“Sorun yok,” dedim. “Kadın gitti.”
Ancak kapı uzun bir süre açılmadı.
Anahtarın dönüşünü duydum. Sonra Pyecraft’ın sesi “Girin,” dedi.
Kolu çevirdim ve kapıyı açtım. Doğal olarak Pyecraft’ı görmeyi bekliyordum.
Ama nasıl desem, o orada değildi!
Hayatımda böyle bir şok yaşamadım. Oturma odası düzensiz bir haldeydi, kitaplar ve yazı gereçleri arasında tabaklar ve çanaklar vardı. Birkaç sandalye devrildi ama Pyecraft…
“Sorun değil. Ah, dostum, kapıyı kapat,” dedi ve sonra onu gördüm.
Sanki biri onu tavana yapıştırmış gibi, kapının yanındaki köşedeki kornişin hemen yanındaydı. Yüzü endişeli ve kızgındı. Yutkundu ve el kol hareketi yaptı. “Kapıyı kapat,” dedi. “Eğer o kadın durumumu bir öğrenirse…”
Kapıyı kapattım ve ondan uzak bir yerde durup gözlerimi ona diktim.
“Eğer bir şey kırılırsa ve düşersen,” dedim, “boynunu kırarsın, Pyecraft.”
“Keşke düşsem,” diye mırıldandı.
“Senin yaşında ve kilonda bir adamın böyle çocukça hareketlere kalkışması…”
“Yapma,” dedi ve acı içinde baktı. “Anlatacağım,” dedi ve elini salladı.
“Orada o şekilde durmayı nasıl beceriyorsun?” dedim.
Tam da o anda, tavanda kendi gücüyle durmadığını, tıpkı gaz dolu bir kese gibi havada süzüldüğünü anladım. Bana yaklaşmak için tavanı iterek duvardan aşağı emeklemeye çalıştı. Bir yandan çabalamaya devam ederken “Bu reçete yüzünden,” dedi nefes nefese. “Büyük büyükannenin…”
Konuşurken dikkatsizce, çerçeveli bir gravürü sımsıkı tuttu. Tablo dayanamayıp kanepeye düşerken kendisi de tekrardan yükseldi. Tavana sert bir şekilde çarptı. Böylece vücudunun ana hatlarının bembeyaz olduğunu anlamış oldum. Bu sefer şömine rafına tutunarak daha dikkatlice inmeye çalıştı.
O iri, şişman, felçli görünüşlü adamın baş aşağı ve tavandan zemine ulaşmaya çalışması gerçekten olağanüstü bir görüntüydü. “Bu reçete,” dedi. “Fazla başarılı.”
“Nasıl?”
“Kilo kaybı… Neredeyse tamamlandı.”
Sonra anladım tabii.
“Aman Tanrım, Pyecraft,” dedim. “İstediğin şey şişmanlık tedavisiydi! Ama sen buna hep kilo dedin. Kilo demeyi tercih ettin.”
Nedense