CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIR SAPKA BIR TABANCA. Celil Oker
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIR SAPKA BIR TABANCA - Celil Oker страница 18
“Eee, ben Simin Saraylı…” diyordu kadın, birtakım düdük seslerinden sonra. Kendi kendime gülümsedim. Neye niyet, neye kısmet, dedim içimden. Kadın devam etti. “Numaranızı Noyan’dan, eee, Noyan Sert’ten aldım Remzi Bey. Benim için önemli bir konuda bana vakit ayırabilir misiniz diye aramıştım. Ben yine ararım… İyi akşamlar.”
Mücevherlerini kaybetti ve bulmamı istiyor yazarımız, diye geçirdim içimden. İnanmadım buna tabii.
Telesekreter ikinci mesaja geçerken bir yudum maden suyu daha içtim. Aynı ses. Biraz hayal kırıklığına uğramış gibi sanki. Benim hayal kırıklığımdan büyük değil elbette.
“Remzi Bey, yine ben. Simin. Yine ararım.” Kısa bir ara. “Eeeee, görüşmek umuduyla.”
Bahsi, “son kitabının kayıtlı olduğu disketi çaldılar, bulmamı istiyor”a yükselttim. Ben bile güldüm buna.
Bir yudum daha çektim maden suyumdan. Üçüncü mesaj geliyordu.
Üçüncü mesaj gelmedi. Bir tıkırtı ve ardından bir sürü bib bib geldi. Fazla naz âşık usandırır Remzi Ünal, doğru, dedim içimden. Bahsi daha da yükseltmedim ama.
Son yudumu çekip şişeyi mutfaktaki çöpe attım. Masanın başına dikilip Sig Sauer’e bir kez daha baktım. Dokunmadım ama. Demin yanımda olsa ne yapardım, hâlâ bilmiyordum. Dolu olup olmadığını bile bilmiyordum. Evin içinde kararsızlıkla dolaştım. Bir an bilgisayarın başına geçmek, Chicago göklerine yükselmek geldi içimden, aynı hızla geri gitti. Pencereye gidip dışarıya baktım. Meydanı aydınlatan sokak lambası sönmüştü. Pencereyi açıp biraz soğuk hava çektim içime. İyi geldi. Ambulans sirenleri duyar mıyım diye beklediğimi fark ettim sonra. Gelmiş olsalar bile duyamazdım aslında. O kadar değildi Bahar Sitesi’yle apartmanımın arası. Maden suyunun kesmediğini düşündüm. Mutfağa gidip çay yaptım kendime kahve makinesinde.
Müşterinin telefon numarasını almayacak kadar salaklaştın Remzi Ünal, dedim kendi kendime. Belki de o açıdan da haklıydı Yıldız Turanlı. Belki de gerçekten bırakmalıydım bu işi.
Çay poşetlerinin üzerinden geçen kaynamış suyun bittiğini haber veren fışırtıları duyana kadar evin içinde yürüdüm. Pencereyi kapadım sonra. Mutfağa gidip kendime ince belli bir çay bardağı buldum. Doldurdum.
İnsanın yaptığı ve yapmadığı, söylediği ve söylemediği şeylerin neleri nasıl değiştirdiği üstüne düşüne düşüne çayımı yudumlarken telefonun zili çaldı.
Düşünecek yeni bir şey çıktı diye sevindim.
Telefonu açmadan önce bir an duraksadım.
İki kadından biri arıyor olabilirdi beni. Kadınların birinin telefonunu diğerininkinden çok daha heyecanla beklediğime karar verdim oturduğum yerden. Telefon bir kere daha çaldı.
İkisini de daha çok bekletmemek için sağlam nedenlerim olduğuna karar verdim. Üçüncüyü çaldırmadan attım elimi telefona.
“Alo?” dedi sanki gıdaklayan incecik kadın sesi.
Yıldız Turanlı’nın sesi böyle gıdaklamazdı. Haklı çıktığı zamanlarda bile.
“Evet?” dedim.
“Bay Remzi Ünal’la görüşmek istiyorum.”
“Benim,” dedim. Adımın önüne ‘bay’ sözcüğünü koyan biriyle çoktandır konuşmadığımı düşündüm. Bahsin peyini artırmadım ama.
“Simin Saraylı ben,” dedi incecik ses. “Buldum sizi.”
“Buyurun,” dedim. “Mesajlarınızı aldım ama numara bırakmamışsınız.”
“Kusura bakmayın,” dedi kadın. “Alışkanlık.”
“Önemli değil,” dedim. “Buyurun?”
“Numaranızı, eee, Noyan’dan aldım, dediğim gibi,” dedi kadın. “Noyan Sert… Reklamcı. Eeee, tanıyorsunuz?”
“Evet, tanıyorum,” dedim. “Sizin için ne yapabilirim Simin Hanım?”
Bir an boşluk oldu konuşmamızda.
“Eeee…” dedi kadın. “Noyan, vaktiniz olursa, eeee, bana yardım edebileceğinizi söyledi.”
“Şu an vaktim var,” dedim.
“Sizden ricam, eee…” diye geveledi kadın yeniden. “Bana biraz vakit ayırabilir misiniz? Eeee, oturup karşılıklı konuşmak için.”
“Ne hakkında?” dedim.
“Sizin hakkınızda,” dedi kadın bir çırpıda.
“Benim hakkımda mı?”
Simin Saraylı’nın sesi daha da inceldi. Üstelik bayağı hızlı konuşuyordu şimdi.
“Remzi Bey,” dedi. “Ben bir yazarım, biliyorsunuz…”
Biliyorum dememe izin vermek için durakladı.
“Biliyorum,” dedim. “Sizi televizyonda görmüştüm.”
“Evet,” dedi küçük bir kahkahadan önce. Sesindeki cırtlaklık kaybolmuştu sanki. “Arada sırada böyle medya maymunluğu yapmak zorunla kalıyorum işte. Her neyse. Yeni projem sizinle, daha doğrusu mesleğinizle ilgili. Bir polisiye roman yazıyorum. Daha başlamadım da, hazırlık yapıyorum yani. Birkaç pasaj yazdım. Deneme mahiyetinde. Kahramanım bir özel dedektif olacak. Sizi tanırsam, yani nasıl biri olduğunuzu falan, başınızdan geçen bir iki olayı, daha gerçekçi olacak. Noyan da sizden bahsedince…”
“Anladım,” dedim. Anlamamıştım ama anladım dedim. Anlardım nasıl olsa.
“Ne dersiniz?” dedi. “Belki biraz tuhaf ama…”
“Olur,” dedim.
“Ah, çok sevindim, teşekkür ederim,” dedi kadın. “Yarın vaktiniz var mı?”
“Olabilir,” dedim.
“Yarın poligona gideceğim,” dedi Simin Saraylı. “Siz de gelin isterseniz.”
“Poligon mu?” dedim şaşkınlıkla.
“Evet,” dedi. “Bu polisiye hikâyesi çıktı çıkalı arada gidip tabanca atıyorum orada. Polisiye yazacaksam burnuma barut kokusu gelsin biraz demiştim. Haksız mıyım?”
“Bilmem,” dedim. İnsanın burnuna barut kokusu gelmesi her zaman keyifli olmuyordu. Bunu ona söylemeyi aklımdan geçirmedim ama.
“Şaşırmış gibisiniz,” dedi Simin Saraylı, sesinde ufacık bir kışkırtıcılık vurgulamasıyla. “Siz atış yapmıyor musun?”