CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIR SAPKA BIR TABANCA. Celil Oker
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIR SAPKA BIR TABANCA - Celil Oker страница 13
Yatsıyı kılmak nasip olmadı adamcağıza, dedim içimden.
Canım sigara çekti birden.
Kapının dibinde durup banyonun içini olabildiğince hızla gözden geçirdim. Havada belli belirsiz bir yanmış barut kokusu vardı. Klozetin tam üstündeki ufak havalandırma deliğine baktım. Açıktı.
Yere eğildim.
Üzerine basılmış gibi yassı duran iki küçük yün parçasını elime aldım. Sonra bıraktım yere.
Hassiktir, dedim bir kez daha.
Ne yapacağıma karar vermeye çalıştım. Teorik olarak Süleyman Çiçek’i canlı olarak en son gören insan bendim. Tabii sorarlarsa. Sormalarına izin verirsem.
Tabancayla kalbinden vurulmuş bir adamla birlikte bulduğumuz tabanca evdeydi Allah’tan.
Evin her yanında parmak izlerim vardı. Silme uğraşına girmeyi aklımdan çıkardım. Nasıl olsa tuvalete bir önceki ziyaretimde de girmiştim.
Ama zamanım azdı.
Süleyman Çiçek’in üstünü aramakta yarar olabilirdi belki. Sonra vazgeçtim. Ceplerinde işe yarayacak bir şey olsa, tetiğe basan parmaklar yoklamışlardır nasıl olsa dedim içimden. Yıldız Turanlı olsa, “Korktun köftehor, ölüye dokunmaya; kendini kandırıyorsun!” derdi, diye düşündüm. Kendi kendime gülümsemedim ama.
Kapıyı kapamadan önce bir kez daha baktım Süleyman Çiçek’in yüzüne.
Şaşkındı gerçekten.
Kusura bakma, dedim içimden, banyonun kapısını kapamadan önce.
Sırtımı kapıya dayayıp derin bir nefes aldım dışarıda. Biraz düşünmeye çalıştım.
Katil banyoya girip kapıyı ardından kapadıysa, dışarıya fazla ses gitmemiştir diye düşündüm. Tabancanın önüne tutulmuş kırlent yastığın arkasından hiç. Öyleyse komşuların polise haber vermelerinden endişe etmeyebilirdim. Zaten bunun için epey vakit geçmişti. Sırtlarında Olay Yeri İnceleme yazan adamlar çoktan doldururlardı burayı.
O yüzden, kendime başladığım işi bitirecek kadar zaman vereyim, dedim içimden. Hızlı ama. Sallanmadan.
Mesanemi boşaltma işini tümden erteledim. Saatime baktım.
Hadi Remzi Ünal, dedim kendi kendime.
Birleştirilmiş yatak odasına girdim. Yatağın yanından hızla ilerledim. Dolaba bir baktım. Samsonite bavulu Noyan Sert doldurduğuna göre ilginç bir şey olma ihtimali düşüktü. Odanın dibindeki camekânlı kütüphanenin önüne çömeldim. 33’lüklerden ilkine el attım.
Devam edemedim ama. Daha ilk plağın kapağına bile bakamadım. Arkamda bir şeyler oluyordu.
Odanın kapısındaki hareketlenmeyi belli belirsiz sezdim. Eyvah, polis, dedim içimden.
“Hırsız! Vallaha hırsız!” diye bağırdı cırtlak sesli bir kadın.
Döndüm.
“Kıpırdama şerefsiz!” diye bağırdı siyah sakallı bir adam. İlk gördüğüm şey elindeki demir çubuktu. Her an indirecekmiş gibi havada tutuyordu çubuğu.
Yanlarında polis olsa önce onlar girerdi odadan içeri, dedim kendi kendime. Dur bakalım.
Olabildiğince sakin bir şekilde doğrulup cephemi verdim baskıncılara. Demir karyolanın ayakucuna kadar ilerlemişlerdi. Kadın, erkeğin arkasındaydı. Yüzüme güven vermesini istediğim bir gülümseme yerleştirdim.
“Sakin olun,” dedim. “Telaşlanacak bir şey yok.”
Telaşlanacak bir şey vardı oysa, ama onların haberi yoktu.
“Bir de konuşuyor, bak bir de konuşuyor!” diye bağırdı kadın. Sesi yüksekti ama deminki kadar cırtlak değildi.
Adam, elindeki çubuğu kararlı bir şekilde salladı kafasının üstünde. Siyah, üstünde kül rengi lekeler olan bir çubuktu.
“Kıpırdama, indiririm!” dedi. “İndiririm, hiç bakmam!”
Yavaşça dolaptan uzaklaştım. Niyetim berjerlerin birine oturmaktı. O zaman sakinleşirlerdi.
“Kıpırdama Allah’sız!” diye bağırdı adam yeniden. “Yat yere!”
“Durun yahu,” dedim yüzümdeki gülümsemeden vazgeçmeden. “Hırsız değilim ben.”
Bu gibi durumlarda dünyanın en pratik sosyalleşme aracını çıkarmak için elimi montumun cebine götürdüm.
“Silahı var İsmail!” diye bağırdı kadın, yeniden cırtlaklaşan bir sesle. “Silahını çekecek!” Olduğu yerde tepindi. Adam inandı ona herhalde.
Demir çubuğu gözlerinde kıyıcı ışıklarla savurdu.
Sol elim cebimdeydi. Çubuğu engellemek için bir şey yapamadım. Geriye bir tenkan için de geç kaldım. Çubuk sol kolumun dirseğinin biraz üstünde bir noktaya indi. Kaslar, sinirler ve kemik çılgınca bağırdılar beynimin içinde bir yerlerde. Bedenimi sola doğru eğdim ister istemez. Sağ elim darbeyi yediğim yere gitti kendiliğinden.
Tutmak için kabzası olmayan demir çubuk darbenin şiddetiyle adamın elinden kaydı, yere düştü. Halının üstünde kof bir ses çıkardı.
Yüzümdeki gülümsemeden eser kalmamıştı. Sol kolum sanki artık hiçbir uzaktan kumandayı kullanamayacak gibi acıyordu. Doğrulmaya çalıştım.
Adam, çubuğu elinden düşünce şaşırdı önce. Gözleriyle yerini tespit etmeye çalıştı. Çubukla arasında ben vardım, beni aşacak ikinci bir hareketi göze alamıyor gibiydi. Kadın inisiyatifi eline alma gereği hissetti o anda. Kollarını açarak üstüme atladı. “Allah!” diye bağırdı atlarken. Acemi bir atlayıştı ama yine de belimi büktü. Şapka kafamdan uçtu. Dizlerimin üstüne düştüm ağırlığını sırtımda hissedince. Üstümden uzanıp demir çubuğu almaya çalıştığını anladım. Burnuma sası bir koku geldi kadının bedeninden.
“Salak mısınız siz?” diye bağırdım kafamı çevirip soluk almaya çalışarak. “Kalk üstümden kadın!”
Adam ne yapacağını kestiremeden ayakta duruyordu tepemde. Tekme atmaya teşebbüs etmemesinden, tereddüdünün boyutunu anladım. Sağlam kolumla yerden destek alarak döndüm.
Sırtım yerdeydi şimdi. Kadın ata binmiş gibi üstümde oturuyordu. Başörtüsü yana sıyrılmıştı biraz. Elbisesinin altında şalvara benzeyen bir giysi vardı. Yattığım