CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIR SAPKA BIR TABANCA. Celil Oker

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIR SAPKA BIR TABANCA - Celil Oker страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIR SAPKA BIR TABANCA - Celil Oker

Скачать книгу

Sauer 232’yi Nurullah Sert’in atletine iyice sarıp paltomun cebime koydum. Kaşları hafifçe çatıldı Süleyman Çiçek’in. Aldırmadım. Dolaba dönüp Bogart şapkanın arkasındaki kumaş yığınının geri kalanını karıştırmaya başladım. Elime bir şey değmedi.

      Yerinde şöyle bir sallandı Süleyman Çiçek.

      Askılıktaki yakası kürklü paltonun sağ cebine attım elimi. Boştu. Geri çekemedim ama öteki cebe bakmak için. Süleyman Çiçek bileğime yapışmıştı.

      Hayrola, der gibi dönüp yüzüne baktım.

      “Beyim, olmuyor ama,” dedi.

      Sesimi çıkarmadım. Bileği yaşına göre güçlü tutuyordu kolumu.

      “Olmuyor ama böyle sağı solu karıştırmak,” dedi kendine güvenen bir sesle.

      Ağır ağır ona doğru döndüm yüzümü.

      “Haberi var Noyan Bey’in,” dedim olabildiğince sakin ber sesle.

      “Orasını bilemem,” dedi. Hâlâ tutuyordu bileğimi. “Bana Remzi Bey’i Beşiktaş İskelesi’nden al, eve götür, bakacak, dedi. Sağı solu karıştırsın, bırak, demedi.”

      Yüz yüzeydik şimdi. Bileğimi hâlâ tutuyordu. Tam dojo’da ayakta junte katatetori tekagami başlangıcı durumdaydık. Bileğimi hafif içeri ve yukarı kıvırdıktan sonra, öteki elimle yüklenip dengesini kolaylıkla bozabilirdim. Ama bunu yapmadım.

      Yapabileceklerimi sanki yüzümden okudu Süleyman Çiçek. Elini çekti bileğimden.

      “Kusura kalma beyim,” dedi. “Kusura kalma ama, izin veremem sağı solu karıştırmana Noyan Bey burada yokken.”

      “Sorularıma cevap veriyordun ama,” dedim hafifçe gülümseyerek.

      “O ayrı,” dedi. “O ayrı, sağı solu karıştırmak ayrı. Kusura kalma.”

      Yüzü ciddiydi.

      “Pekâlâ,” dedim. “Mutfakta vardır, bir kahve pişir ikimize, şöyle içelim karşılıklı.”

      Elimdeki sigarayı gösterdim.

      “Bir de sigara yakarız. Kafam dumanlandı.”

      Yerinden bir santim bile kımıldamadı. Yüzüne kendine güvenden kaynaklanan kocaman bir gülümseme geldi.

      “Deniyor musun sen beni beyim?” dedi.

      Belki deniyordum ama bir kahve gerçekten iyi gelecekti.

      “Gelecek değil mi,” dedim, “Noyan Bey?”

      Tam o sırada içeriden kapının zilinin çaldığını duyduk.

      Bölüm 6.4

      Zilin çalması bir tür ateşkes ilanı gibi rahatlattı Süleyman Çiçek’i. Bir iki saniye kıpırdamadan durduk karşılıklı. Sanki önce kimin kapıya doğru hareket edeceğini bekler gibiydik. Onu daha fazla üzmemeye karar verdim.

      Önce ben hareket ettim. Elimdeki hırpalanmış sigarayı açık pencereden dışarı fırlattım kapıya yönelmeden önce.

      Ardımdan geldi.

      Nurullah Sert’in ışıltılı demir karyolasının yanına geldiğimizde bir kez daha çaldı zil. Önce ben, bir adım arkamda Süleyman Çiçek, hızlandık.

      Koridoru önce geçtim. Antrenin genişliğine erişince kenara çekildim. Duvara yaslandım. Süleyman Çiçek zil üçüncü kez çaldığında açtı kapıyı. Hafif eğilerek, sonuna kadar.

      Önce bir kadın girdi içeri.

      Altes.

      Yasemin Sert, bu oydu herhalde; sonradan olmadıysa, altes doğmuştu. Bana bu izlenimi veren saçlarıydı sanırım, ihtişamlı bir topuzu vardı. Topuzu oluşturmak için alnının üstünden geriye doğru çekilmiş saçlar, yüzünü geriyordu sanki. Emir vermek için yaratılmış dudaklar, emri ikileten olursa duruma göre bakışlarıyla eritecek ya da ezecek gözler, dilediği insanı, durumu, sözü küçümsemeye hazır bir burun.

      Ayak bileklerine kadar uzanan, pahalı olduğu ilk bakışta anlaşılan bir manto giymişti. Markasını çıkaramadım elbette. Sivri burunlu bir çizme ucu gördüm ayaklarında.

      “Ne kadar uzun sürdü kapıyı açman!” dedi Süleyman Çiçek’in yüzüne bakmadan. Sonra beni gördü.

      Gülümsedim. Fotoğrafta bu kadar altes değildi ama, diye düşündüm içimden.

      Bana gösterdiği tepkiyi birisine anlatacak olsam, “gülümsedi” demem gerekirdi, ama gülümsemedi. Dudakları biraz kımıldadı. Bakışları değişmedi ama. Ezmeye ya da eritmeye karar verememişti.

      Olurdu böyle şeyler. Dikkatimi arkasından içeri giren adama verdim.

      Noyan Sert, bu da o olmalıydı, fotoğrafta Altes’in yanında durduğuna göre; ellerini ovuşturarak girdi içeri. Oysa kaloriferi çok iyi çalışan bir otomobilleri olmalıydı. Yüzü karısının yüzünden daha küçüktü, sanki bu yüzden yalnızca çenesini kaplayan bir sakal bırakmıştı. Küçük, yuvarlak gözlükleri, zaten küçük olan gözlerini daha da küçük gösteriyordu. Boynunda, işini bilen bir dermatoloğa göstermeye değecek kadar büyük bir et beni vardı. Sakalı ve gözlükleri, şaka olsun diye takılan plastik sakal gözlükleri andırıyordu nedense.

      Palto konusundaki beğenileri yıldan yıla hiç değişmiyordu anlaşılan, üstündeki palto Süleyman Çiçek’in giydiğinin neredeyse aynısıydı. Daha yenisi ama. Yakasından içeri düzgünce yerleştirilmiş Kaşmir bir atkı vardı fark olarak. Önce karısına, sonra bana baktı… Ellerini hâlâ ovuşturuyordu.

      “Hoş geldiniz,” dedi Süleyman Çiçek ortaya.

      Ona cevap veren olmadı.

      Noyan Sert ellerini birbirinden ayırıp bana doğru ilerledi. Omzumun yardımıyla dayandığım duvardan ayrıldım. Uzattığı eli sıktım.

      “Remzi Bey?” dedi. “Memnun oldum.”

      “Ben de,” dedim.

      “Gezdiniz mi evi enine boyuna?” diye sordu Süleyman Çiçek’e.

      “Gezdik Noyan Bey,” dedi Süleyman Çiçek. “Ama Remzi Bey…”

      Noyan Sert sözünü kesti onun.

      “Evet, evet,” dedi. Karısına döndü.

      “Remzi Bey sana bahsettiğim emlak danışmanı, şekerim,” dedi. “Bir baksın istedim eve.”

      “İsmet Bey vardı ya,” dedi Yasemin Sert.

      Süleyman Çiçek bana baktı. Yüzünde tek bir kıl oynamadı. Ona bir göz kırptım. Hiç konuşmaması gerektiğini anlayacak

Скачать книгу