CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ÇIPLAK CESET. Celil Oker

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ÇIPLAK CESET - Celil Oker страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ÇIPLAK CESET - Celil Oker

Скачать книгу

geçip tarif edilen öteki kantine doğru yürüdüm.

      Bu kantine ulaşmak içinse merdivenlerden inmek yerine, çıkıyordunuz. Girdiğimde, ilk kantine göre biraz daha “liberal” havalı buldum. Kızlar daha özgür kılıklı, oğlanlar daha umursamazdı. Beni inceleyip kim olduğuma karar vermeye çalışan kimse olmadı.

      “Sosyoloji’den kimse var mı?” diye sordum elinde boş fincanlarla oradan oraya seğirten garson çocuğa.

      Garsonun benim polis olup olmadığıma karar vermek gibi bir derdi yoktu. Etrafına baktı. Uzayıp giden salonun en dibinde oturan iki kızı burnuyla işaret etti.

      O tarafa doğru yürüdüm. Üç adım kadar kaldığında, hedefinin kendileri olduğunu anlayan kızlardan biri, uzattığı bacağını önündeki sandalyeden çekti, mini eteğini babasına yakalanmış gibi çekiştirip, beyaz bacaklarını olabildiğince örttü. Üstünde incecik askıları olan bir bluz vardı. Tepeden biraz gayret etsem bacaklarıyla aynı beyazlıkta göğüslerini görebilirdim. Ama edebimi bildim.

      “Affedersiniz,” dedim. “Sosyoloji’deymişsiniz galiba? Sizin bölümden İbrahim Sarı’yı arıyorum. Üçüncü sınıfta.”

      “İdareden geliyorum. Sosyoloji’ye giriş dersi sınavında kopya çektiğiniz anlaşıldı!” demişim gibi kızardı yüzü.

      “Babası mısınız?”

      Boğaziçili çocuklarda derin bir baba kompleksi bulunduğu teşhisine varacak kadar çok karşılaşmıştım bu soruyla. Artık ezberlediğim cevabımı verdim.

      “Valla ben de arıyorum,” dedi biraz normale dönen yüz rengiyle. “Bu sabah ilk finalimiz vardı, görünmedi. Evine baktınız mı?”

      “Telefon ettim,” dedim. “Başka kime sorabilirim?”

      “İsmet bilir belki,” dedi öteki kız.

      “İsmet kim?” dedim adını hiç duymamış gibi.

      “Ev arkadaşı,” dedi beyaz bacaklı. “Sabah sınavda beraberdik. Biz önce çıktık. Birazdan gelir.”

      “Teşekkür ederim,” dedim. “İsmet’i bekleyeyim. Ama siz İbrahim’i görürseniz söyleyin, Adana’yı, amcasını arasın, merak ediyor adamcağız. Hem bende parası var. Buluşalım vereyim.”

      “Söylerim,” dedi beyaz bacaklı kız. Tırnaklarını yemeye başlamıştı şimdi. İki masa ötede oturan kara, kısa saçlı, incecik dudaklı kız tuhaf bir duruma şahit olmuş da, kimseyi utandırmak istemezmiş gibi gözkapaklarının altından izliyordu bizi. Üstelik ben onu bir yerden tanıyordum.

      Tezgâha gidip bir kahve aldım. Plastik bardakta, berbat bir kahve. Kızlarla işim bitmiş gibi epey uzaklarında bir masaya oturdum. Masada ters edilmiş dünkü Kale Arkası’nı okumaya başladım.

      Kantine girenler çıkanlar oldu, gürültü azaldı çoğaldı. Kahvem, bu hızla içersem hiç bitmeyecekti. Şortlu, beyaz tişörtlü, sakallı bir oğlan, kapıdan Travolta’nın gençlik günlerindeki havasıyla girdi, demin konuştuğum kızların masasına doğru yürüdü. Masaya yaklaştığında sıçrayıp ayaklarını havada birbirine çarptırdı. Yere indiğinde beyaz bacaklı kızla “çak bir beşlik” hareketi yaptılar. Beyaz bacaklı kız başıyla beni gösterip bir şeyler söyledi. Oğlan bana baktı. Kalktı, bana doğru yürüdü.

      “Beni sormuşsunuz?” dedi soğuk soğuk.

      “Aslında İbrahim’i arıyorum,” dedim.

      “Hıyar finale de gelmedi. Bilmiyorum nerde.”

      İbrahim’le uzaktan yakından bir ilişkisi yokmuş gibi konuşuyordu.

      “Birlikte kalmıyor musunuz?”

      “Arkadaşların birinin evinde inekliyoruz,” dedi. “İbo’yu çoktandır gördüğüm yok.”

      “Otursana,” dedim. “Biraz konuşalım.”

      “Ne konuşacakmışız?” dedi. Ama oturdu.

      “Dinle,” dedim. “İbo ortada yok. Amcası merakta. Kimse bilmiyor. Sen onun ev arkadaşısın. Bana yardım etmelisin. Nerde olabilir?”

      “Bakın…” dedi. “Amcası telefon ettiğinde ona da söyledim. Haberim yok. Zaten evden de çıkacağım herhalde.”

      “Aranız bozuk mu?” dedim.

      Cevap vermeden önce biraz düşündü.

      “İbo’yla zaten çok yakın değildik,” dedi. “Geçen yıl kiraya ortak ev tuttuk. Son zamanlarda yalnız otursa daha mutlu olacağını hissettirdi bana. Hem de biraz kabaca. Çok değişti.”

      “Ne değiştirdi onu sence?” diye sordum.

      “Para,” dedi İsmet. “Amcası… birden çok para göndermeye başladı.”

      Sarkazm denen şeyi sesine yansıtmayı çok iyi biliyordu bu İsmet. “Amcası” sözcüğündeki özel vurgu mükemmeldi.

      “Anladım,” dedim. “Yine de görürsen haber ver, Tarsus’u arasın.”

      “Söylerim,” dedi.

      “Sınav nasıl geçti?” dedim.

      “İdare eder,” dedi.

* * *

      Liberal kantinden çıktım. Çim alanın yanından yürüyerek ilk girdiğim kantinin merdivenlerinden aşağı indim. Koridorda Fotoğraf Kulübü’nün panosunun önünde durdum. Panoda iki ay önceki bir serginin afişinden başka bir şey yoktu. Kantinin oturulan bölümüne girdim. Demin konuştuğum çocuklar gitmişti. Tek başına oturan bir kızdan önündeki tükenmezini istedim, panonun önüne döndüm. İki ay önceki serginin afişinin arkasına kocaman harflerle “İbrahim Sarı! Beni ara!” diye yazdım. Altına ev ve araç telefonumu ekledim. Afişi taşıyan iğneyi kullanarak, bu kez benim mesajım bulunan kısmı görünecek şekilde tutturdum.

      Tükenmezi iade etmek için dönmüştüm ki arkamdan gelen sesle durdum.

      “Aslında oraya bir duyuru asmak için benden izin almanız gerekir…” diyordu kendinden emin, dostça tonlar taşıyan, gençliğini yeni yitirmeye başlayan bir ses.

      Döndüm.

      Kısa kollu gömleğine kravat takmış, kumaş pantolonunun altına süet bir ayakkabı giymiş, gözlüklü, sabah özenle tıraş olmuş, bana göre genç ama ortalıktaki çocukların dayısı olacak yaşlarda bir adam duruyordu karşımda. Kantinin, koridorun, panoların, dışarıdaki çim alanın, neredeyse bütün Boğaziçi’nin sahibi gibi duruyordu. Kendine güvenli ve gülümseyerek bakıyordu bana.

      “Kuralları mı çiğnedim?” dedim ben de dostluğuna uyarak.

      “Çok da önemli değil,” dedi. “Ben Öğrenci Faaliyetleri Dekanı Kurtar Toprak. İbrahim’i arıyormuşsunuz, çocuklar söyledi.”

      Anlaşılan

Скачать книгу