CELIL OKER-ÖZEL BASKI-KRAMPONLU CESET. Celil Oker
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-KRAMPONLU CESET - Celil Oker страница 4
“Biliyorum ama yine de…” dedi Dilek Aytar. “Hep çıkar bir sürü aksilik. Bakalım bu akşam neler olacak? İlhan Bey de sağ olsun üstüme yıktı her şeyi. Dün de futbol takımını çıkardı başıma. PR olurmuş. Yok bir de podyuma çıksalardı. Sonra da onu beğenmedim bunu beğenmedim diye söylenir durur.”
“O kadar kapris yapacak canım patron,” dedi reklamcı arkadaşım.
“Yok, sağ olsun iyi yapılan işi de takdir etmeyi bilir,” dedi Dilek Aytar.
“Kuşkusuz,” diye karşılık verdi reklamcı arkadaşım. “Bakalım bizim ilana ne diyecek?”
O ana kadar hiç ağzını açmamış olan kadın reklamcı eğilip ayağının dibindeki kocaman dosya çantasını masanın üstüne koydu. İçinden üzerinde yazısı az, fotoğrafı çok yer kaplayan bir ilan taslağı çıkardı. Tam karşımda oturduğu için benim yönümden bakıldığında fotoğraftaki kadınlar düz, yazılar ters duruyordu. Çantayı yeniden aşağı indirip, taslağı Dilek Aytar’ın önüne sürdü.
“Ay çok yaratıcı!” diye denetimli bir çığlık attı Dilek Aytar.
“Bir şeyler ters gidiyorsa… Karasu… konseptine devam ediyoruz bu ilanda da,” diye açıklama getirdi reklamcı kadın.
“Zaten bu akşam mankenler de sahneye geri geri girecekler,” dedi Dilek Aytar.
“Böylece tam bir tutarlılık elde ediyoruz,” dedi reklamcı arkadaşım.
İnşallah düşmezler podyumun ortasına diye düşündüm.
“Onun adına konuşmayayım ama İlhan Bey beğenir bu ilanı,” dedi Dilek Aytar. “Zaten konseptimizle mutabık.”
“Diayı da kendisiyle birlikte seçmiştik hatırlarsanız,” diye devam etti reklamcı kadın. “Yalnız son onayı bir an önce almalıyım, renk ayrımına gidecek ilan.”
“Son teslim ne zaman?” diye sordu Dilek Aytar.
“Bu akşam altıda,” dedi reklamcı kadın. “Gece yarısı baskıya giriyor dergi.”
“Kusura bakmayın ama hep son dakikaya kalıyoruz onaylar için,” dedi Dilek Aytar, reklamcı arkadaşımdan çok yanındakine bakarak.
“Ama İlhan Bey bize zaman ayı…”
Reklamcı arkadaşım kendi personelinin sözünü kesti.
“İlhan Bey de çok meşgul Dilek Hanım da…” dedi. “Asıl tedbirli davranması gereken biziz. Sen istersen telefon et yolla ilanı renk ayrımına, İlhan Bey değişiklik isterse orda yaparız değişiklikleri.”
Reklamcı kadın çantasından cep telefonunu çıkardı, jaluzili pencereye doğru yürüdü tuşlara basarken. Dilek Aytar reklamcı arkadaşıma mutlu mutlu gülümsedi.
“Vay kimler gelmiş!” diye bağıran biri teklifsizce girdi kapıdan içeri. “Neler getirmişler bize!”
Sanki emir almış gibi ayağa kalktık üçümüz de. Anlaşılan Karasu Tekstil’in sahibi, büyük reklam veren, Karasu Güneşspor’un başkanı İlhan Karasu’yla tanışacaktım.
3. BÖLÜM
Şimdiye kadar kulüp başkanlarını hep televizyonda gördüm. İlhan Karasu onlara benzemiyordu. İnce bir adamdı. Yelekli takım elbise de giymiyordu. Birazdan arkadaşlarıyla marinada teknesinin başında buluşup kaptana hafta sonu kaçamağıyla ilgili talimatlar verecekmiş gibi giyinmişti. Giysileri zarif ama pahalı olduğu belli giysilerdi. Mevsime uygun kalınlıkta petrol rengi bir süveter, aynı rengin daha koyusundan yumuşak kumaşlı bir pantolon ve süet ayakkabılar. Yüzü sahte olmayan bir gülümseyişle aydınlıktı. Pırıl pırıl tıraşlı suratının orta yerindeki küçük burun, dileklerini dile getirmeye alışmış ağzı ve çenesindeki Kirk Douglas çukuruyla etkileyici bir yüzü vardı.
“Özür dilerim, geciktim,” dedi ama hiçbirimiz inanmadık gerçekten özür dilediğine. Reklamcı arkadaşımdan başlayarak hızla ellerimizi sıktı. Bana geldiğinde duraladı, yüzüme baktı.
“Remzi Ünal,” dedi reklamcı arkadaşım. “Size bahsetmiştim.”
Elimi bırakmadan bir süre daha baktı yüzüme. Filmlerde gördüğü özel dedektiflerle karşılaştırıyordu beni anlaşılan zihninde. Neye karar verdiyse bana yansıtmadan Dilek Aytar’a döndü.
“Hazır mıyız akşama Dilek Hanım?” dedi patrondan çok arkadaş tonlamasıyla.
“Hazırız İlhan Bey,” dedi Dilek Aytar. Muhteşem bir ilanımız da var.”
“Bakalım,” dedi İlhan Karasu, masanın üstünde duran ilan taslağını önüne doğru çekerek. Gözlerini kısarak baktı. Taslağı ters çevirdi, kadının üstündeki giysileri taslağın kendisinden daha uzun bir süre inceledi. Gözlerinden fotoğraftaki mankene değil giysiye baktığını anlayabiliyordunuz. Kendisinden başka kimsenin göremeyeceği ayrıntıları teker teker gözden geçiriyor gibiydi.
“Siz ne diyorsunuz?” diye sordu Dilek Aytar’a tatmin olmuş bir sesle. Hâlâ ayaktaydı. O oturmadığı için biz de oturmamıştık.
“Bence tamam,” dedi Dilek Aytar.
“Bütçesi?”
“Daha önce onaylamıştık.”
“Sağ sayfa garantisi?”
“Çok uğraştık ama aldık,” dedi reklamcı kadın.
“Elinize sağlık,” dedi İlhan Karasu. “İyi iş çıkardınız.”
“Her zamanki gibi,” dedi Dilek Aytar.
Kapıda telaşlı bir genç kız belirdi. Kim var kim yok diye bakmadan Dilek Aytar’a doğru konuştu.
“Meteoroloji akşama yağmur veriyor Dilek Hanım,” dedi hızlı hızlı. Büyük patronun olduğunu sonra kavradı. Korunmak ister gibi kapının pervazının arkasına sakladı gövdesinin yarısını.
“Yağmur mu?”
“Yağmur!”
“Nasıl olur? Ben dün evden sorduğumda pırıl pırıl olacak demişlerdi,” dedi Dilek Aytar. “Üç kere sordum gün boyu.”
“Cuma akşam çıkmadan önce ben de sormuştum. Bu sabah değiştirdiler,” dedi kapıdaki kız.
“Nisan ayının son haftasında açık havada ekspozisyon yaparsanız olacağı budur!” diye patladı İlhan Karasu. Hızlı adımlarla pencerenin önündeki çıplak kadın mankenin önüne gidip bağırmaya başladı. “Elli kere uyardım sizi, dinlemediniz. Hadi dinlemediniz, bir bildiği vardır bu herifin deyip kapalı salon tedbiri de almadınız. Ne bok yiyeceğiz şimdi? Ne bok yiyeceksiniz şimdi Dilek Hanım?