Riga'nın Köpekleri. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Riga'nın Köpekleri - Хеннинг Манкелль страница 6
“Önemli bir şey yok,” dedi. “Her şey son derece normal görünüyor. Sizce bu ağrılar neden kaynaklanıyor?”
“Bilmiyorum.”
Doktor, Wallander’in kayıtlarını inceledi.
“Demek polissiniz,” dedi. “Mesleğiniz gereği ara sıra birçok sorunla karşılaştığınızdan eminim.”
“Pek ara sıra diyemeyiz.”
“İçki içer misiniz?”
“Herkes kadar.”
Doktor muayene masasının kenarına ilişerek elindeki notları bir kenara koydu. Wallander, doktorun çok yorgun olduğunu fark etti.
“Kalp krizi geçirdiğinizi sanmıyorum,” dedi. “Bence bedeniniz artık isyan etmiş ve size işleri biraz daha ağırdan almanız gerektiğini söylüyor. Bu konuda karar verecek olan sizsiniz.”
“Haklısınız,” dedi Wallander. “Her gün kendime yaşamımın bana nelere mal olduğunu sorup duruyorum. Ayrıca konuşacak, dertleşecek hiç kimsem de yok.”
“Olmalı,” dedi doktor. “Herkesin dertleşecek birine ihtiyacı vardır.”
Çağrı cihazından gelen uyarıyla ayağa kalktı.
“Geceyi burada geçirin,” dedi. “Biraz dinlenmeye ve uyumaya çalışın.”
Wallander rahatlamış uzanırken havalandırmadan gelen belli belirsiz uğultuyu dinliyordu. Koridordan gelen sesleri dinlemeye koyuldu.
Tüm sancıların bir nedeni vardır, diye geçirdi içinden. Kalbimde eğer bir sorun yoksa o zaman bu sancı neyin nesiydi? Babama yeterince zaman ayıramamanın verdiği suçluluk duygusundan mı? Stockholm’de üniversiteye giden kızımın mektuplarında bana her şeyi anlatmadığına dair kuşkularımdan kaynaklanan kaygının sonucu mu? İşlerin kızımın yazdığı gibi olmadığını, orada olduğuna memnun olduğunu söylemesine rağmen yine de mutsuz olduğunu düşündüğümden dolayı mı? Yoksa on beş yaşında yaptığı gibi yine intihara kalkışabileceğinden korktuğum için mi? Veya aradan bir yıl geçmesine karşın Mona’nın beni terk etmesi karşısında hâlâ içimden atamadığım kıskançlıktan dolayı mı?
Yattığı oda aydınlıktı. Wallander tüm yaşamının gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçtiğini düşünüyordu. O tür bir sancının yalnızlıktan kaynaklanması gerçekten de söz konusu olabilir miydi? Buna hiç zaman kaybetmeden bir çözüm bulmalıydı.
“Artık bu şekilde yaşayamam,” dedi yüksek sesle. “Yaşamıma bir an önce çekidüzen vermeliyim. Hemen şimdi.”
Sabah saat 06.00’da irkilerek uyandı. Doktor başucunda durmuş, ona bakıyordu.
“Sancınız geçti mi?” diye sordu.
“Evet, iyiyim,” diye karşılık verdi Wallander. “Neden olmuş?”
“Gerginlikten,” dedi doktor. “Stresten. Siz daha iyi bilirsiniz.”
“Evet,” diye karşılık verdi Wallander. “Sanırım biliyorum.”
“Bence kapsamlı bir muayeneden geçmelisiniz,” dedi doktor. “Eğer hiçbir şey çıkmazsa o zaman fiziksel bir sorununuz yok demektir. O zaman da sizi kaygılandıran sorunları bulup çözmeniz gerekecek.”
Wallander hastaneden çıkarak arabasına atlayıp evine gitti. Duş aldıktan sonra bir fincan kahve içti. Termometre eksi üç dereceyi gösteriyordu. Gökyüzü pırıl pırıldı ve rüzgâr durmuştu. Mutfakta uzunca bir süre oturarak gece yaşadıklarını düşündü. Sancıları ve geceyi hastanede geçirmesi ona gerçek dışı gelmeye başlamıştı. Ama olanları göz ardı etmemesi gerektiğinin de farkındaydı. Yaşamı kendi sorumluluğundaydı.
Ancak saat 08.15’te işe gidebileceğine karar verebilmişti. Emniyetten içeri girer girmez, Björk, Stockholm’den adli tıp ekibinin zaman kaybetmeden getirilip olay yerinde bir temiz soruşturma yapması gerektiğini söyledi.
“Olay yeri diye bir şey yok ki,” dedi Wallander. “Emin olduğumuz tek şey var, o da adamların kurtarma botunda öldürülmedikleri.”
“Rydberg artık olmadığına göre başkalarından yardım istemek zorundayız,” dedi Björk. “Güvenebileceğimiz bir uzman yok burada. Botun bulunduğu sahili neden kordon altına almadınız?”
“Cinayet o sahilde işlenmedi ki. Bot suda yüzüyordu. Dalgaların arasına plastik bir kordon mu çekecektik yani?”
Wallander öfkelenmişti. Evet, Ystad’da Rydberg kadar deneyimli başka birinin olmadığı doğruydu ama bu, Stockholm’den ne zaman yardım isteneceğine karar verebilecek düzeyde olmadığı anlamına da gelmezdi.
“Ya kararları benim almama izin verirsin,” dedi. “Ya da bu olayla sen ilgilenirsin.”
“Elbette kararları sen alacaksın,” diye karşılık verdi Björk. “Ama Stockholm’e danışmadan hareket etmenin hata olduğunu düşünüyorum.”
“Evet, ama ben öyle düşünmüyorum.”
Hâlâ bir yol alamamışlardı.
“Daha sonra tekrar konuşuruz,” dedi Wallander. “Düşüncelerini öğrenmem gereken bir iki konu daha var.”
Björk şaşırmıştı.
“Bir şey mi buldun?” diye sordu. “Oysa ben tıkandığımızı sanıyordum.”
“Pek sayılmaz. On dakika sonra yanında olurum.”
Odasına giderek hastaneyi aradı ve hemen Mörth’e bağlandı.
“Yeni bir şey var mı?” diye sordu patoloğa.
“Raporu yazıyordum,” diye karşılık verdi Mörth. “Bir iki saat daha sabredebilir misin?”
“Björk’e somut bir şeyler vermem gerek. Ne zaman öldüklerini söyleyebilir misin?”
“Hayır. Laboratuvar sonuçlarını almamız gerek. Hücre dokuları çürümüş. Ancak bir varsayımda bulunabilirim.”
“Hadi o zaman.”
“Varsayımda bulunmaktan hoşlanmadığımı bilirsin. Bunun sana ne yararı olabilir ki?”
“Deneyimli olan sensin. Ne yaptığını iyi biliyorsun. Test sonuçları senin zaten kuşkulandığın şeyleri gösterecek, başka bir şey ortaya çıkmayacak ki. Neden kuşkulandığını kulağıma söylesen de olur.