Beyaz Aslan. Хеннинг Манкелль

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Beyaz Aslan - Хеннинг Манкелль страница 4

Beyaz Aslan - Хеннинг Манкелль Kurt Wallander

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      “Önemli değil, onu daha sonra alırız,” dedi Wallander. “Nereden aradığı belli mi?”

      “Araba telefonundan.”

      Wallander kalemini masanın üstüne koydu ve ziyaretçi koltuğunda oturan adamı incelemeye başladı. Endişeli tavırlarında yapmacık bir ifade kesinlikle yoktu.

      “Bir yerlere gitmiş olabilir mi?” diye sordu Wallander.

      “Hayır.”

      “Arkadaşlarını görmeye gitmiş olabilir mi?”

      “Hayır.”

      “Akrabalarını?”

      “Hayır.”

      “Başka herhangi bir olasılık aklınıza geliyor mu?”

      “Hayır.”

      “Umarım özel bir iki soru sormam sorun olmaz.”

      “Hiç kavga etmezdik. Eğer öğrenmek istediğiniz buysa.”

      Wallander başını evet dercesine salladı.

      “Evet, ben de bunu soracaktım,” dedi.

      Yeniden başladı.

      “Karınızın geçen cuma günü öğleden sonra ortadan kaybolduğunu söylediniz. Ama bize gelmek için üç gün beklediniz.”

      “Çok korkmuştum,” dedi Robert Åkerblom.

      Wallander şaşkınlıkla ona baktı.

      “Polise gitmek başına korkunç bir şey geldiğini kabul etmek demektir,” diye sürdürdü konuşmasını Robert Åkerblom. “İşte bu yüzden buraya gelmeye cesaret edemedim.”

      Wallander başını yavaşça salladı. Robert Åkerblom’un ne demek istediğini çok iyi anlıyordu.

      “Tabii onu bulmak için bir şeyler yaptınız, değil mi?”

      Robert Åkerblom evet dercesine başını salladı.

      “Peki, onu bulmak için neler yaptınız?” diye sordu, yeniden not tutmaya başlamıştı.

      “Tanrı’ya dua ettim,” diye karşılık verdi Robert Åkerblom içtenlikle.

      Wallander kalemi bıraktı.

      “Tanrı’ya dua mı ettiniz?”

      “Ailem Metodist. Dün kilisede bir araya geldik ve Papaz Ture-son’la birlikte, Louise’in başına bir şey gelmemiş olması için dua ettik.”

      Wallander endişelenmeye başlamıştı. Huzursuzluğunu karşısındaki koltukta oturan adamdan saklamaya çalıştı.

      İki çocuklu bir anne, kilise üyesi, diye geçirdi içinden. Bu genç kadın kendi isteğiyle ortadan kaybolamazdı. Tabii, eğer aklını kaçırmamışsa. Ya da herhangi bir tarikata girmemişse. İki çocuklu bir annenin ormana dalıp intihar etmesi pek rastlanılan bir şey değildi. Elbette bu tür şeyler oluyordu ama çok ender.

      Wallander nelerin olabileceğini üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliyordu.

      Ya bir kaza olmuştu ya da Louise Åkerblom bir cinayete kurban gitmişti.

      “Bir kaza olmuş olabilir,” dedi.

      “Skåne’deki tüm hastaneleri aradım,” dedi Robert Åkerblom. “Hiçbir hastanede yok. Ayrıca başına bir kaza gelmiş olsaydı hastaneden beni mutlaka ararlardı. Louise kimliğini her zaman yanında taşır.”

      “Arabası ne markaydı?” diye sordu Wallander.

      “Toyota Corolla. 1990 model. Lacivert. Plakası MHL 449.”

      Wallander tüm bunları not defterine yazdı.

      Sonra da yeniden başa dönerek o gün öğleden sonra Robert Åkerblom’un, karısının yaptıklarına ilişkin her şeyi ayrıntılarıyla anlatmasını istedi. Birlikte haritaları incelediler ve Wallander içindeki huzursuzluğun arttığını hissetmeye başladı.

      Tanrı aşkına, bu bir cinayet olmasın, diye geçirdi içinden. Cinayet dışında ne olursa olsun.

      Wallander on bire çeyrek kala kalemini masanın üstüne bıraktı.

      “Karınızın bulunmayacağını düşünmenizin bir yararı yok,” dedi, kuşkusunun belli olmamasını dileyerek içinden. “Olayı çok büyük bir ciddiyetle ele alacağımızı söylememe gerek yok sanırım.”

      Robert Åkerblom yüzünü ellerinin arasına aldı. Wallander onun yeniden ağlamaya başlayacağından korktu. Birden karşısındaki bu çaresiz adama çok acıdı. Onu teselli etmek isterdi. Ama içindeki bu huzursuzluğu ve endişeyi göstermeden onu nasıl teselli edebilirdi?

      Ayağa kalktı.

      “Karınızın telesekretere bıraktığı mesajı dinlemek isterim,” dedi. “Sonra da Skurup’a gidip bankayla görüşeceğim. Evde size yardım edecek biri var mı?”

      “Yardıma ihtiyacım yok,” dedi Robert Åkerblom. “Kendi işimi kendim halledebilirim. Louise’in başına ne gelmiş olabilir dersiniz, Komiserim?”

      “Şimdilik hiçbir şey bilmiyorum,” diye yanıtladı Wallander. “Yakında evine döneceğinden eminim.”

      Yalan söylüyorum, diye geçirdi içinden. Söylediklerimin doğru olduğunu hiç sanmıyorum. Yalnızca böyle ümit ediyorum, o kadar.

      Wallander, Robert Åkerblom’la birlikte kasabaya gitti. Telesekreterdeki mesajı dinledikten ve genç kadının çalışma masasına ve çekmecelerine baktıktan sonra Björk’le konuşmak için bürosuna geri döndü. Kayıp kişilerin nasıl aranacaklarına ilişkin tüm talimatlar alabildiğine açık seçik olmasına karşın Wallander yine de her türlü kaynağın elinin altında olmasını istiyordu. Louise Åkerblom’un ortadan kayboluş şekli bir cinayet işlendiğini daha başından belli ediyordu.

      Åkerblom Emlak Şirketi’nin bulunduğu yerde eskiden büyük bir market vardı. Wallander henüz genç bir polisken Malmö’den Ystad’a geldiğinde bu marketten alışveriş yapardı. İçeride birkaç masayla satılık evlerin fotoğraflarıyla ayrıntılarını içeren küçük notların yazılı olduğu pano vardı. Odanın ortasında büyükçe bir masa vardı, burada gelen müşterilere satılık evlerin ayrıntılarına ilişkin bilgi veriliyordu. Duvarda civar kent ve kasabaların haritaları asılıydı. Odanın hemen arkasında da küçük bir mutfak vardı.

      İçeriye arka kapıdan girmişlerdi ama ön kapının üstündeki, “Bugün Kapalıyız” yazısı Wallander’in gözünden kaçmamıştı.

      “Sizin masanız hangisi?” diye sordu Wallander.

      Robert Åkerblom gösterdi. Wallander diğer masaya oturdu. Masanın üstünde bir ajanda, iki küçük kızın fotoğrafı, birkaç dosya

Скачать книгу